ODALAR

5 Ağustos 2018 Pazar

KARA PRENS Irıs Murdoch

Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları
Basım Yılı: 2013
Sayfa Sayısı: 494

Kara Prens, yazarın okuduğum kitapları içerisinde en iyisi. Buna rağmen Julian'ın belirdiği bölüme kadar biraz sıkılarak okudum. Hatta kafamı veremeden ilerlediğimi farkettiğim için belli bir yere geldikten sonra tekrar başa döndüğümü hatırlıyorum. Fakat sonra roman açılıp derinleşti ve okuması zevkli bir hal aldı.

Anlatıcı Bradley Pearson, yaşlılığa adım atmak üzere olan bir yazar. Bradley'in kötü bir evlilik deneyimi yaşadığı eski karısı Christian, depresif kızkardeşi Priscilla, eski kayınbiraderi Francis, çömezi yazar Arnold ve ailesi romanın diğer karakterlerini oluşturuyor. Kara Prens'te bir olay örgüsü olmakla birlikte -Murdoch'un diğer romanlarında da sıklıkla görüldüğü gibi- baskın bir hikaye anlatımından ziyade kişilerin bunalımlarının, çıkmazlarının, aralarındaki çetrefilli ilişkilerin yol açtığı sorunların, yakınlaşmaların ve uzaklaşmaların sayfaları kapladığını söyleyebilirim.   

Kitabın en beğendiğim kısmının resmi olmayan bir ders dialogunda sunulan, on küsur sayfalık Hamlet eleştirisi olması pek şaşılacak bir şey değil. Iris Murdoch'un Shakespeare'ın yazarlık anlayışına ve Hamlet'in onu kaleminden çıkaran kişi için anlamına dair yorumları hayli ilginçti.
 
Sanatın korkunç şeylere bir çekicilik kazandırması, onun zaferi de olabilir, laneti de. [sf 10]

Başarısız bir evliliğin verdiği o soğuk ve donuk his, hiçbir şeye benzemez. İnsanın eski eşine duyduğu nefret de hiçbir şeye benzemez. (Böyle bir insan hangi cüretle mutlu olur?) Bu bağlamda arkadaşlıktan falan söz edenlere pek hak veremeyeceğim. Yıllarca her şeyin geri dönülmez bir biçimde bozulduğu ve kirlendiği hissiyle yaşadım, böyle bir şey insanın dünyasını hüzünlü bir hisle doldurur. Kendimi onun zihninden çıkaramıyordum. Bunun aşkla ilgisi yoktu. Böyle bir bağın acısını çekenler beni anlayacaktır. Bazı insanlar yalnızca başkalarının "bozucusu" ya da "soldurucusu'dur. Sanırım hemen hemen herkes birilerini bozmuş ya da soldurmuştur. Bir aziz hiç kimseyi bozmaz. Oysa tanıdığımız bazı kişiler, ortada olmadıkları zamanlarda gönül ferahlığıyla unutulabilirler. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur sözü, insanın kurtuluşu için bir umuttur. [sf 30-31]

Galiba yazdığı o duygusal mektup dönüm noktası oldu. Mektuplar ne kadar tehlikeli makineler. Galiba yavaş yavaş demode olmaları o kadar kötü bir şey değil. Mektuplar sonsuz kere okunabilir ve yorumlanabilir; hayal gücünü ve fantezileri harekete geçirebilir; ısrarcı olabilir, kor gibi yanan kıpkırmızı bir gösterge olabilir. Aşk mektubuna benzer bir mektup almayalı yıllar olmuştu. [sf 220]

Galiba uyudum. Beni dürten hoşluklar yüzünden sık sık uyanıp yine dalıyordum. Hem acı veren hoş bir arzu hem de tatmin edilmiş bir arzu bedenime sancılar veriyordu; nasıl olmuşsa ikisi de bir aradaydı. Kendi kendime hafif mırıltılar çıkarıyordum. Oluşumumda başka bir şeyler vardı sanki, çok hoş bir şeyler; bilincim ılık ve büyüleyici bir ışık altında kabarıp iniyordu. Baldan, şekerlemeden, acıbadem kurabiyesinden ve aynı zamanda çelikten de yapılmıştım. Masmavi bir boşluğun ortasında sessizce titreşen, çelik bir teldim. Bu sözcükler elbette duygularımı tarif edemiyor, onları tarif edebilecek bir sözcük olamaz zaten. Düşünmüyordum. Vardım. Bu cennete girmeye kalkan bir düşünce olursa hemen pılısını pırtısını toplayıp gitmesini söylüyordum. [sf 325]

Mutlu olduğumuz pek çok an oldu. Ama deniz kenarında yaptığımız ilk kahvaltıda hiçbir şeye benzemeyen bir sadelik ve yoğunluk vardı. Ümit bile bulaşmamıştı buna. Kusursuz bir birliktelikti bu; duyduğum mutluluk ancak seven ve sevilen kişinin ruhları dış dünyayla böylesine karışınca oluşabile- cek bir şeydi; böyle anlarda taşların, çimen yığınlarının, berrak suların ve rüzgârın sakin sesinin gerçekten varolabileceği bir gezegende bir kerelik ortaya çıkan bir mekân olduğuna inanıyordu insan. [sf 372]

Mutlu aşk benliği çözerek dünyayı görünür kılar. Mutsuz aşk ise saf acının açığa çıkmasıdır. [sf 412]

İnsanoğlunun anlamakta zorluk çektiği şeyleri sanat, bir anda öğretiverir. Alıştığı dünyanın bir santimetre ötesinde tümüyle yabancı başka bir dünyanın içinde kendini buluverir insan. Doğa, bir durumdan öteki duruma ite kaka atlattırılıveren insanlara unutkanlık bağışlayarak iyileştirir. Eğer kisşi düşünerek ve kasıtlı olarak sözcükleri kullanıp köprüler kurmaya, tablolar yapmaya teşebbüs ettiğinde, tarif etme ya da bağlantı kurma gücünün ne kadar yetersiz olduğunu çok geçmeden anlıyor. Sanat, yapay bir hafıza gibidir; ciddi sanatlara eşlik eden acı ise bu yapaylığın anlamıdır. Sanatçiların çoğu kendi küçük dünyalarının şairleridir, bir tek sesleri vardir ve bir tek şarkı söyleyebilirler. [sf 448] 

"Affetmek hep bir duygu gibi düşünülür. Aslında duyguların sona ermesi demektir." [sf 451]




2 yorum:

  1. yazarın güzel kitaplarından biri ama dediğin gibi Biblio'cum beni de çok etkilemedi, DEniz DEniz hakkındaki yorumunu çok merak ediyorum, benim en beğendiğim o oldu çünkü, Çan da bu arada çok beğendiğim bir roman olmuştu, italyan kızı, tek boynuzlu at ve kumdan kale de ilginç bulduklarım arasında..:) keyifli okumalar dilerim:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rüya Sakinleri ile beraber en beğendiklerimden biri oldu benim, yazıda yansıtamadım mı acaba? Yazından sonra Tek Boynuzlu At’ı çok merak ediyorum, herhalde bir sonraki okuyacağım Murdoch kitabı o olur. Deniz Deniz yazısı da yarın akşam 21.30 da yayınlanacak. Güzel yorumun için çok teşekkür ederim ☺️

      Sil

Burası sukûnetin hakim olduğu, tenha bir kütüphane. İçinden geçenleri fısılda ki orada olduğunu bileyim.