Basım Yılı: 2004
Sayfa Sayısı: 131
Ateşler'i okuduğumda Marguerite Yourcenar'ın dilinin, anlatımının edebi kuvvetinden çok etkilenmiş ve diğer yazdıklarına da vakıf olmak istemiştim. Kitaplığımda ise Doğu Öyküleri ve Düş Parası vardı, önceliği bu kitaba verdim.
Hint, Balkan, Yunan, Japon halk öykülerinden, efsânelerinden ilhamla yazılan bu on hikaye içerisinde bir ressam ve çırağının yolcuğunu anlatan Wang-fo Nasıl Kurtarıldı ve ilk klasik roman kabul edilen, meşhur Japon ozanı Murasaki Shikibu'nun Genci'nin Hikayesi'ne yaslanan Prens Genci'nin Son Aşkı isimli hikayeleri ayrı bir yere koyuyorum.
Ancak kitaptaki Türk düşmanlığı, yazarın Türklerden her bahsedişinde barbar olarak tanımlaması son derece yanlı ve rahatsız ediciydi. Büyük yazarlığın gerekleri arasında, açık fikirlilik, açık yüreklilik ve tarihi doğru kaynaklardan araştırarak gerçekleri farkedecek kadar akıllı olmanın da bulunduğunu düşünüyorum.
Yavaş yol alıyorlardı, çünkü Wang-Fo geceleri gezegenleri, gündüzleriyse kızböceklerini seyretmek için duraklıyordu. Yürekleri hafifti; çünkü Wang-Fo eşyaların kendilerini değil, imgelerini severdi ve dünyada fırçaların, çini mürekkeplerinin, lake boya kutularının dışında hiçbir şeyin sahiplenilecek kadar değerli olmadığını söylerdi. Yoksuldular, çünkü Wang-Fo resimlerini bir tas arpa çorbasıyla takas eder, gümüş paraları küçümserdi. Sırtındaki çizim dolu torbanın ağırlığı altında ezilen çırağı Ling, gökkubbeyi taşırmışçasına saygıdan iki büklüm olurdu; çünkü Ling’e bakılırsa bu torba, karlı dağlar, baharda ırmaklar ve yaz mehtabının yüzüyle doluydu. [sf 11]
O gece Wang, sessizlik bir duvar, kelimelerse duvarın çıplaklığını örtmek için seçilen renklermişcesine konuşuyordu. [sf 12]
Birlikte yürüdüler, Ling'in elinde bir fener vardı. Işığı su birikintilerine beklenmedik alevler yansıtıyordu. O gece Ling, evinin duvarlarının sandığı gibi kırmızı olmadığını, gerçekte çürümeye yüz tutmuş bir portakal renginde olduğunu farketti. Avluda o zamana kadar kimsenin dikkatini çekmemiş olan bir çalı bulunduğunu gördü ve bunu saçlarını kurutan genç bir kadına benzetti. Geçitte, duvarın çatlağındaki bir karıncanın ürkek yürüyüşünü seyretti ve bu hayvancıklara duyduğu tiksintinin ansızın silindiğini hissetti. O zaman Ling, Wang-fo'nun kendisinin yepyeni bir algıyla yeni bir bakış açısına sahip olmasına yol açtığını anlayarak, ihtiyara, annesiyle babasının öldükleri odayı açtı. [sf 13]
Bu derin sessizlikte akan gözyaşları bile olsa duyabilirdi insan. [sf 26]
Dağdaki ağaçları altın sarısıyla eflatuna bürünmüş peri kızlarına dönüştürerek geldi sonbahar. Fakat peri kızlarının yazgısında ilk soğuklar başlarken ölmek de vardır. Dökülmüş Çiçekler Köyü Hanımı, Genci'ye kızıl kahverengileri, morumsu kahverengileri, kül rengine çalan kahverengileri anlatıyor, bütün bunlara yeri gelmişken değiniyormuş gibi görünmeye de özellikle özen gösteriyor, ona yardım elini uzattığını açık seçik ortaya koymaktan her seferinde kaçınıyordu. [sf 67]
İstanbul'da paşalardan birinin başlıca gururu ve sevinci olan bir lâle bahçesinin güzelliğini seyretme fırsatı bulmuştu bir seferinde. Paşa ömürleri kısa süren bu çiçeklerden yapılma haremin tezyinat işini Cornelius'a vermişti. Mermer bir avluda, bir araya toplanmış lâleler o renk cümbüşünün türküsünü hışırtılarla, kırılıp dökülmelerle söylemişlerdi. Fıskıyeli havuzda bir kuş ötmüştü; servilerin tepeleri göğün solgun maviliğini yarıp delmek istercesine kıpırdaşmışlardı. [sf 128]
ne kadar değişik kitaplar keşfediyorsun, bize tanıtıyorsun Biblio'cum eline sağlık:)
YanıtlaSilRica ederim, keşke senin gibi düzenli ekleyebilsem 💕
Sil