tag:blogger.com,1999:blog-61936971085007216792024-03-13T21:23:03.258+03:00! _ ❤ GECE KÜTÜPHANESİ ❤ _ !Sinema ve Edebiyat yazıları..Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.comBlogger595125tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-49962170264203619742021-10-06T08:36:00.001+03:002021-10-06T08:46:14.763+03:00GÖLGEYE ÖVGÜ Junichiro Tanizaki<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-Rt6jpMIXosg/YV0khsF_vGI/AAAAAAAAIgc/xTVyqMjjoIAcLzpKvWxhAWtKsLFdgOqUACLcBGAsYHQ/s600/3673C9D3-D632-4714-9AEF-9AD60ABD2AA5.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: inherit;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="391" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-Rt6jpMIXosg/YV0khsF_vGI/AAAAAAAAIgc/xTVyqMjjoIAcLzpKvWxhAWtKsLFdgOqUACLcBGAsYHQ/w261-h400/3673C9D3-D632-4714-9AEF-9AD60ABD2AA5.jpeg" width="261" /></span></a></div><span style="font-family: inherit;">Yayın Evi: Jaguar Kitap</span><div><span style="font-family: inherit;">Basım Yılı: Mart 2019</span></div><div><span style="font-family: inherit;">Sayfa Sayısı: 80</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="font-family: inherit;">Tanizaki'nin sanat, mimari ve estetik anlayışına dair yazılarından oluşan Gölgeye Övgü'yü adeta bir <a href="http://bibliofk.blogspot.com/2021/01/cay-kitabi-okakuro-kakuzo.html" target="_blank">Çay Kitâbı</a> kadar hoş bulduğumu, okurken keyif aldığımı hatırlıyorum ama yeniden okumam lazım.</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="background-color: black; color: #ffe599; font-family: inherit;">Saçakları güneş ışınları zar zor ulaştığı oturma odasının ötesine dek uzatıyoruz ya da bir veranda yaparak güneş ışığını yine uzakta tutuyoruz. Bahçeden gelen ışık ise şojilerden hafifçe içeri sokuluyor ve bizim için bir odayı güzel kılan işte bu dolaylı ışık. Hüzünlü, kırılgan, ölmekte olan güneş ışınları mutlak bir sükûnete dalsın diye duvarlarımızı soğuk renkli bırakıyoruz. Ardiye, mutfak, hol ve bunun gibi yerlerin duvarlarında parlak bir cila olabilir ancak oturma odasının duvarları hemen hemen her zaman ince kum dokulu kil olacaktır. Buradaki herhangi bir pırıltı, cılız ışığın yumuşak, kırılgan güzelliğini yok edecektir. Loş bir duvarın yüzeyine tırmanmış, kalan kısa ömürlerini orada geçirecek soluk ışınların narin parıltısının görüntüsünden keyif alıyoruz. Bu görüntüden hiç bıkmıyoruz, bizim için bu soluk parıltı ve bu loş gölgeler herhangi bir süsten çok daha görkemli. Parıltıyı bozmamak adına kum duvarları, tek bir nötr renkle boyuyoruz. Bu ton odadan odaya farklılık gösterebilir ancak bu fark çok küçük olacaktır; tonu değişmiş bir renk değildir bu, adeta sadece bakanın haletiruhiyesinde var olan bir farklılıktır. Ve duvarları rengindeki bu ince farklıklar sayesinde her odanın gölgesi kendine has bir renk alır. [sf 35]</span></div><div><span style="background-color: black; color: #ffe599; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; white-space: pre-wrap;"><span style="background-color: black; color: #ffe599; font-family: inherit;">Biz Doğulular, ücra yerlerde gölgeler oluşturur, oralarda güzelliği ararız.
"Topladığın çalıları istiflediğinde olur sana bir kulübe; çekip ayırdığında karşında durur yine bir tarla."
Bizim düşünme şeklimiz budur. Güzelliği şeyin kendisinde değil ama gölgelerin desenlerinde, ışık ve karanlıkta, birinin diğeri üzerine vurduğu yerde buluruz.</span></span></div><div><span style="font-family: inherit;"><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; white-space: pre-wrap;"><span style="background-color: black; color: #ffe599;">Fosforlu bir mücevher karanlıkta parıldayıp rengini gösterirken gün ışığında bütün güzelliğini yitirir. Eğer gölgeler olmasaydı güzellik de olmazdı.</span></span><span style="background-color: black; color: #ffe599; white-space: pre-wrap;"> [sf 53]</span></span></div><div><span style="background-color: black; color: #ffe599; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; white-space: pre-wrap;"><span style="background-color: black; color: #ffe599; font-family: inherit;">Yaşlandıkça her şeyin geçmişte daha iyi olduğunu düşünmeye başlıyoruz.
Bir yüzyıl önceki yaşlılar iki yüzyıl geri gitmek isterlerken iki yüzyıl öncekiler de üç yüzyıl geri gitmek istiyorlardı.
İnsanların memnun olduğu bir çağ olmadı.. [sf 69]</span></span></div><div><span style="background-color: black; color: #ffe599; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="background-color: black; color: #ffe599; font-family: inherit;">Japonların edebi stil konusundaki en eski ve yerleşik görüşlerinden birine göre çok bariz bir yapı yapaydır, çok düzgün bir izahat kalbin düşüncelerini tahrif eder, arayan aklın en doğru temsili basitçe 'fırçayı takip etmek'tir.* Bizim 'bilinç akışı' dediğimiz tekniğin aslında Japon edebiyatının antik tarihinde var olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Japon yazarlar özetleme ve sesletimin gücünden bihaber değillerdi. Daha ziyade belli konuların (duyguların kararsızlığı, aklın kısa sürede algılamaları gibi), zihinsel sürecin düzenlice paketlediği sonuçlarının değil de belirsizliğini taşıyan bir stilde aktarılmasının daha iyi olduğunu düşünüyorlardı. [sf 77] </span></div><div><span style="background-color: black; color: #ffe599; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="background-color: black; color: #ffe599; font-family: inherit;">*Tsurezuregusa 'fırçayı takip et' anlamındaki, aklına geleni yazma eylemi. Edebiyat tarihinde deneme türünün atası kabul edilir. En önemli örneği Yoşida Kenko'nun aynı isimdeki eseridir.</span></div><div><span style="background-color: black; color: #ffe599; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; white-space: pre-wrap;"><span style="background-color: black; color: #ffe599; font-family: inherit;">Sanat bizim günlük hayatlarımızın bir parçası olarak yaşanmalı yoksa ondan vazgeçelim daha iyi. [sf ?]</span></span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-32664742788111243752021-10-06T07:18:00.002+03:002021-10-06T07:19:57.563+03:00UYKU Haruki Murakami <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-CNzTlZSYfsE/YV0clReL4xI/AAAAAAAAIgU/zvyzsndaRNoK7n1zfnWOcFTuF0Dg3NxrQCLcBGAsYHQ/s595/6A40A1CD-6BF5-42CE-8F89-A85C719B0A23.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="595" data-original-width="398" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-CNzTlZSYfsE/YV0clReL4xI/AAAAAAAAIgU/zvyzsndaRNoK7n1zfnWOcFTuF0Dg3NxrQCLcBGAsYHQ/s320/6A40A1CD-6BF5-42CE-8F89-A85C719B0A23.jpeg" width="214" /></a></div>Yayın Evi: Doğan Kitap <div>Basım Yılı: Şubat 2016</div><div>Sayfa Sayısı: 90</div><div><br /></div><div>Görünürde sıkıcı, metaforlarını çözmeye başladığınızda hayranlık uyandıran bir hikaye olarak bahsedilen, Murakami'nin ilginç öykülerinden biri. </div><div><br /></div><div><span style="color: #9fc5e8;">Uyku, birdenbire uyuyamaz hale gelen fakat günler geçmesine rağmen bununla ilgili hiçbir sıkıntı hissetmeyen evli, çocuklu bir kadının hayatından bir kesiti anlatıyor. </span></div><div><br /></div><div>Yemek hazırlama sahneleri, tekdüze evlilik hayatı v.b. yanlarıyla bana biraz <a href="http://bibliofk.blogspot.com/2020/12/zemberekkusunun-guncesi-haruki-murakami.html" target="_blank">Zemberekkuşu'nun Güncesi</a>'ni hatırlattı. </div><div><br /></div><div><span style="color: #6fa8dc;">Artık uyuyamaz hale geldiğim ilk geceyi çok net hatırlıyorum. O gece kötü bir rüya gördüm. Çok karanlık, insanın tenine yapışıp kalan bir rüya. Rüyanın içeriğine varana kadar anımsamıyorum. Hatırladığım, telimde bıraktığı uğursuz dokunuş hissiydi. Bir rüyanın en önemli yerinde uyandığım. Rüyanın içerisinde biraz daha kalacak olursam, geri dönmem mümkün olmayacağı tehlikeli noktada, gizli bir el tarafından geri çekilivermiş gibi, gözlerimi aniden açıverdim. Uyandıktan sonra bir süre sesli sesli soluk alıp verdim. Ellerim, ayaklarım uyuşmuş, doğru düzgün hareket etmiyordu. Bir süre kımıldamadan durdum. Sanki bir mağaranın boşuna asılı duruyor gibiydim. Yalnızca kendi soluklarım yankılandı durdu. [sf 25]</span></div><div><span style="color: #6fa8dc;"><br /></span></div><div><span style="color: #6fa8dc;">Acaba en son ne zaman bir kitabı baştan sona okuyabildim? Bir de, acaba hangi kitaptı okuduğum? Ne kadar düşündüysem de o son kitabın adı aklıma gelmedi. İnsanın yaşamı nasıl oluyor da böylesine değişip, tam tersi bir hal alabiliyor, dedim içimden. Bir zamanlar tutkuyla, durmaksızın kitap okuyan o eski ben nereye gitmişti acaba? O yılların, o anormal denebilecek şiddetteki tutkunun anlamı neydi benim için? [sf 40]</span></div><div><span style="color: #6fa8dc;"><br /></span></div><div><span style="color: #6fa8dc;">Koltuğa oturup, kaldığım yerden Anna Karenina’yı okumaya başladım. Tekrar okuyunca anladım ki belleğimde Anna Karenina'da anlatılanlarla ilgili neredeyse hiçbir şey kalmamıştı. Karakterleri, sahneleri, neredeyse hiç anımsamıyordum. Tamamen farklı bir kitap okuduğum hissine kapıldım. Ne tuhaf, dedim içimden. İlk okuduğumda çok etkilendiğimden şüphem yoktu, ama sonuçta, aklımda hiç yer etmemişti. Yaşamış olmam gereken duygulanımlar, içimi titreten, kabaran hisler belli ki tamamen silinip gitmişti. [sf 45]</span></div><div><span style="color: #6fa8dc;"><br /></span></div><div><span style="color: #6fa8dc;">Kocamın uykuya daldığından emin olunca, oturma odasındaki koltuğa oturup kitabımı açıyordum. İlk bir hafta boyunca Anna Karenina‘yı üst üste üç defa okudum. Tekrar tekrar okudukça yepyeni şeyler keşfediyordum. Bu dev roman çok farklı keşifler, çok farklı gizemlerle doluydu. İçiçe geçirilmiş kutular gibi, dünyanın içinde küçük başka bir dünya, o küçük dünyanın içinde daha da küçük dünyalar vardı. Dahası bu dünyalar birbirine geçmiş halde başlı başına bir evreni oluşturuyordu. Bu evren kadim zamanlardan beri oradaydı ve okurun keşfetmesini bekliyordu. Bir zamanlar ben, bu evrenin hepi topu küçük bir kırıntısını kavrayabilmiştim. Fakat artık, net olarak görüyor ve anlıyordum. Tolstoy adlı yazarın orada ne anlatmaya çalıştığını, okurların bu kitaptan ne kapmasını istediğini, vermeye çalıştığı mesajı nasıl da organik bir şekilde kristalleştirerek bir roman haline getirdiğini ve bu romandaki nelerin sonuçta yazarın ötesine geçtiğini… Artık görebiliyordum. [sf 70] </span></div><div><span style="color: #6fa8dc;"><br /></span></div><div><span style="color: #6fa8dc;">Hangi istasyona ayarladıysam, hepsi can sıkıcı Japonca rock müzikler çalıyordu yalnızca. İnsanın dişlerin çürütecek kadar tatlı sözlerle dolu vıcık vıcık aşk şarkıları.[sf 84]</span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-86016435210562963892021-10-04T07:16:00.000+03:002021-10-04T07:16:05.944+03:00DOĞUMGÜNÜ KIZI Haruki Murakami<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-lQiLGYd0ZaQ/YVp6NoBtfYI/AAAAAAAAIgI/MGJyENoN104ub5wtT19oKcNXvCaj7YxRACLcBGAsYHQ/s400/76CA7537-5A15-466C-B98C-4B14C6FC0526.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="270" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-lQiLGYd0ZaQ/YVp6NoBtfYI/AAAAAAAAIgI/MGJyENoN104ub5wtT19oKcNXvCaj7YxRACLcBGAsYHQ/w270-h400/76CA7537-5A15-466C-B98C-4B14C6FC0526.jpeg" width="270" /></a></div>Yayın Evi: Doğan Kitap <div>Basım Yılı: Mayıs 2019</div><div>Sayfa Sayısı: 65</div><div><br /></div><div><span style="color: #f4cccc;">Yirminci doğumgününde vardiyasını değiştireceği kız hasta olduğu için restorandaki garsonluk işine devam etmek durumunda kalan genç bir kız, müdürün hergün yemek çıkardığı fakat o güne dek ondan başka kimsenin görmediği restoran sahibi ve gerçekleşeceğine inanılan bir doğumgünü dileği..