Basım Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 90
Eski halk masallarının başkişilerini, Gezegezen Kızlar kitabında yer alan modern öykülerinin içine yerleştirmiş Tomris Uyar. İlham aldığı masalları da sırasıyla önsözde sayıyor: Hansel ve Gretel, Pamuk Prenses, Kırmızı Başlıklı Kız, Mavi Sakal, Fareli Köyün Kavalcısı, Oniki Dansçı Prenses, Uyuyan Güzel, Külkedisi, Fesleğenci Kız, Sabırtaşı, Çizmeli Kedi ve Pinokyo.
Masal kahramanları, onun kurgusunun içine güzelce kaynamış, genelde göze batmayan imalarla, zaman zaman da açıkça, bahsedilen masala göndermeler yapıyor.
Tomris Uyar'ın kelime dizimlerine hayran kaldığımı söyleyebilirim. İlk hikaye Sonucu Belki ve kitaba adını veren Gecegezen Kızlar, konu olarak da etkiledi beni ama tasvir ve benzetmelerin yüksek edebi lezzeti tüm kitap için geçerliydi. Yazarın son derece temiz, sade ve zengin Türkçesi zaten tartışılmaz.
Kar, dörde doğru başlamıştı.
Gök, yeşile kesti, sonra kurşuna, sonra mora. Yamaçlar önce bulanıklaştı, sonra silindi. Evlerin yeni badanalanmış cepheleri paslandı.
Sessizlikte bir-iki-üç diye başladı mevsimsiz dolu.
Dolu taneleri, ürkek serçeler gibi kaçıştı kaldırımlarda, sekti, yol taşlarına vurup savruldu, tepelere, rüzgara bir sabun kokusu bıraktı. Pencerelerden bakanlar, artık yollar kapanır dediler, ekmek bulunmaz, gazeteler erişmez, sular kesilir, eviçleri buz keser. Yaşamın işleyişi bozulur. [sf 10]
'Ne diyordunuz?' dedi Genç Adam. 'Anlatın n'olur. Kadınların konuşmalarında bu özellik çok ilgimi çeker. O anlaşılmaz geçişler., bağlantısız sanılan, yaşamın özüne birdenbire inen saptamalar. Bence kadınları en ağır koşullarda bile dayanıklı kılan bu konuşma biçimidir, yere sağlam basan bu dildir.' [sf 11]
'Kafka'yı çok mu seversiniz?' dedi Genç Adam.
'Çok. Belli aralarla döner döner okurum.'
'Bana çok karanlık gelmişti işte okuduğumda. Belki de daha yalın, daha gerçekçi, aydınlık bir edebiyata ilgi duyduğumdan.'
'Sizin yaşınızdayken bana da öyle gelmişti.Ama sonraları, zamanla, karanlık ya da kapalı yanı pek kalmıyor. Gündelik gerçeğin düşünülemeyecek kadar korkunç olabileceğini kavrıyorsunuz.'
(…)
'Peki siz bir şeyler yazıyor musunuz?' dedi Genç Adam.
'Lisedeyken yazıyordum. Yayınlamayı bir türlü göze alamadım ama. İstediğim kadar iyi değildi karalamalarım. Dergilere, dergi yöneticilerine falan başvurmak da içimden gelmiyordu doğrusu. İç dünyamı kimselerle paylaşmak istemiyordum sözümona, iyi etmişim. Çünkü, bu bir sürdürme, bir direnme sorunu. Şimdi okuduğumda çok uzak, çok özentili geliyor yazdıklarım.'
'Yine de ara sıra' dedi Genç Adam dalgın dalgın, 'yani tango ağzıyla söylersek ‘yalnız kaldığın geceler’ onların yarım kalmış minik başyapıtlar olduğunu düşünüyorsun. Gözlerin doluyor, kadri bilinmemiş inceliklere yanıyorsun.'
'Evet.'
'Sonra, ormana çıkarken arkandaki yola özenle serptiğin kırıntıları arıyorsun, onları toplayarak sılaya dönmeyi kuruyorsun. Kafka okumak… eski bir şarkının sözlerini anımsamak… bir gül kokusunu izleyip bahçeyi bulmak.'
'Ya da bir konuşmanın kilometre taşlarına basa basa eski kendine dönmek gibi, değil mi?' [sf 12-13]
ne ayrılığı kaldırabiliyor ne evliliği yürütebiliyorlardı. Birbirlerine ve kendilerine duydukları bu küskünlük yüzünden de soludukları ortama usul usul ağu katıyorlardı. İlk duyuşta gelişigüzel, en azından ardniyetsiz gibi gelen sözcükler kullanıyorlardı sözgelimi ama sonra, biraz sonra, odadaki üçüncü kişi bu sözcüklerin altından akan öteki-dili kavrıyor, benzer deneyimlerden geçtiği için anlayışla karşılamaya çabalıyor, sonunda, yıllardır süregelen bu oyunda kendine nasıl bir pay düştüğünü kestiremeden köşesinde kalakalıyordu. [sf 20]
Gün, erguvana dönüyordu. Kumsalda bir çocuk, renk renk deniz topuyla oynuyor, mora kesmiş kumlarıyla o günbatımında bir ressamın tuvaline akıyordu. [sf 26]
Sanki bir tığ saplanmıştı. Sanki ince bir kan sızıyordu içinin taşlarına. [sf 26]
Kahverengi bir kentti bu düş.
Kenti çepeçevre saran süt beyaz kristalden, yer yer akik mavisi, yer yer kan kırmızısı sızıyordu kahverengiye. Murano işi bu fanus, kenti soluksuz bırakmıştı.
Rüzgarda çürük kokusu vardı.
Gecegezen Kızlar, eskikentin, ayaklan altında belverdiğini duydu. Lâğım kokan su, durmaksızın yükseliyor, vinçler inip inip tepelere tırmanıyor, freskler yenileniyordu. Bütün eski kentler gibi, onarıldıkça batıyor, derinlere gömülüyordu kent. Kehribar, ipek, baharat, şap ve yoksul aşı kokuyordu. [sf 46]
Ilk defa blogunu okuyorum. Gercekten cok basarili tebrikler, iyi okumalar :)
YanıtlaSilÇok teşekkürler, iyi okumalar.
Sil