</span></div><div><br /></div><div>Doğumgünü Kızı'nın gizemli, masalsı bir havası var. Ve içerisinde şahane çiçek illüstrasyonları bulunuyor. Bu hikaye de ciltli fakat şömizsiz basılmıştı ki, hem muhafaza etmesi daha kolay hem de daha hoş görünüyor diye düşünüyorum. </div><div><br /></div><div><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; background-color: black; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #e06666; font-family: inherit;">...yaşananların bir hayal olduğunu düşünüyorum bazen. Sanki bir şey olmuş ve ben gerçekte olmamış şeyleri olmuş gibi hayal etmişim gibi. [sf 53]</span></span></div><div><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; background-color: black; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #e06666; font-family: inherit;"><br /></span></span></div><div><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; background-color: black; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #e06666; font-family: inherit;">Yüksek sesle gülünce yüzündeki solgun gülümsemenin gölgesi de kayboluverdi. [sf 57]</span></span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-43635997278815334742021-10-04T06:49:00.002+03:002021-10-04T07:18:25.385+03:00FIRIN SALDIRISI Haruki Murakami <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-Rks6i795ztU/YVp0BGdhXPI/AAAAAAAAIgA/oflEji6KEdsLZZ-GGeFdaGe-xe3xJFEaQCLcBGAsYHQ/s600/F323FE28-5BC5-4238-A5A0-CAFA2F8C1F91.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: inherit;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="379" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-Rks6i795ztU/YVp0BGdhXPI/AAAAAAAAIgA/oflEji6KEdsLZZ-GGeFdaGe-xe3xJFEaQCLcBGAsYHQ/w253-h400/F323FE28-5BC5-4238-A5A0-CAFA2F8C1F91.jpeg" width="253" /></span></a></div><span style="font-family: inherit;">Yayın Evi: Doğan Egmont</span><div><span style="font-family: inherit;">Basım Yılı: 2017</span></div><div><span style="font-family: inherit;">Sayfa Sayısı: 75</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="font-family: inherit;">Bir kitapta toplanıp basılabilecek hikayelerin, tek tek ciltli ve illüstrasyonlu olarak yayınlanmasına tepki gösterenler olsa da Murakami'nin Uyku, <a href="https://bibliofk.blogspot.com/2021/10/tuhaf-kutuphane-haruki-murakami.html" target="_blank">Tuhaf Kütüphane</a>, Fırın Saldırısı ve <a href="https://bibliofk.blogspot.com/2021/10/dogumgunu-kizi-haruki-murakami.html" target="_blank">Doğumgünü Kızı</a> hikayelerinin böyle özel basımlı hallerini okumanın keyifli olduğunu düşünüyorum. Bu hikayelerin içinde bulunduğu After the Quake, Elephant Vanishes gibi hikaye derlemeleri de bir gün tamamen çevrilip yayınlanır belki.</span></div><div><span style="background-color: black; color: #93c47d; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; background-color: black; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #93c47d; font-family: inherit;">Kadın ayçörekleri ve hamur kızartmasına bakmaya devam ediyordu. Bir tuhaflık var. Hiç doğal durmadı. Ayçöreği ile hamur kızartması asla yan yana konmamalı, diye düşünüyordu sanki. İki ayrı ekmek türünün farklı ideolojisi olduğunu hissediyor gibiydi. [sf 15]</span></span></div><div><span style="background-color: black; color: #93c47d; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; background-color: black; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #93c47d; font-family: inherit;">Bu tuhaf eksiklik duygusu - var olmamanın varoluşsal gerçeği- yüksek bir kulenin en tepesine çıkıldığında hissedilen, bedeni felç eden korku gibiydi. [sf 37]</span></span></div><div><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; background-color: black; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #93c47d; font-family: inherit;"><br /></span></span></div><div><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; background-color: black; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #93c47d; font-family: inherit;">Kül tablasının yanında altı adet açma halkası, denizkızından dökülmüş pullar gibi duruyordu. [sf 45]</span></span></div><div><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; background-color: black; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #93c47d; font-family: inherit;"><br /></span></span></div><div><span face="Roboto, sans-serif" style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; background-color: #fff9e9; font-size: 16px; white-space: pre-wrap;"><br /></span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-24930114887236120932021-10-01T06:01:00.003+03:002021-10-01T06:01:21.867+03:00TUHAF KÜTÜPHANE Haruki Murakami <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-6bhORG-DcFc/YVUvjE16njI/AAAAAAAAIf4/1nJR1hKaPNgIiuzVTwCo2lr0-I8njlVIgCLcBGAsYHQ/s595/56EDDB79-91D1-4D9F-A8C7-2D553931A6F6.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="595" data-original-width="413" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-6bhORG-DcFc/YVUvjE16njI/AAAAAAAAIf4/1nJR1hKaPNgIiuzVTwCo2lr0-I8njlVIgCLcBGAsYHQ/w278-h400/56EDDB79-91D1-4D9F-A8C7-2D553931A6F6.jpeg" width="278" /></a></div></div>Yayın Evi: Doğan Kitap <div>Basım Yılı: Aralık 2016</div><div>Sayfa Sayısı: 62</div><div><br /></div><div><span style="color: #fff2cc;">Kütüphaneye okuduğu kitapları teslim edip merak ettiği birkaç tanesini almak için giden genç bir çocuk, 107 numaralı odadaki yaşlı adam, bodrumdaki Koyun Adam, güzel bir genç kız ve sığırcık kuşu, deri ayakkabılar, tatlı çörekler, bilgiyle dolu lezzetli beyinler ve çocuğun onu endişeyle bekleyecek olan annesi.. </span></div><div><br /></div><div>Tuhaf Kütüphane, tadımlık, kısa bir hikaye. <a href="http://bibliofk.blogspot.com/2012/09/sahilde-kafka-haruki-murakami.html">Sahilde Kafka</a> ile <a href="http://bibliofk.blogspot.com/2015/09/haslanmis-harikalar-diyari-ve-dunyanin.html">Haşlanmış Harikalar Diyârı ve Dünyanın Sonu</a> romanlarını anımsatan küçük bir kapsül gibi. İki romanı da hayli keyifle okumuştum. </div><div><br /></div><div><span style="color: #ffd966;">'Sen sesli konuşamıyor musun?' diye sordum kıza.</span></div><div><span style="color: #ffd966;">'Hayır, küçükken ses tellerimi tahrip ettiler.'</span></div><div><span style="color: #ffd966;">'Tahrip mi ettiler?' dedim hayretle. 'Kim yaptı bunu?'</span></div><div><span style="color: #ffd966;">Kız bu sorumu yanıtlamadı. Tatlı bir şekilde gülümsedi sadece. Öylesine neşe saçan bir gülümsemeyideki etrafımdaki havanın inceldiğini hissettim. [sf 30]</span></div><div><span style="color: #ffd966;"><br /></span></div><div><span style="color: #ffd966;">Labirentlerin zor yanı, seçtiğin yolun doğru olup olmadığını, sonuna kadar gitmeden bilememendir. Sonuna kadar ilerleyip de yolu karıştırdığını anladığında, geri dönüp baştan başlamak için çok geç olabilir. İşte labirentlerin sorunlu noktası da budur. [sf 52]</span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-89819183923579369702021-09-30T06:26:00.001+03:002021-09-30T06:26:27.753+03:00KÜÇÜK ŞEYLER Sâmipaşazâde Sezâi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-JBPLAOiHH8Q/YVUf2QsF9JI/AAAAAAAAIfo/7SrX6z1agwIo9nkPROtR_IlwMFCw0ZkYwCLcBGAsYHQ/s600/E8216221-7713-49B7-9BC9-67560FA1D182.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="363" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-JBPLAOiHH8Q/YVUf2QsF9JI/AAAAAAAAIfo/7SrX6z1agwIo9nkPROtR_IlwMFCw0ZkYwCLcBGAsYHQ/w242-h400/E8216221-7713-49B7-9BC9-67560FA1D182.jpeg" width="242" /></a></div>Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları<div>Basım Yılı: Haziran 2019</div><div>Sayfa Sayısı: 72</div><div><br /></div><div><i><span style="color: #fce5cd;">'Dünyada bir zerre yoktur ki güzel yazılmak suretiyle önemli bir konu olarak kabul edilmesin. (…)</span></i></div><div><i><span style="color: #fce5cd;"><br /></span></i></div><div><i><span style="color: #fce5cd;">En ayrıntılı, en mükemmel kitaplarda bazı küçük şeyler eksiktir ki, o küçük şeylerin edebiyat açısından önemi pek büyüktür.' </span></i></div><div><br /></div><div>Mehmet Kaplan'ın Hikaye Tahlilleri'nde Sâmipaşazâde Sezâi'nin. Pandomima hikayesi ile karşılaştığımda hayrete düşmüştüm. Minik bir mücevher gibi zarif ve modern bir hikayeydi, son derece dokunaklıydı da. Anlamak, sevip benimsemenin önemli bir vesilesi olduğundan, hikayenin o derin ve güzel analizinin de bunda önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Fakat daha sonra yazarın başka bir hikayesini okumadım, Küçük Şeyler'e dek. </div><div><br /></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Kitaptaki hikayeler: Bu Büyük Adam Kimdir?, Hiç, Kediler, İki Yüz Elli Kuruşa Bir Asır, Düğün, Bir Kitâbe-i Seng-i Mezar, Bir Mezartaşı Yazıtı, Arlezyalı, Pandomima.</span></div><div><br /></div><div>Alphonse Daudet'in öyküsü Arlezyalı'yı kendi edebi duyarlılığına yakın bulduğu için çevirerek kitabına ekleyen Sâmipaşazâde Sezâi'nin hikayeleri arasında acı bir kaybın ardından yazdığı bir ağıt da bulunuyor. Küçük Şeyler'i günümüz diline döndürürken asıl metnin şiirsel üslûbuna kayıtsız kalamayarak bu ağıtın iki halini de yayınlamışlar, pek iyi olmuş. </div><div><br /></div><div><span style="color: #f6b26b;">Hâlâ düşündükçe gözümün önüne gelir. Orada, o ağaçlıkta daha pek taze olan ağaçlardan birinin verem olduğunu gördüm. Bu ağaçlığın capcanlı ve ışıl ışıl olduğu baharda o ince, o küçük ağacın dalları, yaprakları sarkmış, kederli ve düşünceli bir halde duruyordu. Sonraları en hafif rüzgâra karşı titrer, damla damla akan gözyaşları gibi küçük küçük yaprakları yere dökülür oldu. Narin vücudu akşamların rutubetinden etkilenmeye, rengi ve kokusu sabahın şebnemlerinden solup uçmaya başladı. Daima semadan bir şey bekler gibi duran ve günden güne sararıp solan bu güzel ağacın haline bütün kainat içinde yalnız seher, her sabah birkaç damla gözyaşı dökerdi.</span></div><div><span style="color: #f6b26b;"><br /></span></div><div><span style="color: #f6b26b;">Bir zamanlar burada buluştukları halde artık kelebekler etrafında uçuşmamaya, kuşlar göğe değen başını teşrif etmemeye başladılar. Dokunaklı şey! Dallarında ne yeşil bir yaprak, etrafında ne beyaz bir kelebek, üzerinde ne bir kuş!… İşte bu halde kuruyup bitti.</span></div><div><span style="color: #f6b26b;"><br /></span></div><div><span style="color: #f6b26b;">Bununla beraber, bu koruda şairane fikirlere basamak olacak kadar, meşe gibi, şimşir gibi büyümesi devirlere muhtaç olan yüksek ağaçlar vardı. Bazen bir karatavuk ağaçlığın başından girip ıslık çalarak bu yeşil kubbenin altından hızla uçup geçerdi. Bazen gün batımı bu koruya aksedince ağaçların tepeleri parlak bir yeşil, ortaları uçuk pembe, kökleri mavi görünürdü. Bazen şafak bu koruya ışıktan bir pencere yapar, o pencereden uçup gelen bir kuş, kanatlarını bu yeni ortaya çıkan ışığa karşı sallayarak o esnada heyecanlanan kalbe, şüphelerin karanlığı arasında uzaktan uzağa hatırladığı bilmem hangi aydınlık âlemden dem vururdu. Bir bülbülün, parıldayan yıldızların ta ufuklara kadar dokunduğu bir gecede, siyah, nokta kadar küçük gözlerini semanın sonsuz laciverdine çevirerek icra ettiği nağmeleri, o yüksek ve ruhu besleyen sesi kalbimde yuva yaptığı için hala gözlerimi kapayıp dinlesem, bir harabeden yükselen hüzünlü bir feryat gibi kulaklarıma gelir; bazen benden uzaklaşarak, kâh coşup kâh ara vererek deruni bir sesle öterdi. O sesin uzaktan, gecenin sessizliği içinde şeffaf bir havuza damlayan su gibi damla damla ruhumun işini döküldüğünü hissetmiştim. O gece sabaha dek gözlerimi bir dakika bile yummadım. [sf 26-27]</span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-30772961760735499832021-09-28T06:27:00.001+03:002021-09-28T06:27:50.157+03:00KOŞMASAYDIM YAZAMAZDIM Haruki Murakami <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-TutALSC5mR8/YVKD1qHDctI/AAAAAAAAIfc/4AEbgY0iwccTnfJv7k_IytMcscaJMN-cwCLcBGAsYHQ/s600/8AE38D71-6CC6-43EB-B193-6D4592486A73.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="413" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-TutALSC5mR8/YVKD1qHDctI/AAAAAAAAIfc/4AEbgY0iwccTnfJv7k_IytMcscaJMN-cwCLcBGAsYHQ/w275-h400/8AE38D71-6CC6-43EB-B193-6D4592486A73.jpeg" width="275" /></a></div>Yayın Evi: Doğan Kitap <div>Basım Yılı: 2018</div><div>Sayfa Sayısı: 171</div><div><br /></div><div>Murakami'nin kurgu dışı, konuşur gibi yazdıklarını okumayı</div><div> -maraton koşusuna hazırlanmak gibi hiç alakasız bir konudan bahsetse dahi- eğlenceli buluyorum. Hayatını böyle bir disipline sokmasının yazma konusundaki becerisine nasıl bir etkisi olduğunu anlatıyor. </div><div><br /></div><div><span style="color: #f6b26b;">Roman yazmanın sağlıksız bir eylem olduğu doğrultusundaki kanıya, temelde katılmıyorum. Biz roman yazmaya çalıştığımızda, yani cümleleri kullanarak bir öyküyü ortaya çıkartmaya çalıştığımızda, insanlığın temelinde bulunan zehir gibi bir şeyi istemesek de çekip çıkarır, görünür kılarız. Yazarlar az çok zehire maruz kalır. Tehlikenin farkında olarak ustalıkla bu zehri etkisiz kılmak durumundadırlar. Bu zehir işin içine girmediği sürece, gerçek anlamda yazma eylemi ortaya konulamaz çünkü (tuhaf bir benzetmeyle söyleyecem, ama balon balığının zehirli kısmının aynı zamanda en lezzetli kısmı olmasıyla tıpatıp benzeyen bir durum galiba). Bunun, ne şekilde düşünürsek düşünelim, sağlıklı bir eylem olduğu söylenemez herhalde.</span></div><div><span style="color: #f6b26b;"><br /></span></div><div><span style="color: #f6b26b;">Kısacası sanatsal eylem; özünde, ortaya çıkış şekline bakıldığında, sağlıksız, antisosyal unsurları bünyesinde barındırır. Ben bunu rahatlıkla kabul edebilirim işte bu yüzden yazarlar (sanatçılar) arasında gerçek yaşantısında toplumu dışlayan, hatta asosyal tavırlar içerisine giren insanlar az değildir. Bunu da anlayabilirim. Aynı zamanda böylesi bir durumu da asla reddetmeye kalkmam.</span></div><div><span style="color: #f6b26b;"><br /></span></div><div><span style="color: #f6b26b;">Fakat düşünüyorum da, uzun süre profesyonel olarak roman yazmayı sürdürmeyi diliyorsak, içeride yatan böylesi tehlikeli (bazi durumlarda can alıcı da olabilir) o zehirli öze direnmek için kendimize ait bir bağışıklık sistemi oluşturmamız gerekir. Böylelikle daha güçlü ve doğru bir şekilde zehrin üstesinden gelebiliriz. Farklı bir deyişle, daha güçlü bir öykü ortaya çıkarır hale gelebiliriz. Sonra kendi bağışıklık sistemimizi oluşturup, uzun süre ayakta tutabilmek için az buz sayılamayacak bir enerji de gereklidir. Bir yerlerden o enerjiyi bulmak zorundayızdır. Hem kendi vücudumuzun gücü dışında bu enerjiyi başka nereden bulabiliriz ki?</span></div><div><span style="color: #f6b26b;"><br /></span></div><div><span style="color: #f6b26b;">Yanlış anlaşılmasını istemem, ama bu yöntemin bir yazar içine yegâne doğru yol olduğunu iddia ediyor değilim. Edebiyatta çok farklı türden anlatılar olduğu gibi, yazarlar arasında da farklı türden yazarlar vardır. (…)</span></div><div><span style="color: #f6b26b;"><br /></span></div><div><span style="color: #f6b26b;">Gerçekten sağlıksız olan şeylerle uğraşmak için insanlar mümkün olduğunca sağlıklı olmak zorundadır. Bu benim tezim. Yani sağlıksız bir ruh bile, yine sağlıklı bir vücuda gereksinim duyar. Bir paradoks gibi gelebilir. Fakat bu, profesyonel yazar olduktan sonra edindiğim, kendi bedensel deneyimlerimle hissettiğim bir durum. Sağlıklı ve sağlıksız dediğimiz, asla iki ayrı kutupta yer almaz. Birbirini zıddı şeyler de değillerdir. Bunlar birbirini tamamlar. (…)</span></div><div><span style="color: #f6b26b;"><br /></span></div><div><span style="color: #f6b26b;">Gençlik zamanlarında mükemmel, güzel, güçlü eserler yazan yazarların, bir yaşı geçince koyu bir çürümüşlük rengiyle sarmalandıkları olur. Edebi bezginlik ifadesini tam oturduğu kendine özgü bir çökkünlük yaşarlar. Yazdıkları şeyler, eskisi gibi güzel olabilir. Ayrıca bu bezginlikte de kendince bir tat olabilir. Fakat yazma enerjisinin düştüğü, kim bakarsa baksın, açıkça görülür. Acaba bu, sanatçının vücut gücünün, uğraştığı zehri etkisiz hale getiremeyecek kadar zayıflaması sonucu olamaz mı, diye tahmin yürütüyorum. O güne kadar söz konusu zehri doğallıkla nötrleştiren fiziksel güç, belirli bir zirveyi geçtikten sonra, artık panzehir etkisini gitgide kaybetmiştir. Hal böyle olunca o eskiden beri sürdürdüğü öznel üreticiliğini sürdürmesi zorlaşır. Hayal gücü ve bunu ayakta tutan bedensel güç dengesi bozulmuştur. Geriye, o zamana kadar geliştirdiği teknik ve yöntemleri ustaca kullanarak, son demleri yaşamaktan, eskiden arta kalanları kullanarak bir şekle şemale sokmaktan başka yol kalmamıştır. [sf 98-101]</span></div><div><span style="color: #f6b26b;"><br /></span></div><div><span style="color: #f6b26b;">Profesyonel olarak yazı yazan insanların çoğu gibi ben de bir şeyleri düşünürken aynı zamanda yazarım. Düşündüğüm şeyleri metne dökmek yerine, metni oluşturarak meseleleri düşünürüm. Yazma işlemi aracılığıyla düşüncelerimi şekillendiririm. Tekrar yazıp düzeltmek yoluyla düşüncelerimi derinleştiririm. [sf 119]</span></div><div><span style="color: #f6b26b;"><br /></span></div><div><span style="color: #f6b26b;">Parçalar tamamen yerine oturup da manzaranın bütünü görünür hale gelince, ancak işte o an ilk kez bağımsız parçaların işlevi anlaşılır. Gecenin sona erip gökyüzünün aydınlanmasıyla, o ana kadar sadece hayal meyal görülen evlerin çatılarının şekli ve renklerinin net bir şekilde ortaya çıkışı gibi. [sf 155]</span></div><div><span style="color: #f6b26b;"><br /></span></div><div><span style="color: #f6b26b;">Dünyadaki genel kanı açısından bakacak olursak, hiç de doğru düzgün bir yaşantı diyemeyiz herhalde. Tuhaf, acayip insan, denildiğinde bundan şikayetçi olamayız. Bu yüzden bağlılık hissi gibi ağır bir ifade kullanmasam bile, insanın içini ısıtan bir çeşit ortaklık duygusu bizim aramıza koşulsuz olarak, ilkbahar sonlarında dağların zirvesini bezeyen uçuk renkler gibi varlığını korur. [sf 157]</span></div><div><br /></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-5628158740002133902021-09-28T05:51:00.001+03:002021-09-28T05:51:42.662+03:00LEVÂYİH-İ HAYAT Fatma Aliye <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-PCN5lexyook/YVJ8tgZwnlI/AAAAAAAAIfU/lHlOUwzhBvUdcgv_WTBPOoja9enWcxA5gCLcBGAsYHQ/s573/40DDE4B2-47B6-419E-90EF-69B1F34BBABD.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="573" data-original-width="344" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-PCN5lexyook/YVJ8tgZwnlI/AAAAAAAAIfU/lHlOUwzhBvUdcgv_WTBPOoja9enWcxA5gCLcBGAsYHQ/w240-h400/40DDE4B2-47B6-419E-90EF-69B1F34BBABD.jpeg" width="240" /></a></div>Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları<div>Basım Yılı: Mart 2020</div><div>Sayfa Sayısı: 51</div><div><br /></div><div>İş Bankası'nın Türk Edebiyatı Klasikleri serisiyle sevgi-nefret ilişkim var. Okurken, modern dile çevrildiği için kimbilir ne güzel kelimeleri kaçırıyorum diye huzursuz oluyorum. Çeviri hakikaten doğru bir kelime olabilir, bir eserin tercümesi ne olsa onun yerini tutmaz. </div><div><br /></div><div><span style="color: #9fc5e8;">Hanımlara Mahsus Gazete'de 1899-1900 yıllarında tefrika edilmiş bu roman kızkardeşler ve arkadaşlar arasında gidip gelen, evlilik, aşk, kadının aile ve toplumdaki yeri gibi konulardan bahseden mektuplardan oluşuyor. </span></div><div><br /></div><div>Fatma Aliye'nin Levâyih-i Hayat kitabının bu baskısını okuduktan sonra Turkuvaz Kitap'tan çıkan latin harfleriyle orijinal metni de edindim, içim rahat etti. Her sayfanın altına artık sık kullanılmayan kelimelerin mânâlarını da ekleyerek güzel bir iş çıkarmışlar.</div><div><br /></div><div><span style="color: #6fa8dc;">Takdire layık bir kocanın kıymetini bilmemek ne kadar alçaklıksa, rezalet ve zevke dalıp, âlemin maskarası olacak hallerde bulunan değersiz ve itibarsız kimseleri sevmek de kendi gönlünü rezil etmekten başka nedir? Bence saygı layık olan, sevgiye layıktır. İnsan saygıyla yıkılacak şeyler ise rezillikler ve suçlar değildir.</span></div><div><span style="color: #6fa8dc;"><br /></span></div><div><span style="color: #6fa8dc;">Sen nasıl insan sevmek ve sevilmeksizin yaşayamaz diyorsan ben de bir insanı sevmek için ilk önce takdir edebilmek gerekir diyorum. [sf 29]</span></div><div><span style="color: #6fa8dc;"><br /></span></div><div><span style="color: #6fa8dc;">Orijinal:</span></div><div><span style="color: #6fa8dc;"><br /></span></div><div><span style="color: #6fa8dc;">Layık-ı takdir olan bir zevcin kıymetini bilmemek ne kadar denaet ise rezalet ve sefahatte puyan olup âlemin mucib-i hande ve istihzası olacak halette bulunan değersiz, itibarsız kimseleri sevmek de kendi gönlünü terzil etmekten başka nedir? Bence şayan-ı hürmet olan şayan-ı muhabbettir. İnsanı hürmete layık kılacak şeylerse rezail ve hatiat değildir.</span></div><div><span style="color: #6fa8dc;"><br /></span></div><div><span style="color: #6fa8dc;">Sen nasıl insan sevmek ve sevilmeksizin yaşayamaz diyorsan, ben de bir insanı sevmek için evvelce takdir edebilmek lazımdır diyorum. [Turkuvaz Kitap, sf 54-55]</span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-37044355686443298502021-08-16T04:54:00.003+03:002021-08-16T04:57:37.272+03:00BİR GENÇ KIZ YETİŞİYOR Betty Smith<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-ITPOEMK9FDw/YRXOxiLS5xI/AAAAAAAAIeo/VPJczOhqbPIOJBQSj5PUWaxDPKwiywkdgCLcBGAsYHQ/s512/0B4A670F-288C-4B6A-BDB7-200AF0F3B565.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="512" data-original-width="350" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-ITPOEMK9FDw/YRXOxiLS5xI/AAAAAAAAIeo/VPJczOhqbPIOJBQSj5PUWaxDPKwiywkdgCLcBGAsYHQ/s320/0B4A670F-288C-4B6A-BDB7-200AF0F3B565.jpeg" width="219" /></a></div>Yayın Evi: Altın Kitaplar <div>Basım Yılı: 2009</div><div>Sayfa Sayısı: 525</div><div><br /></div><div>1943 yılında basılmış bu kitap, ilkgençliğimde Genç Kızlar romanı ile birlikte o kadar popülerdi ki, sahaflarda, kitapçılarda defalarca gördüğüm, bahsini duyduğum halde niçin okumamıştım, bilmiyorum. Aslında bulüğ çağında okunduğunda beğenilebilecek bir kitap olduğunu, 'O zamanlar okusaydım severdim.' diyeceğimi bilsem de bu eksiği gidermek istedim. </div><div><br /></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Francie girip de kapıyı, kütüphanelerde yapılması geldiği üzere, usulcacık kapadıktan sonra çabucak, kütüphane memurunun yazı masasının ucunda duran ufak, sarıya çalar kahverengi vazoya baktı. Bu, mevsimi bildiren bir vazoydu. İçinde kışın bir iki dal it üzümü, Aralık sonunda da pırnal meşesi bulunuyordu. Francie vazoda kedi tırnağını gördüğü zaman, yerler karla örtülü olsa bile, baharın geldiğini anlardı. Ya bugün, 1912 yazının bu cumartesi gününde vazoda ne vardı? Bakışlarını yavaş yavaş vazodan ince yeşil saplara, küçük yuvarlak yapraklara kaldırdı ve Latin çiçeklerini gördü. Kırmızı, sarı altın rengi ve fildişi gibi beyaz. Bu nefis manzarayı görür görmez karnına bir ağrı saplandı. Bu bütün hayatınca anımsanacak bir olaydı.</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Büyüdüğüm zaman, diye düşündü. Böyle kahverengi bir vazo alacağım ve Ağustos sıcağında içine Latin çiçekleri dolduracağım.</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Elini cilalı masanın ucuna koydu. Bu masaya dokunmak hoşuna giderdi. Yeni açılmış kalemlerin düzgün dizisine, dört köşeli temiz, pembe kurutma kağıdına, kreme benzeyen zamkın şişkin beyaz kavanozuna ve düzgün kart yığınıyla, raflara konmak için bekleyen geri getirilmiş kitaplara baktı. Üstünde tarih damgası olan o ilginç kalem, kurutma kağıdının yanında tek başına duruyordu.</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Evet, büyüyüp kendi evim olduğu zaman ne kadife koltuk isterim ne tül perde. Ne de kauçuk ağacı. Salonunda böyle bir yazı masası, beyaz duvarlar, her cumartesi akşamı temiz pembe bir deste kurutma kağıdı ile bir sıra uçları sivriltilmiş, parlak sarı kurşun kalem, içinde her gün bir çiçek ya da birkaç yaprak olan sarımtırak kahverengi bir vazo ve bir dolu kitap… kitap… kitap…[sf 36]</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Mahalledeki dükkânlar bir kent çocuğunun yaşamında önemli yer tutar. Bu dükkânlar çocuğun yaşamın sürmesini sağlayan nesneler ile yüzyüze getirir. Bu dükkânlarda çocuk ruhunun özlediği güzellikler, yalnızca düşlerinde elde edebileceği erişilmez şeyler vardır.</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Francie'nin belki de en çok sevdiği rehinci dükkânlarıydı. Ama demir parmaklıklı vitrinlerine serpilmiş hazinelerden ve yan kapılardan sessizce giren omzu şallı kadınların verdiği gölgeli serüven duygusundan dolayı değil de, dükkânın ta üstüne asılan ve güneşte ışıldayan rüzgâr estiği zaman, olgun, altın elmalar gibi ağır ağır sallanan üç tane, büyük altın renkli top yüzünden.</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Rehincinin bir yanında bir çörekçi dükkânı vardı; alabilecek kadar parası olanlara, üzerlerindeki kremalara kırmızı kiraz şekerlemeleri konmuş pastalar satardı.</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Diğer yanda Gollender'in boya dükkânı vardı. Vitrinde çatlağı göze batacak şekilde yapıştırılmış bir tabak asılıydı. Tabağın alt tarafında bir delik açılmış bu deliğe de ucunda ağır bir kaya parçası olan bir ip bağlanmıştı. Bu, Majör tutkalının ne denli sağlam olduğunu gösteriyordu. Bazıları tabak demirden yapılmış da, çatlak porselene benzetilerek boyanmış, derlerdi. Ama Francie, onun kırılmış ve tutkalın sağlamlığıyla yine bütünleşmiş gerçek bir tabak olduğuna inanmayı yeğ tutardı. (…)</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Francie'nin en sevdiği dükkânlardan biri de çay, kahve ve baharatdan başka hiçbir hiçbir şey satmayan dükkândı. Bu dükkân sıra sıra cilalı kutular ve insanın aklına yabancı yerler getiren garip, romantik kokularla dolu, heyecan verici bir yerdi. Bir rafta, üstüne siyah çini mürekkebi ile serüven kokan kelimeler yazılmış on, oniki tane kahve kutusu vardı. Brezilya! Arjantin! Türk! Cava! Karışık! Çay daha küçük kutularda dururdu, kapakları eğik, güzel kutular. Bu kutuların üzerinde: Formoza, Çin, Badem Çiçeği, Yasemin, İrlanda Çayı, diye yazardı. Baharatlar, tezgahın arkasındaki minicik kutuların içindeydiler. İsimleri raf boyunca dizilip yürüyüşe çıkmış gibi görünürdü: kimyon, karanfil, tarçın, hint biberi, zencefil, karabiber, adaçayı, kekik, nane, hint cevizi. Alınan biberler her seferinde ufacık bir değirmende çekilirdi.</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Elle çevrilen büyük bir kahve değirmeni vardı. Çekirdek kahve, parlak pirinçten bir huniye konur ve büyük tekerlek iki elle çevrilirdi. Güzel kokulu çekilmiş kahve arkadaki kepçe biçimindeki kırmızı kutuya dökülürdü.</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Çay satan adamın nefis bir terazisi vardı: yirmibeş yılı aşkın bir zamandır her gün silinip parlatılmaktan artık iyice incelmiş olan, altın gibi parlak iki pirinç kefeyi Francie, biraz kahve veya karabiber aldığı zaman dikkatle izlerdi. Üstünde 'Ağırlık' yazan parlak gümüş renkli ağırlık, terazinin bir kefesine konur, alınan güzel kokulu madde de gümüş gibi parlayan bir kepçeyle alınarak hafifçe diğer kefeye boşaltılırdı. Kepçeye bir iki tane daha biber eklenir ya da yavaşça bir iki tane çıkartılırdı. Francie soluğunu tutardı. İki altın renkli kefe hareketsiz kalıp kusursuz bir denge sağladığı dakika çok güzel bir dakikaydı. İnsana eşyanın böylesine düzgün, böylesine dengeli olduğu bir dünyada yolsuz hiçbir şey olamazmış gibi gelirdi.</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Francie için gizemli şeylerin en gizemlisi Çinli'nin tek pencere dükkânıydı. Çinli saç örgüsünü başına dolardı. Katie onun bunu, istediği zaman Çin’e dönebilsin diye yaptığını söylerdi. Örgüsünü bir kez kesti mi onun bir daha Çin'e dönmesine hiçbir zaman izin vermezlermiş. Çinli, siyah terlikli ayaklarını sürüye sürüye sessizce gider gelir ve gömlekler konusunda verilen önergeleri sabırla dinlerdi. Francie bir şey söylediği zaman Çinli ellerini uzun ceketini geniş kollarına sokar ve gözlerini yere indirirdi. Francie onun bilgili ve anlayışlı bir adam olduğunu, tüm dikkatiyle dinlediğini sanırdı. Ama Çinli pek az İngilizce bildiği için onun söylediklerinin hiçbirini anlamazdı. Bildiği bütün İngilizce 'Shortee' sözcüğünden ibaretti. (…)</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">En eğlenceli dakikalar, Çinlinin para bozması gerektiği zamanlardı. Üstüne mavi, kırmızı, sarı ve yeşil toplar geçirilmiş ince çubuklardan yapılma ufak, tahta bir hesap oyuncağı çıkarırdı. Topları çubuklar üstünde ileri geri iter ve bildirirdi. 'Oduz doguz sent.'. O minik minik toplar ona ne kadar para isteyeceğini, geriye kaç para vereceğini gösterirdi. Ah, bir Çinli olmak diye içinden geçirirdi Francie. Para hesaplamak için böyle güzel bir oyuncağı bulunmak, ah, garip fındıklardan canı istediğince yemek ve hiç sobanın üstünde durmadığı halde hep sıcak olan ütüdeki gizi bilmek. Ah, bileğin hızlı bir bükülüşüyle, küçücük bir fırçayla o kara şekilleri boyayabilmek ve bir kelebek kadar narin, duru, kara çizgiler çizmek! İşte bu Brooklyn'deki Doğu esrarıydı. [sf 156-160]</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Bebeğin kar gibi yastığının üstünde bir iki ufacık kan lekesi görür gibi oldu, yüzündeki ince kan çizgisini, annesi kucaklasın diye açılan kollarını… Francie'nin yüreğinde bir acı dalgası kabardı ve geçtiği zaman Francie'yi kırık dökük bıraktı. Bir dalga daha geldi, yüregine çarptı ve çekildi. Francie evlerinin bodrumuna indi, en karanlık köşedeki bir çuval yığınının üstüne oturdu ve içindeki acı dalgaları kabarırken bekledi. Her dalga dağılır ve yeni bir tanesi toplanırken titriyordu. Oturduğu yerde kendisini sıkıyor ve dalgaların dinmesini bekliyordu. Dinmezlerse ölürdü artık… ölürdü. (…)</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Yukarı; kendi katlarını çıktı ve aynaya baktı. Gözlerin altında karanlık gölgeler vardı ve başı ağrıyordu. Mutfaktaki eski muşamba kanepeye uzandı ve annesinin eve gelmesini bekledi. [sf 265]</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Frankie gidip büyük pencerenin yanında durdu. Buradan, yirmi kat aşağıda akan East River'ı görebiliyordu. Bu ırmağı o pencereden son seyredişi olacaktı. Bütün 'son kez'lerde de, ölüm gibi, iç sızlatan bir şey vardır. Francie şimdi, bir daha hiç bu türlü görmemek üzere gördüğüm şey, diye düşündü Ah, son defasında insan her şeyi ne kadar açık görüyor, büyütücü bir ışık tutulmuş gibi. Sonra da, her gün gördüğü zamanlar buna daha sıkı sarılmadığı için yanıyordu.</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Büyükannesi Marie Rommely ne demişti? 'Her zaman her şeye, ilk ya da son kez görüyormuşsunuz gibi bakın. İşte böylece yeryüzünde geçen vaktiniz güzel olur.' [sf 510]</span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-22124705274441286422021-08-01T07:47:00.005+03:002021-08-06T03:57:48.838+03:00RENGİN ÖLÜMÜ Sohrâb Sepehri<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-DHqLGOts8uI/YQX7fbjL4CI/AAAAAAAAIdE/pp389DdYqRo16fvkatpVwHGUOVl30lOvACLcBGAsYHQ/s1155/F0F2EE47-2FE7-40E5-8FF0-F195C01AA8F5.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1155" data-original-width="800" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-DHqLGOts8uI/YQX7fbjL4CI/AAAAAAAAIdE/pp389DdYqRo16fvkatpVwHGUOVl30lOvACLcBGAsYHQ/w278-h400/F0F2EE47-2FE7-40E5-8FF0-F195C01AA8F5.jpeg" width="278" /></a></div>Yayın Evi: Demavend Yayınları<div>Basım Yılı: 2016<div>Sayfa Sayısı: 80</div></div><div><br /></div><div>Sohrâb Sepehri'nin birkaç şiirini tercüme etmeye uğraştıktan sonra, yazdıklarından daha fazlasını okumak istemiştim. Derin, hüzünlü, çok güzel bir lisânı var. Klasik İrân şiirinin ilhâmıyla modern şiire yaklaşan tavrını hissediyorsunuz mısrâlarda. </div><div><br /></div><div>Rengin Ölümü, şairin Sekiz Kitap derlemesinin ilk kitâbı imiş. Bu baskıda Farsça metinlerin olması da takdire şayan bir durum. </div><div><span style="background-color: black;"><br /></span></div><div><span style="background-color: black;"><span style="-webkit-text-size-adjust: 100%; caret-color: rgb(44, 47, 52); font-family: Merriweather; font-size: 17px;"><span style="color: #cc0000;">❥</span></span><span style="-webkit-text-size-adjust: 100%; caret-color: rgb(44, 47, 52); color: #2c2f34; font-family: Merriweather; font-size: 17px;"> </span>Duman Yükseliyor, Tan Ağartısı, Rengin Ölümü, Kuruntu, Zehir Şarkısı.<span style="-webkit-text-size-adjust: 100%; caret-color: rgb(44, 47, 52); color: #2c2f34; font-family: Merriweather; font-size: 17px;"> </span></span></div><div><br /></div><div><span style="color: #e06666;">Gecenin özünü emiyorum</span></div><div><span style="color: #e06666;">Ve bedenin büyüsüne bulanmamış bir rengin peşinde</span></div><div><span style="color: #e06666;">Bakışımla süzüyorum onun kül dolu gözünü</span></div><div><span style="color: #e06666;"><br /></span></div><div><span style="color: #e06666;"><br /></span></div><div><span style="color: #e06666;">Yok oluşumun ardından, nice zamandır</span></div><div><span style="color: #e06666;">Zehir döküyor damarlarıma bu insafsız büyü</span></div><div><span style="color: #e06666;">O sütle karıştırmak için</span></div><div><span style="color: #e06666;">Sonra düşüncesinin izini kaybetmesi için </span><span style="color: #e06666;">düşüncemin,</span></div><div><span style="color: #e06666;">Yumuşak davranıyor bana.</span></div><div><span style="color: #e06666;">Ama ne kadar gafil!</span></div><div><span style="color: #e06666;">Ne kadar da verimsiz onun planları!</span></div><div><span style="color: #e06666;">Her an gülüyor benim nabzım onun düşüncesine.</span></div><div><span style="color: #e06666;">Yeşerdiğini bilmiyor ki</span></div><div><span style="color: #e06666;">Verimli varlığımın onun zehir bataklığında, </span></div><div><span style="color: #e06666;">Ve yine bilmiyor zehrin içinde yıkadığımı</span></div><div><span style="color: #e06666;">Her ağlayışın, her gülüşün bedenini,</span></div><div><span style="color: #e06666;">Dirilir düşüncemin kurdu, zehrin ıslaklığında</span></div><div><span style="color: #e06666;">Zehrin toprağında bitiyor, şiirimin acı bitkisi. [Zehir Şarkısı, sf 79]</span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-69486904288138415382021-08-01T07:28:00.001+03:002021-08-01T07:28:27.017+03:00AŞK DİLİNİN GRAMERİ Kayser Eminpur<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-1kJ-uVC27YY/YQX6lOFdQNI/AAAAAAAAIc8/DSe_hXjJX3s8sMXvvX4rw9OtRu3r26ApwCLcBGAsYHQ/s554/BAEE7BCA-06B1-41B9-AC26-548D7372EAE0.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="554" data-original-width="358" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-1kJ-uVC27YY/YQX6lOFdQNI/AAAAAAAAIc8/DSe_hXjJX3s8sMXvvX4rw9OtRu3r26ApwCLcBGAsYHQ/w259-h400/BAEE7BCA-06B1-41B9-AC26-548D7372EAE0.jpeg" width="259" /></a></div>Yayın Evi: Demavend Yayınları<div>Basım Yılı: 2018</div><div>Sayfa Sayısı: 191</div><div><br /></div><div>Yayınevi şiirleri orijinal metinleriyle de bastığı için, kitabı üzerinde Farsça çalışmak için almıştım. Ancak çok hevesli olmama rağmen Kayser Eminpur'un bu kitabından sadece iki şiirini beğenebildim. </div><div><br /></div><div><span style="color: #76a5af;">ama</span></div><div><span style="color: #76a5af;">harikamız budur bizim:</span></div><div><span style="color: #76a5af;">aşkı götürdük okula, </span></div><div><span style="color: #76a5af;">kısacık koridor boyunca</span></div><div><span style="color: #76a5af;">o küçücük kütüphanede,</span></div><div><span style="color: #76a5af;">yeniden, bir iki an birlikte okuyalım diye</span></div><div><span style="color: #76a5af;">kütüphaneden ödünç aldığımız</span></div><div><span style="color: #76a5af;">o eski kitabı, </span></div><div><span style="color: #76a5af;">-yani 'işaretler' kitabını.</span></div><div><span style="color: #76a5af;"><br /></span></div><div><span style="color: #76a5af;">sessizce okuyorduk kitabı, </span></div><div><span style="color: #76a5af;">ama çevirirken yapraklarını, </span></div><div><span style="color: #76a5af;">sadece, arada bir bakışmalar..</span></div><div><span style="color: #76a5af;">ansızın</span></div><div><span style="color: #76a5af;">'Şşşt!' parmakları her taraftan nişan aldı bize</span></div><div><span style="color: #76a5af;">sanki gözlerimizin çekişmesi </span></div><div><span style="color: #76a5af;">o kütüphanede uymamıştı sessizliğe! [Dünya Âşıklarının Ruh İkizi, sf 15]</span></div><div><span style="color: #76a5af;"><br /></span></div><div><span style="color: #76a5af;">Çocuk, kedileri ile oynuyor evin avlusunda.</span></div><div><span style="color: #76a5af;">Anne, dikiş makinesinin başında, bütün dikkatini vermiş iğnedeki ipliğe.</span></div><div><span style="color: #76a5af;">Taze demlenmiş çay kokusu, yayılıyor evin her köşesine.</span></div><div><span style="color: #76a5af;">Kapı sesi! -'Belki de babam!' [Barış Projesi (1) sf 29]</span></div><div><br /></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-62486777140991875522021-08-01T07:10:00.004+03:002021-08-01T07:12:04.856+03:00UÇMA TAKLİDİ Ayşe Sevim<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-Waj_tY9hILM/YQX9K306-tI/AAAAAAAAIdM/bqZ_IOLuG3wEsgLp0prlA7HZsS2Zj4WXgCLcBGAsYHQ/s829/8D72848D-A80B-4CF8-8EB1-5F00E0F2472C.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="color: #f3f3f3; font-family: inherit;"><img border="0" data-original-height="829" data-original-width="494" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-Waj_tY9hILM/YQX9K306-tI/AAAAAAAAIdM/bqZ_IOLuG3wEsgLp0prlA7HZsS2Zj4WXgCLcBGAsYHQ/w239-h400/8D72848D-A80B-4CF8-8EB1-5F00E0F2472C.jpeg" width="239" /></span></a></div><span style="color: #f3f3f3; font-family: inherit;">Yayın Evi: Şule Yayınları</span><div><span style="color: #f3f3f3; font-family: inherit;">Basım Yılı: 2018</span><div><span style="color: #f3f3f3; font-family: inherit;">Sayfa Sayısı: 61</span></div></div><div><span style="color: #f3f3f3; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="color: #f3f3f3; font-family: inherit;">Basıldığını öğrenir öğrenmez alıp okumuş ve hemen hemen kitaptaki bütün şiirleri çeşitli yazı tipleri denediğim deftere yazmıştım. Üç sene geçmiş. Dün gece baştan sona yeniden okudum ve kelimelerinin hissettirdiklerinde bir defa daha kaybolup gittim. Nasıl farklı bir dünya kurduğunu anlatamam ama modern Türk şiiri denince aklıma Ayşe Sevim'in geldiğini <span style="background-color: black;">söyleyebilirim. </span></span></div><div><span style="background-color: black; color: #f3f3f3; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="background-color: black; font-family: inherit;"><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; caret-color: rgb(47, 47, 47); color: #6fa8dc;">upuzun bir yılan gibi çevreliyor dünyayı kelimeler </span></span></div><div><span style="background-color: black; color: #6fa8dc; font-family: inherit;"><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; caret-color: rgb(47, 47, 47);">mezarlıklara başımızı sokmuş, ölü yiyoruz</span><br style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; box-sizing: border-box; caret-color: rgb(47, 47, 47);" /><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; caret-color: rgb(47, 47, 47);">hâlbuki biz birbirimizi severdik hatırla</span><br style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; box-sizing: border-box; caret-color: rgb(47, 47, 47);" /><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; caret-color: rgb(47, 47, 47);">sana bir şey olsa, günlerimin beti benzi atardı</span><br style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; box-sizing: border-box; caret-color: rgb(47, 47, 47);" /><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; caret-color: rgb(47, 47, 47);">bir bardak dua getirirdin sen de</span><br style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; box-sizing: border-box; caret-color: rgb(47, 47, 47);" /><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; caret-color: rgb(47, 47, 47);">bu soğuk iman girmeden göğsümüze [Soğuk İman, sf 33]</span></span></div><div><span style="background-color: black; font-family: inherit;"><span style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(0, 0, 0, 0); -webkit-text-size-adjust: 100%; caret-color: rgb(47, 47, 47); color: #6fa8dc;"><br /></span></span></div><div><span style="color: #6fa8dc; font-family: inherit;">sayın kibir </span></div><div><span style="color: #6fa8dc; font-family: inherit;">bu yüzyılı sizin için rezerve etti insanlar</span></div><div><span style="color: #6fa8dc; font-family: inherit;">isterseniz google earth'den bakın, her caddeye sizin nalınızı çaktık [Kibre Mektup, sf 34]</span></div><div><span style="color: #f3f3f3; font-family: inherit;"><br /></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="color: #f3f3f3; font-family: inherit; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-o9G0kb3SwV8/YQYchFVYtzI/AAAAAAAAIdw/F2m8iKfN20gRspSxdo9ytnnHe_5XvQBaQCLcBGAsYHQ/s3163/59532BC5-5D61-4318-8F32-FEB48F28943A.jpeg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1993" data-original-width="3163" height="404" src="https://1.bp.blogspot.com/-o9G0kb3SwV8/YQYchFVYtzI/AAAAAAAAIdw/F2m8iKfN20gRspSxdo9ytnnHe_5XvQBaQCLcBGAsYHQ/w640-h404/59532BC5-5D61-4318-8F32-FEB48F28943A.jpeg" width="640" /></a></span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-86716501784680869062021-07-28T07:51:00.000+03:002021-07-28T07:51:08.221+03:00BİR KADININ YAŞAMINDAN YİRMİDÖRT SAAT Stefan Zweig<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-ddqI3H5Prn4/XpZXNxHOQMI/AAAAAAAAH-8/3tk_WOF5KDg2-NBU9ixJZ8gkG0y-xUWEgCLcBGAsYHQ/s1600/D9C20593-F551-494B-BD1E-AB77F07AE22B.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="557" data-original-width="340" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-ddqI3H5Prn4/XpZXNxHOQMI/AAAAAAAAH-8/3tk_WOF5KDg2-NBU9ixJZ8gkG0y-xUWEgCLcBGAsYHQ/s400/D9C20593-F551-494B-BD1E-AB77F07AE22B.jpeg" width="243" /></a></div>
Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Modern Klasikler<br />
Basım Yılı: 2018<br />
Sayfa Sayısı: 71<div><br /></div><div>Her ne kadar Zweig'in incelikli anlatımı dahî olsa, bu hikayenin sağlam bir dayanak noktası olduğunu, heyecanıyla insanı içine çektiğini söyleyemem. Yazarın diğer şahane hikayelerini andırsa da içi boş bir kukla gibi tatsızdı. <br /><div><br /></div><div><span style="color: #ffd966;">'Fransız taşrasında bir otelde karşılaşan Mrs C. ve yazar, orada konaklayan evli çiftlerden birinin karısının birkaç saat vakit geçirdiği serseri bir gençle kaçmasından sonra, onları ayıplayan, kınayan topluma karşı, gidenleri anlamaya çalışan bir görüşü paylaşırlar. Bu düşünsel yakınlık, Mrs C.'nin, geçmişinde yer alan bir günlük, benzer bir sergüzeşti anlatmasına varır..'<br /></span><div><br /></div><div><span style="color: #fff2cc;">Akşam sözleştiğimiz saatte kapısını çaldım, kapı hemen açıldı: içeriye pastel bir ışık hâkimdi, sadece masanın üzerindeki küçük okuma lambası yarı karanlık odaya huni şeklinde sarı bir ışık yaymıştı. [sf 14]</span></div><div><span style="color: #fff2cc;"><br /></span></div><div><span style="color: #fff2cc;">Bu beklenmedik anda tüm korku ve ürkeklikler ağır, siyah bir manto gibi üstümden düştü; artık utanmıyordum, hayır mutlu olduğum bile söylenebilirdi. [sf 42]</span></div></div></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-45352626943571818862021-07-28T07:20:00.005+03:002021-07-28T07:20:50.854+03:00MESLEĞİM YAZARLIK Haruki Murakami<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-dpDC2uhg9KU/YQDU_WNeLWI/AAAAAAAAIcw/1P3BE5LmtIU8dl94Qda3hoHmlUZYIeNTACLcBGAsYHQ/s400/17298E85-89CC-4AA3-AD4D-FAD53BB27A04.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: inherit;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="276" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-dpDC2uhg9KU/YQDU_WNeLWI/AAAAAAAAIcw/1P3BE5LmtIU8dl94Qda3hoHmlUZYIeNTACLcBGAsYHQ/w276-h400/17298E85-89CC-4AA3-AD4D-FAD53BB27A04.jpeg" width="276" /></span></a></div><span style="font-family: inherit;">Yayın Evi: Doğan Kitap</span><div><span style="font-family: inherit;">Basım Yılı: 2019</span></div><div><span style="font-family: inherit;">Sayfa Sayısı: 207</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div>Kısacık bir sürede okumuştum diye hatırlıyorum bu kitabı. Yeni bir şey söylemiyor elbette yazarlığa dair ama Murakami'nin romanlarını, öykülerini zevkle okuyan biri için onun bu konuya bakış açısını, hayatını bir yazar olarak nasıl kurduğunu da görmek hoş oluyor. </div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="color: #76a5af; font-family: inherit;">Polonyalı şair Zbigniew Herbert şöyle demiş. 'Kaynağa ulaşmak için akıntıya karşı yüzmeli. Akıntıyla yüzüp giden şey çöptür sadece.' (Robert Harris, Aforizma, Sanctuary Yayıncılık). Oldukça cesaret verici bir cümle, değil mi ama? [sf 70]</span></div><div><span style="color: #76a5af; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="color: #76a5af; font-family: inherit;">Dünyamızda roman yazarı olmak isteyen birinin yapması gereken, çabucak bir sonuca varmak değil, mümkün olduğunca malzeme toplayıp biriktirmektir. Böylesi bir hammadi bolca biriktirme 'alanını', kişi içinde kurar. Yine de orada her şeyi tutmak, 'olduğu haliyle' her şeyi akılda tutmak, gerçekçi olursak, mümkün değildir. Hafıza kapasitemizin bir sınırı vardır. Bu yüzden orada en düşük düzeyde bir 'bilgi işlem yönetimi' gereklidir.</span></div><div><span style="color: #76a5af; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="color: #76a5af; font-family: inherit;">Çoğu durumda aklımda kalan şey, bir olayın (bir şeyin, bir görüntünün) çok ilgimi çeken birkaç ayrıntısıdır. Bütünü olduğu haliyle hafızada tutmak zor olduğundan (ezberlediğimi sandığım anda muhtemelen hemen unutuverdiğim için), oradaki özel, somut detaylardan bazılarını çekip çıkarır, onları sonradan hatırlaması kolay halde zihnimde tutmak için uğraşırım. İşte bu benim 'düşük bilgi işlem yönetimi'mdir.</span></div><div><span style="color: #76a5af; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="color: #76a5af; font-family: inherit;">Bunlar insana 'Aa!' dedirten somut, ilgi çekici ayrıntılardır. Pek çoğunu düzgün şekilde açıklamak mümkün değildir. Mantıkla örtüşmeyen, akla sığmayan, anlaşılmayan, gizemli şeyler olabilir. Böyle şeyleri toplar, üzerine basit bir etiket yapıştırıp (tarih, yer, durum) akıllı tutarım. Deyim yerindeyse, zihnimdeki kişisel dolabın çekmecelerine yerleştiririm. Elbette not kağıtları hazırlayıp onların üzerine yazsam da olur ama aklımda tutmak benim daha çok hoşuma gidiyor. Not defterini yanında taşımak zahmetli olduğu gibi bir kez harflere döküp rahatlayınca not ettiklerinin tümünü olduğu gibi unutmak da çok sık görülen bir durumdur çünkü. Aklıma bir sürü şeyi olduğu haliyle bıraktığımda silinmesi gerekenler silinir, kalması gereken kalır. Ben belimin içinde böylesi bir doğal seçilim olmasından da haz alıyorum. </span></div><div><span style="color: #76a5af; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="color: #76a5af; font-family: inherit;">Sevdiğim bir anekdot var. Şair Paul <span style="background-color: black;">Val<span style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(32, 33, 36);">é</span>ry</span>, Albert Einstein ile yaptığı söyleşisinde, 'Aklınıza aniden gelen iyi bir fikri yazmak için yanınızda not defteri taşıyor musunuz?' diye sormuş. Bu soru üzerine Einstein'ın yüzünde nazik ama çok şaşkın bir ifade belirmiş. 'Yoo öyle bir gereksinimim olmuyor. Aklıma aniden iyi bir fikir gelmiyor çünkü' diye yanıtlamış.</span></div><div><span style="color: #76a5af; font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="color: #76a5af; font-family: inherit;">Tam da öyle, benim de 'Şimdi burada bir not defteri olsaydı keşke' diye düşündüğüm bir durum bugüne dek neredeyse hiç olmadı. Dahası gerçekten önemli bir şey bir kez aklınıza gelince pek o kadar kolay da unutulmaz. [sf 82]</span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-70426838699020528612021-05-05T16:12:00.004+03:002021-05-06T06:01:21.163+03:00KÜÇÜK İNSANLAR BÜYÜK HAYALLER AGATHA CHRİSTİE Elisa Munsó Maria Vegara <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-YinaVs11BKA/YJKWsAi233I/AAAAAAAAIZI/6uQZV-pE1psAqi_u6s2m3CD0mTSUiOLuQCLcBGAsYHQ/s600/5E56F9BC-7513-433D-8615-07F6C85B2912.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="486" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-YinaVs11BKA/YJKWsAi233I/AAAAAAAAIZI/6uQZV-pE1psAqi_u6s2m3CD0mTSUiOLuQCLcBGAsYHQ/s320/5E56F9BC-7513-433D-8615-07F6C85B2912.jpeg" /></a></div>Yayın Evi: Martı Çocuk<div>Basım Yılı: 2019</div><div>Sayfa Sayısı: 26</div><div><br /></div><div>Agatha Christie ile ilgili ne yazılmışsa okumak, ne çizilmişse görmek istediğim için bu çocuk kitabını da edindim ama illustrasyonlarına pek fazla bayıldığımı söyleyemem. </div><div><br /></div><div><span style="color: #e06666;">Yazarın hayatına dair anlattıkları da zaten bildiğim şeyler olunca çok bir şey ifade etmedi ama yine de arşivimde dursun istiyorum. </span></div><div><br /></div><div>Aslında öyle güzel kitaplar var ki bu konuda, hemen hemen hiçbiri çevrilmiş değil. John Curran'ın ikinci kitabı Murder in the Making dahi Altın Kitaplar'ın teveccühüne mazhar olamadı maalesef. :)</div><div><br /></div><div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-LIswUhR_m4I/YJKX3x4xpkI/AAAAAAAAIZY/fG5vZiHOQCk_eRHcyfBF5sBdv9uD8IWtgCLcBGAsYHQ/s1536/64812CDC-0C57-4118-A56C-C131371ECA3B.jpeg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="940" data-original-width="1536" height="392" src="https://1.bp.blogspot.com/-LIswUhR_m4I/YJKX3x4xpkI/AAAAAAAAIZY/fG5vZiHOQCk_eRHcyfBF5sBdv9uD8IWtgCLcBGAsYHQ/w640-h392/64812CDC-0C57-4118-A56C-C131371ECA3B.jpeg" width="640" /></a></div><div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-fSy1wkxsEQo/YJKWwi3EiUI/AAAAAAAAIZM/jLhzu0uFDEwYU8MZzssAKDO90ur4LiKdQCLcBGAsYHQ/s600/825C5745-642D-49EE-8E00-5A554E961BB1.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><br /></a></div></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-62066397991799545672021-03-01T21:30:00.001+03:002021-03-01T21:30:00.467+03:00SPUTNİK SEVGİLİM Haruki Murakami <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-XnFQglFdXzg/YByl9apTvMI/AAAAAAAAITo/1_YgrtugxmUYplFjral835pHDzEECmu2ACLcBGAsYHQ/s400/44635342-9407-4DAD-A392-D97936CB7F32.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="276" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-XnFQglFdXzg/YByl9apTvMI/AAAAAAAAITo/1_YgrtugxmUYplFjral835pHDzEECmu2ACLcBGAsYHQ/w276-h400/44635342-9407-4DAD-A392-D97936CB7F32.jpeg" width="276" /></a></div>Yayın Evi: Doğan Kitap<div>Basım Yılı: 2017</div><div>Sayfa Sayısı: 224<p></p></div><div>Murakami'nin klasik kurgu dünyasına iyi bir örnek: Sputnik Sevgilim. Karakterlerinin hayatlarını sonsuza dek değiştiren büyük olaylar, kayboluşlar, arayışlar v.s. diğer romanlarına benzese de, bu kitabın oldukça düzenli ve sade bir olay örgüsü var. Ana karakterlerinin haricinde yan hikayeler kurmadığı için -ki bu, mesela <a href="http://bibliofk.blogspot.com/2020/12/zemberekkusunun-guncesi-haruki-murakami.html" target="_blank">Zemberekkuşu'nun Güncesi</a>'ni sürekli bölen şeylerden biriydi- derli toplu bir şekilde ilerlerleyip bitirebilmek okur açısından hoş bir his veriyor. </div><div><br /></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Anlatıcı var; adını bilmediğimiz bir genç adam, üniversitede tanıştığı, yazar olmak isteyen Sumire'yle yakın arkadaşlar ve Sumire de Myu adında orta yaşlı bir kadına hayranlık duyuyor. Roman, bu üç kişinin ilişkileri üzerinden pek bir tarafa sapmadan Japonya, İtalya ve Yunanistan'da dolaşıyor, nihayetinde yine Japonya'da bitiyor. </span></div><div><br /></div><div>Yazarın donuk, soğuk kitaplarından biri değil, özellikle Sumire'nin şahsında yazarlık üzerine konuştuğu bölümler hayli ilginç detaylar içeriyor. O kadar çok yerini işaretlemişim ki, okuyalı uzun zaman olmasına rağmen Gece Kütüphanesi’ne bu alıntıları eklemeye bir türlü zaman ayıramıyordum. Nihayet yayınlanabileceği için memnunum.</div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Bir kez konuşmaya başladı mı susmak bilmezdi, ama aklının uyuşmadığı kişilerin yanında (diğer bir değişle dünyadaki insanların tamamına yakını karşısında) ağzını bıçak açmazdı. [sf 13]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Kuzeniyle samimi olmadığı gibi (hatta ondan hiç haz etmezdi) birinin düğününe katılmak da Sumire için işkenceyle eşdeğerdi, ancak bu kez bazı durumlardan dolayı kaçamamıştı. [sf 16]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Akşam on olunca masa başına geçerdi. Sıcak kahveyle doldurduğu demlik ile büyük bir kupayı (ona doğum gününde armağan ettiğim, üzerinde Snufkin'in resmi olan), Marlboro paketini, cam kül tablasını önüne koyardı. Elbette elektrikli daktiloyu da.</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Orada derin bir sessizlik ve yalnızlık vardı. Zihni, bir kış gecesindeki gök kadar berraktı. Büyükayı ve Kutup yıldızı da kendi yerlerinde sabit halde parlamaktaydı. [sf 20]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">sanki aslında bir şeyleri tekme atıp onu havaya savurmak istiyor muş. Etrafta uygun bir şey bulamamış, bu yüzden de çaresiz bir şekilde bana soru yöneltmiş gibiydi-en azından ben böyle algılamıştım.</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Ben ve Sumire, birbirimize benziyorduk. Her ikimizde nefes alıp verir gibi doğal bir halde, tutkuyla kitap okuyorduk. Her boş anımızda sessiz bir köşe bulup bir başımıza sayfaları çeviriyorduk. Japon romanlarını da, yabancı romanları da okuyorduk, yeter ki entelektüel heyecan versin; elimize geçen her şeyi okuyorduk. Kütüphanelere gidiyor, Kanda’daki ikinci el kitap dükkanlarını bulunduğu caddeye gittiğimizde tüm günümüzü orada hiç sıkılmadan geçirebiliyorduk. Kendimi hariç tutarak söylersem, böylesine tutkuyla, böylesine yoğun ve çok roman okuyan birine rastlamamıştım; Sumire içinde aynıydı bu durum. [sf 22]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Ancak bazı problemli yanları olsa da, onu yazdıklarında kendine özgü bir yenilik vardı ve kendi içindeki önemli şeyleri dürüstçe aktarma niyeti hissediliyordu. En azından bir başkasının yazım tarzını taklit etmiyordu, kolaya kaçarak yazdıklarını daha küçük ve değerli metinlere dönüştürmeye çalışmıyordu. [sf 23]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Hep yaptığımız gibi, İnagoşira Parkı'nda bir bankta yanyana oturuyorduk. Sumire'nin en sevdiği banktı bu. Önümüzde göl uzanıyordu. Rüzgârsız bir gündü. Göle düşen ağaç yaprakları su yüzeyine sıkıca yapışmış gibi duruyorlardı. Biraz uzağımızda açıkta bir ateş yakılmıştı. Havaya sona ermek üzere olan güzün kokusu karışmıştı, uzaktan kulakları rahatsız eden bir ses geliyordu. [sf 25]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Bir anda farkına vardı Sumire. Şüphe yok (buz soğuktur, gül kırmızı). Ve bu aşk beni sürükleyip bir yerlere götürmeye çalışıyor; öyle güçlü bir akıntı ki ondan kendimi korumam neredeyse olanaksız. Bana tek bir seçme hakkı bile verilmiş değil çünkü. Sürüklenip götürüldüğüm yer bugüne değin hiç görmediğim özel bir dünya olabilir. Belki de çok tehlikelidir. Orada gizlenmiş olan şeyler beni derinden, öldürücü şekilde yaralayabilir. Şimdi sahip olduğum her şey elimden çıkıp gidebilir. Ama artık dönüş yok. Kendimi bu akıntıya bırakmak dışında bir şey yapamam. Yanıp kül olsam da, yok olup gitsem de. [sf 34]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Myu sanki cevabı ondan bekler gibi Sumire'nin gözlerinin içine baktı. Derin, dimdik bir bakıştı bu. O bir çift gözbebeğinin derinlerinde, bir dereyi hızla kat eden birkaç sessiz akıntı yarışıyordu adeta. Bu akıntıların oluşturduğu dalgaların durulması için zaman gerekti.[ sf 57]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Benim hakkımda benden daha fazlasını anlatabilecek birisi bu dünyanın hiçbir yerinde yok. Ancak ben kendimi anlatırken, anlatılan <i>benin</i> bazı özellikleri kaçınılmaz olarak anlatıcı <i>ben</i> tarafından -değer yargısı, algı derecesi, gözlem yeteneği, çeşitli gerçekçi çıkarımlar açısından- seçilip ayıklanacak. Öyle olunca da, anlatılan 'ben' aslında ne kadar nesnel gerçekliği yansıtacak acaba? Buna çok takılıyorum. Aslında çok eskiden beri aklımı kurcalıyor da diyebilirim.</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Ne var ki, dünyadaki pekçok insan böyle bir korku ya da endişeyi neredeyse hiç hissetmiyor gibi. Yeri gelince, şaşılacak denli açık yüreklilikle kendilerinden söz etmeye kalkıyorlar. Sözgelimi, 'Ben aptallık derecesinde dürüst ve açık bir insanım' ya da 'Ben çok hassas biriyim ve dünyayla ulaşamıyorum' veya 'Ben karşımdakinin yüreğini anlamakta becerikli biriyim' gibi şeyler çıkıyor ağızlarından. Ancak ben 'hassas' insanların başkalarını incittiklerini defalarca gördüm. 'Dürüst ve açık' insanların, istediklerini almak için işlerine geldiği gibi davrandıklarını gördüm. 'Karşısındakinin yüreğindekileri anlamakta becerikli' olan kişilerin hiç de içten olmayan övgülere kolayca kandıklarını gördüm. Bu durumda bizler kendimiz hakkında gerçekte ne biliyor olabiliriz ki? [sf 65]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Ne denli acı veren bir durum olsa da, Sumire ile birlikte geçirdiğimiz zaman benim için çok değerliydi. O yanımda olunca, yalnızlık denen o somut duyguyu bir süreliğine unutabiliyordum. O benim bulunduğum dünyanın sınırlarını genişletiyor, derin derin nefes almamı sağlıyordu. Bunu yapabilen tek kişi oydu. [sf 69]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Sanırım şimdi sen kendini bir anlamda yeni bir kurmaca yapının içine oturtmaya çalışıyorsun. Bununla çok meşgul olduğundan duygularını cümlelere dökme ihtiyacı duymuyorsun belli ki. Ya da kısacası, vaktin kalmıyordur yazmaya. [sf 73]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Bazen çok daralıyorum. Sanki bütün yapı darmadağın olmuş. Çekim gücüyle artık bağın kalmamış, uzayın kapkara boşluğunda tek başına savruluyormuşsun gibi bir duygu. Hangi yöne gittiğimi bile bilmiyormuşum gibi. [sf 74]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Nasıl desem, sanki ben ben değil de farklı biriymişim gibi tuhaf bir duygu içindeyim aynı zamanda. Açıklamakta yetersiz kalıyorum değil mi? Hani sen deliksiz uyurken birisi çıkıp gelmiş, seni önce parçalara ayırmış, sonra da hızlı bir şekilde parçaları birleştirmiş gibi bir duygu desem anlaşılır olur mu? Anlıyor musun beni? [sf 82]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Telefonda duyulan ses uzaklardaki cansız bir varlık tarafından bozuluyormuş gibi geliyordu, yine de sesindeki heyecan yeterince hissediliyordu. Katılaşmış sert bir şey, sanki kuru buz bulutu gibi ahizeden odaya yayılarak beni kendime getiriyordu. [sf 91]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Otlaktaki otlar ne denli uzarsa uzasın artık umrumda değil. Ot kümelerinin üzerine sırtüstü yatarak gökte sürüklenen beyaz bulutları izliyorum. Kendimi o bulutların sürüklenip gidişine bırakıyorum. Keskin ot kokusuna, esen rüzgârın fısıltısına teslim ediyorum yüreğimi. Ne bilip ne bilmediğimi -hatta bunların arasındaki farkı bile- artık hiç mi hiç umursamıyorum.</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Hayır, öyle değil. Bunları en başından beri umursamıyordum aslında. Daha kesin ifade etmeliyim. Kesin. Kesin.</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Düşününce, bildiğim (bildiğimi düşündüğüm) şeyleri, önce bunları 'bilinmeyen' şeyler olarak cümle haline sokuyorum, bu benim yazmak için birinci kuralım. 'Ee.ben bunu biliyorum. Bunları yazmak için özellikle zaman ve gayret sarf etmeye gerek yok' diye düşünmeye başlayınca iş orada biter işte. Sanırım hiç bir yere varamam o zaman. Somut örnek verirsem, etrafımdaki herhangi birini, 'Aa, ben bu kişiyi çok iyi biliyorum, onu düşünmeme gerek yok. Tamam' diye düşünüp rahatlayınca, ben ya da sen çok fena bir aldanışa düşebiliriz. Yeterince bildiğimizi düşündüğümüz şeylerin arkasında, bir o kadar da bilmediklerimiz gizlidir.</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Anlamak dediğimiz, hali hazırdaki yanlış anlamalarımızın bütününden başka bir şey değildir.</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Bu (aramızda kalsın) benim naçizane, dünyayı algılayış biçimim.</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Yaşadığımız dünyada 'bildiğimiz' ve 'bilmediğimiz' şeyler aslında Siyam ikizleri gibidir. Sanki bir iple bağlanmışlardır, birbirlerinden ayrılmazlar. Kaotik bir varoluşları vardır. Kaotik. Kaotik. </span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Zaten kim ayırabilir ki deniz ile üzerine yansıyanı.</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Ya da yağmurun yağışı ile yalnızlık birbirinden ayrılabilir mi? [sf 147]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Rüyadayken, bir şey ile diğeri arasında ayırım yapma gereği duyulmaz. Hem de hiç. Zaten baştan itibaren orada bir sınır çizgisi yoktur. Bu yüzden rüyada çarpışma diye bir şey neredeyse hiç olmaz, hadi oldu diyelim, bu durumda acı duyulmaz. Ama gerçek, farklıdır. Gerçek, dişini geçirir sana. [sf 149]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Gerçeği söylemek gerekirse, benzer rüyaları defalarca görmüşlüğüm oldu. Her birinin farklı detayları olsa da. Mekanlar da farklıydı. Ancak rüyanın akışı hep aynıydı. Rüyadan uyandığımda hissettiğim acının türü (yoğunluğu ve süresi de) yaklaşık olarak aynıydı. Aynı şey tekrar tekrar yaşanıyordu. Kör bir virajdan önce buharlı gece treninin her seferinde düdük çalışı gibi. [sf 151]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Hafızasına gömülmüş bu olay acımasız bir ustura gibi onun etini yarıyor. Üzüm bağının üzerinde salınan şafak yıldızları bir bir solarken, onun yanaklarından da yaşamın rengi çekiliyordu. [sf 155]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">geçmişte yaşıyordum, şimdi de bu şekilde yaşıyorum işte, seninle karşı karşıya oturmuş sohbet ediyorum. Ama burada olan, gerçek ben değilim. Senin gördüğün, eski benim bir gölgesinden ibaret. Sen gerçekten yaşıyorsun. Ama ben yaşamıyorum. Böyle konuşuyor olsam da kulağıma kendi sesim boş bir yankı gibi geliyor. [sf 173]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Bunu aşk olarak adlandıramazdım ama ona çok benzeyen bir duyguydu. Tüm bedenim sayısız iple çekiliyormuş gibi bir histi bu. [sf 189]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Sumire'yi yitirince, içimde de pek çok şeyin kaybolduğunu anladım. Sanki dalgaların çekilmesi ile sahildeki bazı şeylerin sürüklenip gitmesi gibi. Geride kalan, benim için artık doğru düzgün bir anlamı olmayan, rayından çıkmış ve boş bir dünyaydı. Karanlık, soğuk bir dünyaydı bu. Benimle Sumire arasında geçenler, bu yeni dünyada artık artık yaşanmayacaktı. Bunu anlamıştım. [sf 191]</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">kitaplardaki dünyanın etrafımdaki yaşamdan daha canlı olduğunu hissediyordum. Orada hiç görmediğim bir manzara genişleyip uzuyordu. [sf 209]</span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-21407304275053944552021-02-21T21:30:00.001+03:002021-02-21T21:30:00.526+03:00GİZLİ BAŞYAPIT Honore de Balzac <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-PjA-f5W7DaU/YDF45RGw_1I/AAAAAAAAIVg/dMcXaRsz_0sULCeu4QbqeGqXYhFR682KQCLcBGAsYHQ/s393/8F540A83-06D2-4061-BC85-94E0E0487459.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="393" data-original-width="251" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-PjA-f5W7DaU/YDF45RGw_1I/AAAAAAAAIVg/dMcXaRsz_0sULCeu4QbqeGqXYhFR682KQCLcBGAsYHQ/w255-h400/8F540A83-06D2-4061-BC85-94E0E0487459.jpeg" width="255" /></a></div>Yayın Evi: Can Yayınları <div>Basım Yılı: 2020</div><div>Sayfa Sayısı: 56</div><div><br /></div><div>Edebiyata meraklı hemen herkes gibi; Balzac'ın okumadığım romanı birkaç taneyi geçmese de, daha önce hiçbir hikayesini okuduğumu hatırlamıyorum. Hatta Picasso, Cezanne, Henry James gibi isimleri de derinden etkilemiş, eserlerine yansımış bu uzun hikayesi; Gizli Başyapıt'tan yakın zamana kadar haberim bile yoktu. </div><div><br /></div><div><span style="color: #d5a6bd;">17. yüzyıl Paris’inde, genç ressam Nicholas Poussin, hayranı olduğu bir resim ustasını; François Porbus'u görmek isteyerek evine gelir, kapıda tereddüt ile dururken yaşlı bir adamın ardından gelişiyle birlikte içeri girerler. François, tuhaf kılıklı, şeytani görünümlü ihtiyara büyük bir hürmet gösterir, adamsa onun üzerinde çalıştığı tabloyu eleştirerek fırçayı eline alır ve onlara ayaküstü bir sanat dersi verir. </span></div><div><span style="color: #d5a6bd;"><br /></span></div><div><span style="color: #d5a6bd;">Dahi bir sanatçı olan Franhofer, on senedir kimseye göstermediği bir yapıt üzerinde çalışmaktadır. Resminde gerçekliğe ve kusursuzluğa ulaşmak arzusuyla yanmakta ise de buna bir türlü muvaffak olamamıştır. Çırak ve kalfa, tüm imkanlarını 'Usta'nın önüne serecek ve o gizemli eserini tamamlamasına yardım edecekler fakat sonuç hiç de beklenildiği gibi olmayacaktır.. </span></div><div><br /></div><div>Eleştiri yazılarında ve önsözünde çılgınca övülmesini anlayabiliyorum, etkileyici bir hikaye, sıradışı bir sanatçının; Zweig'in deyişine göre bizzat Balzac'ın arayışlarının öyküsü bu ama biraz fazla uzatılmış sanki. Bir de zavallı Gilette'i harcamaya ne gerek vardı?</div><div><br /></div><div><span style="color: #ead1dc;">Resminizde yaşamın görüntüsü var; ama ondan taşan şeyi, zarfın üstünde uçuşan o bulutsu, o ne idüğü belirsiz, belki ruhun ta kendisi olan şeyi dışavuramıyorsunuz; Tiziano‘nun ve Raphaello‘nun yakaladığı o yaşam çiçeğini tutamamışsınız. Vardığınız bu uç noktadan yola çıkarak çok iyi resimler yapılabilir belki; ama çabuk yoruluyorsunuz. [sf 28]</span></div><div><span style="color: #ead1dc;"><br /></span></div><div><span style="color: #ead1dc;">Konuşurken resmin her köşesine dokunuyordu tuhaf ihtiyar: fırçasını kimi yere iki, kimi yere yalnızca bir kez değdiriyor ama bu dokunmalar tamı tamamını yerini buluyor ve sanki yeni, ışıklar içinde bir tablo çıkıyordu ortaya. [sf 31]</span></div><div><span style="color: #ead1dc;"><br /></span></div><div><span style="color: #ead1dc;">Doğa, birbirinin içine giren yuvarlaklıklardan oluşur. Sözcüğün gerçek anlamıyla desen yoktur! Gülmeyin genç adam. Bu söz size ne kadar tuhaf gelirse gelsin, günün birinde nedenlerini kavrarsınız. Çizgi, ışığın nesneler üstündeki etkisini vermek için insanoğlunun bulduğu bir yöntemdir; ama doğada çizgi yoktur, orada her şey doludur. Nesnelerin kabardısını ortaya çıkartırken desen çizeriz biz, yani nesneleri bulundukları ortamdan ayırırız; bedene görüntüsünü, yalnızca gün ışığının dağılımı verir. Bu yüzden çizgilerin kesinleşmesini istemedim; çevre çizgileri üstüne bir sarışın ve sıcak ara tonlar bulutu yaydım; öyle ki çevre çizgilerinin zeminle buluştuğu kesin noktayı parmakla göstermek olanaksız hale geldi. Böyle bir çalışma, yakından bakıldığında pamuksu, kesinlikten uzak bir görünüm sergiler ama iki adım geri çekilindiğinde her şey durulur, güçlenir, birbirinden ayrılır. Beden dönmeye, biçimleri öne çıkmaya başlar; çevresindeki hava akımı duyumsanır. Ne var ki, daha hoşnut değilim, kuşkularım var. Belki de tek bir çizgi bile çizmemek ve bir figürü ortasından başlayıp önce en aydınlık çıkıntıları ele almak, sonra da en koyu yerlere geçmek en doğrusu. [sf 36]</span></div><div><span style="color: #ead1dc;"><br /></span></div><div><span style="color: #ead1dc;">Gilette'in dudaklarında uçuşan gülümseme de bu tavan arasına bir altın ışıltısı saçıyor ve göğün parlaklığıyla yarışıyordu. Güneş her zaman açmıyordu ama o hep oradaydı; kendini bütünüyle aşkıma vermiş, mutluluğuna olduğu kadar acısına da bağlanmıştı ve sanatı ele geçirmeden önce sevda işinde kabına sığamayan bu üstün yeteneği varlığıyla avutuyordu. [sf 41]</span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-5701748943076452822021-02-15T21:30:00.006+03:002021-02-15T21:30:01.420+03:00GÜL ŞİİRLERİ İskender Pala<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-_fVYOyWFxCY/YCnHUjfwS2I/AAAAAAAAIUs/ytU_PORbxAY7-6zLzya3y2SRPUPNI77MQCLcBGAsYHQ/s716/BCBE625D-5606-4EA4-8A99-9796A1948CE1.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="716" data-original-width="482" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-_fVYOyWFxCY/YCnHUjfwS2I/AAAAAAAAIUs/ytU_PORbxAY7-6zLzya3y2SRPUPNI77MQCLcBGAsYHQ/w269-h400/BCBE625D-5606-4EA4-8A99-9796A1948CE1.jpeg" width="269" /></a></div>Yayın Evi: L&M Yayıncılık<div>Basım Yılı: 2003</div><div>Sayfa Sayısı: 128</div><div><br /></div><div>Gül Şiirleri'ni basıldığı yıl, Tüyap Kitap Fuar'ından almışım. Sonradan kapandı sanırım; o dönemde İskender Pala'nın kendi kitaplarını yayınlamak üzere kurduğu Leylâ ile Mecnûn (El-em) Yayıncılık'tan bu kitapla beraber Divan Edebiyâtı'na dair birkaç kitap daha edinerek çıkmıştım. O aralar kitabı sürekli karıştırıp dururdum ama baştan sonra okumak bu zamana kısmetmiş. </div><div><br /></div><div><span style="color: #ead1dc;">Divan Şiiri, Tekke Şiiri, Saz Şiiri, Cumhuriyet Sonrası Türk Şiiri ve Serbest Şiir bölümlerinden oluşan kitap, bu türlerde içinde gül kelimesi, teması geçen şiirleri iktibas ediyor, bazılarını biraz da açıklayıp inceliyor. </span></div><div><br /></div><div>İncecik, hacmi belirli bir antoloji olduğu için az sayıda gazel, şiir, dize içerse ve biraz tadımlık olsa da, edebiyatı ve gül motifini sevenlerin kitaplığında bulunması hoş olur diye düşünüyorum. </div><div><span style="color: #d5a6bd;"><br /></span></div><div><span style="color: #d5a6bd;">Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin</span></div><div><span style="color: #d5a6bd;">Bülbül hamûş, havz tehî, gülsitân harâb</span></div><div><span style="color: #d5a6bd;"><br /></span></div><div><span style="color: #d5a6bd;">(Dünyanın öyle bir mevsimine geldik ki, adına bahar diyorlar ama ne hikmetse bülbül susmuş, havuzda su çekilmiş ve gül bahçesi de çiğnenmiş...) [İzzet Molla, sf 14]</span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-25324275177775122412021-02-10T13:54:00.001+03:002021-02-10T13:54:32.530+03:00ERİK ÇEKİRDEĞİ Lev Tolstoy<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-9fmu07riRmc/YCO2KGoYL0I/AAAAAAAAIUg/sLVwRC3rZVITFiq5_lGVU_B-Yq6ROVkcACLcBGAsYHQ/s400/8B6AC83A-6CC9-4A2C-86BB-B47BF2C916F8.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="256" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-9fmu07riRmc/YCO2KGoYL0I/AAAAAAAAIUg/sLVwRC3rZVITFiq5_lGVU_B-Yq6ROVkcACLcBGAsYHQ/w256-h400/8B6AC83A-6CC9-4A2C-86BB-B47BF2C916F8.jpeg" width="256" /></a></div>Yayın Evi: Can Yayınları<div>Basım Yılı: 2020<div>Sayfa Sayısı: 68</div></div><div><br /></div><div>Erik Çekirdeği ile karşılaşana kadar Tolstoy'un masal yazdığını bilmiyordum ama öyle sade, anlamlı, son satırlarına kadar okurun heyecanını ayakta tutan, mini mini metinler yazmış ki, küçük yaştaki okuyucular ve onun kalemini seven büyükler haricinde çocuklar için hikaye yazmak isteyenler de bu kitabı adeta bir ders kitabı niteliğinde defalarca okuyup istifade edebilir diye düşünüyorum. Kısa, öz ve çarpıcı yazma kılavuzu gibi bir kitap. </div><div><br /></div><div>Kitapta Erik Çekirdeği dahil, çoğunluğu bir sayfa, birkaç tanesi ise üç-dört sayfa süren ondokuz masal bulunuyor. <span style="color: #93c47d;">Erik Çekirdeği, Küçük Kız ve Mantarlar, Dürüst Kadı, İki Arkadaş;</span> insanlar hakkında masallardı ve onları özellikle beğendim ama diğer hikayeler de genelde sevgi ve umut dolu minik fabllar olarak okunmaya değerdi. </div><div><br /></div><div><br /></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-68972859477935172642021-02-06T21:30:00.021+03:002021-02-18T02:07:51.781+03:00MORTİNA ESRARENGİZ GÖLDE TATİL Barbara Cantini <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-BW1KZ97gvyA/YBymzP4WU0I/AAAAAAAAITw/Wf0sDuI_ZNUYXV2dQdHQoXe511IdqvfoQCLcBGAsYHQ/s466/BD911E54-F047-4B19-8141-5338D9D451D6.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="466" data-original-width="320" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-BW1KZ97gvyA/YBymzP4WU0I/AAAAAAAAITw/Wf0sDuI_ZNUYXV2dQdHQoXe511IdqvfoQCLcBGAsYHQ/w275-h400/BD911E54-F047-4B19-8141-5338D9D451D6.jpeg" width="275" /></a></div>Yayın Evi: Çınar Yayınları<div>Basım Yılı: 2020<div>Sayfa Sayısı: 56</div><div><br /></div><div><a href="http://bibliofk.blogspot.com/2019/08/mortina-barbara-cantini-3-kitap.html" target="_blank">Mortina</a>, çok eğlenceli bir seri, daha önce ilk üç kitabından bahsetmiştim. Dördüncü kitap; Esrarengiz Gölde Tatil de diğer kitaplar gibi çok şirin detaylara sahip, hafif matrak ve hayli hoş. Çevirisi de son derece iyi ve özenli. </div><div><br /></div><div><span style="color: #9fc5e8;">Mortina ve Ruhiye teyzesi, kuzen Dilbert'ın annesi Acuze teyze'den gelen davet üzerine, Büyükamca Ruhsoy'un kafasını da alıp köpekleri Gamlı'nın şoförlüğünde, Büyük Kızıl Ay'la çakışan yaz gündönümünü kutlamak üzere Küflü Meşe Villası'na giderler. Eşyalarını bıraktıktan sonra hep beraber evin bahçesindeki büyük gölün kenarına inerler, niyetleri biraz yüzmek ve dinlenmektir ama bu sırada villa kapısına bir memurun geldiğini ve evde kimse yaşamadığı, herhangi bir mirasçı da ortaya çıkmadığı için mülkün açık artırmayla satılacağına dair bir levha astığını görürler. Mortina ve tüm misafirler elbirliğiyle Acuze teyze ve Dilbert'in evlerinden olmamasının bir yolunu bulmak için kolları sıvar..</span></div><div><span style="color: #9fc5e8;"><br /></span></div><div><span style="color: #3d85c6;"><span style="caret-color: rgb(159, 197, 232);">Büyükamca homurdanıp duruyordu çünkü geceden yola çıkmak istemişti ama Ruhiye teyze her zamanki gibi, 'Akşam ise yat, sabah ise git, ölü olsan bile!' d</span><span style="caret-color: rgb(159, 197, 232);">emişti. [sf 4]</span></span></div><div><span style="color: #3d85c6;"><span style="caret-color: rgb(159, 197, 232);"><br /></span></span></div><div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-h4a9neC8Ueo/YB4G5CybGJI/AAAAAAAAIUA/OzjdPVwsd_QzOau9pEQXmgPNh5NWQNIQQCLcBGAsYHQ/s3761/E14E5E14-645E-4DAD-9BBF-C030D4E7EC5D.jpeg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2845" data-original-width="3761" height="485" src="https://1.bp.blogspot.com/-h4a9neC8Ueo/YB4G5CybGJI/AAAAAAAAIUA/OzjdPVwsd_QzOau9pEQXmgPNh5NWQNIQQCLcBGAsYHQ/w640-h485/E14E5E14-645E-4DAD-9BBF-C030D4E7EC5D.jpeg" width="640" /></a></div><br /></div></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-6397803506393681382021-02-05T21:30:00.001+03:002021-02-05T21:30:03.480+03:00RÜZGÂRIN ŞARKISINI DİNLE Haruki Murakami <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-RUBKjdZY25U/YBtlZUWkodI/AAAAAAAAITc/eLe_syCzvtsThPnDvRBsNHPKkBZLzlvdACLcBGAsYHQ/s600/A3A01655-26AA-49E1-9617-0EF16D909C6A.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="422" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-RUBKjdZY25U/YBtlZUWkodI/AAAAAAAAITc/eLe_syCzvtsThPnDvRBsNHPKkBZLzlvdACLcBGAsYHQ/w281-h400/A3A01655-26AA-49E1-9617-0EF16D909C6A.jpeg" width="281" /></a></div>Yayın Evi: Doğan Kitap<div>Basım Yılı: 2018</div><div>Sayfa Sayısı: 163</div><div><br /></div><div>Haruki Murakami'nin bir beyzbol maçını izlerken roman yazabileceğine dair ilham gelip, mutfak masasında yazdığını söylediği ilk kitabı; Rüzgârın Şarkısını Dinle, 20'li yaşlarda, üniversite öğrencisi bir gencin hayatından kesitler sunuyor. Yazarın da sonsözde dediği gibi bir romandan çok uzun bir hikayeye benziyor. </div><div><br /></div><div><span style="color: #9fc5e8;">Daha sonra yazdığı romanlarda bu ilk gözağrısına bariz veya ufak tefek göndermeleri var Murakami'nin. <a href="http://bibliofk.blogspot.com/2015/09/yaban-koyununun-izinde-haruki-murakami.html" target="_blank">Yaban Koyununun İzinde</a>'deki Fare karakteriyle ilk defa burada karşılaşıyoruz, <a href="http://bibliofk.blogspot.com/2015/09/haslanmis-harikalar-diyari-ve-dunyanin.html" target="_blank">Haşlanmış Harikalar Diyârı ve Dünyanın Sonu</a>'ndaki bir bozuk para mevzusuyla ve -henüz okumadığım- Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları'nda bir kesik parmakla göz kırptığı söyleniyor. </span></div><div><br /></div><div>Bu roman, Murakami okumaya başlamaya pek uygun bir kitap değil, hatta okunmasa bir kayıp olmaz ama yazarın iyi romanlarını bitirip, tarzına alışıp benimsedikten sonra külliyatta eksik kalmaması adına bakılabilir diye düşünüyorum. </div><div><br /></div><div><span style="color: #f9cb9c;">'Kusursuz metin diye bir şey yoktur. Tıpkı kusursuz umutsuzluk diye bir şeyin olmadığı gibi.' [ sf 1]</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Benim için yazmak son derece ızdırap verici bir eylemdir. Bir ay zaman harcayıp tek satır bile yazamadım olur; bazen de üç gün üç gece boyunca hiç durmadan yazıp, sonra yazdıklarımı okuduğumda tamamen çuvalladığımı fark ederim.</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Tüm bunlara rağmen, yazmak eğlenceli bir uğraştır. Çünkü yaşamanın zorlukları ile karşılaştırıldığında, yazmaya anlam yüklemek çok daha kolaydır. [sf 12]</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Farkında olmak için uğraştığımız şeyler ile gerçekten farkında olduğumuz şeyler arasında derin bir uçurum vardır. Kullandığımız cetvel ne kadar uzun olursa olsun, bu derinliği ölçmek mümkün değildir. Benim buraya yazabildiklerim, bir listeden fazlası değil. Bu liste bir roman olmadığı gibi ne edebiyattır ne de sanat. Sayfasının ortasına tek bir çizgi çizdiğim bir defterdir bu. Yine de bundan küçük bir ders çıkarılabilir belki de. [sf 13]</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Hayat boştur. Ancak, kurtuluş da vardır. Demek istediğim, en başta, her şey bu kadar boş değildi. Aslında bizzat biz çalışıp çabalayarak, var gücümüzle uğraşarak anlamin içini boşaltıp onu bomboş hale getirdik. Ne kadar çok çalıştığımızı, onun içini ne denli boşalttığımızı burada uzun uzun yazmayacağım. Çok zahmetli olur. Mutlaka öğrenmek isteyenler varsa, Romain Rolland'ın Jean-Christophe'unu okusun. Hepsi orada yazıyor. [sf 119]</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Yaz kokusunu uzun zamandır ilk kez almıştım. Denizin kokusu, uzaktaki trenin düdüğün, birinin tenine dokunma hissi, şampuanının limonlu kokusu, akşamüzeri esintisi, umudun titrek ışığı ve yaz rüyası…</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Ancak hiçbir şey eskisi gibi değildi; sürekli sağa sola kayıp görüntüyü bozan şeffaf kopya kağıdıyla çoğaltılmış gibiydi her şey ve öncekinden geri dönülmeyecek biçimde farklıydı. [sf 133]</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">Biri bana, <i>Mutlu musun?</i> diye sorsa, <i>Sanırım öyle,</i> demek dışında cevabım yok. Hayaller de sonunda böyle şeylere dönüşmez mi zaten? [sf 145]</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><i>Karmaşık, bilgece bir şeyler yazmaya çalışmayı bırak,</i> dedim kendi kendime. <i>“Roman“ ve “edebiyat” hakkındaki tüm yerleşik düşüncelerini unutup duygu ve düşüncelerini sana geldiği haliyle kaydet, özgürce, canın nasıl istiyorsa öyle.</i> [sf 158]</span></div><div><span style="color: #f9cb9c;"><br /></span></div><div><span style="color: #f9cb9c;">İlk uzun romanımı yazmaya başladım., Yaban koyununun izinde. Bu romanın yazarı kariyerimin gerçek başlangıcı olduğunu düşünüyorum. Ne var ki, bu iki kısa çalışmam (Rüzgârın Şarkısını Dinle ve Pinball) başardıklarım arasında önemli bir yer tuttu. Benim için kesinlikle yerleri doldurulmaz, sanki çok eski arkadaşlarım gibidirler. Tekrar bir araya gelmemiz pek mümkün görünmese de, onların arkadaşlıklarını hiçbir zaman unutamam. O zamanlardaki yaşamımın çok önemli, değerli birer parçası gibi. Yüreğimi ısıtmış ve yürümek istediğim yolda beni cesaretlendirmişlerdir. [sf 162]</span></div><div><br /></div><div><br /></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-3179322439143457092021-02-04T21:30:00.001+03:002021-02-04T21:30:01.662+03:00AĞAÇLAR Hermann Hesse <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-MGAay4hePLo/YBtREl2WOkI/AAAAAAAAIS8/_SZFdeP-cT8aAXLxSMsqRzJ_QMEgKlAAQCLcBGAsYHQ/s400/B1B6F64F-502A-46C2-9199-1B4388939AA9.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="276" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-MGAay4hePLo/YBtREl2WOkI/AAAAAAAAIS8/_SZFdeP-cT8aAXLxSMsqRzJ_QMEgKlAAQCLcBGAsYHQ/w276-h400/B1B6F64F-502A-46C2-9199-1B4388939AA9.jpeg" width="276" /></a></div>Yayın Evi: Kolektif Kitap<div>Basım Yılı: 2018</div><div>Sayfa Sayısı: 97</div><div><br /></div><div>Ağaçlar, <a href="https://bibliofk.blogspot.com/search/label/hermann%20hesse" target="_blank">Hermann Hesse</a>'in çeşitli kitaplarında geçen, ağaç, tabiat, bitkiler, çiçekler v.b. üzerine yazdıklarından pasajlar ve yine aynı konular üzerine birkaç şiirinden oluşuyor. Kitabın bir kısım sayfaları ise yeşil ağaç, yaprak ve bitki illüstrasyonlarıyla süslenmiş fakat kime ait oldukları maalesef belirtilmemiş. </div><div><br /></div><div><span style="color: #b6d7a8;">Bazı bölüm başlıkları ve şiir isimleri: Yaşlı Mor Kayın, Çiçekli Dal, Bahar Gecesi, Kestane Ağaçları, Rüya, Şeftali Ağacı, Huş Ağacı, Kestane Ormanında Mayıs, Karaormanlar, İhlamur Çiçekleri, Yaşlı Bir Ağaca Ağıt, Rüzgârlı Gece, Küçük Patika, Eski Bir Çiftlik Evinde Yaz Öğlesi, Eylülde Ağıt, Budanmış Meşe, Kırık Bir Dalın Gıcırtısı.. </span></div><div><br /></div><div>Sadece bu kelimelerden bile nasıl pastoral, romantik bir kitap olduğu anlaşılıyor zaten. Hesse'in zarâfetiyle cümleler yer yer devinen, bazen sakinleşen bir ırmak gibi akıyor. </div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-s_bWoWt5vYI/YBtkQTK3tUI/AAAAAAAAITQ/Ky4ResV6MooK8jrQfYLRpYM1QbXCTlavwCLcBGAsYHQ/s787/08FF8B1B-40AB-4D11-97F4-7508DB4B36F9.jpeg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="787" data-original-width="500" height="640" src="https://1.bp.blogspot.com/-s_bWoWt5vYI/YBtkQTK3tUI/AAAAAAAAITQ/Ky4ResV6MooK8jrQfYLRpYM1QbXCTlavwCLcBGAsYHQ/w406-h640/08FF8B1B-40AB-4D11-97F4-7508DB4B36F9.jpeg" width="406" /></a></div><div><span style="color: #93c47d;">Sonra da o harikulâde akşam saatleri başlardı. Pencerenin derinliğinde tek başıma oturur, yaz gecesini, hafiften bunaltıcı sıcağın ve kestane ağacının iri mumları andıran beyaz çiçeklerinin soluk, hayaletimsi parıltısının ne kadar güzel olduğunu hissederdim. Ve karanlıkta, iri kestane ağaçlarının altında sevgililerin birbirlerine sokularak yavaş yavaş gezindiğini kaygı ve kederle görür, gülümü gömleğimin iliğinden üzgün üzgün çıkarır, pencereden dışarıya, arabaların, lokanta müşterilerinin ve sevgililerin geçtiği hafif tozlu, beyaz beyaz parlayan yola atardım. [sf 34]</span></div><div><span style="color: #93c47d;"><br /></span></div><div><span style="color: #93c47d;">Gezginde tüm hazların en hası, en incesi vardır, zira sevinci tadarken geçici olduğunu da bilir. Her çeşmeden içememesi umrunda değildir onun, bolluğa alışkındır zaten; kaybettiklerinin peşinden uzun uzun bakmaz, sevdiği her yere köksalmayı da arzulamaz. [sf 53]</span></div><div><span style="color: #93c47d;"><br /></span></div><div><span style="color: #93c47d;">Yalnız yaşıyorum; ufak tefek, gündelik ilişkilerde insanların yerine giderek eşyaları aldı haliyle. Yürüyüşe çıktığım baston, sütümü içtiğim fincan, masanın üzerindeki uzun vazo, meyve kâsesi, küllük, yeşil başlıklı ayaklı abajur, duvardaki resimler ve en önemlisi de, küçük evimin duvarlarını kaplayan kitaplar, uyurken, uyanırken, yemek yerken, çalışırken, iyi günde, kötü günde hep yanımdalar; çok yakından tanıdığım bu simalar yurdumda ve evimde olduğuma dair o hoş yanılsama duygusunu uyandırıyor bende. [sf 57]</span></div><div><span style="color: #93c47d;"><br /></span></div><div><span style="color: #93c47d;">Güzeldir çalışma odam, elimden alınması felaketim olurdu. Ama onun en iyi tarafı, küçük balkona açılmasıdır. Balkondan, koyları, dağları ve köyleriyle, yakın ve uzak düzinelerce köyleriyle Lugano Gölü'nü ta San Mamette'e kadar görmekle kalmam, yaşlı saygıdeğer ağaçların rüzgâr ve yağmurda salındığı, dar ve dik yokuşlu taraçalarda güzel, ulu palmiyelerin, gümrah kamelyaların, ormangüllerinin, manolyaların yükseldiği, porsukağacı, mor kayın, Hint söğüdü, ve her daim yeşil yaz manolyasının büyüdüğü eski, ıssız ve büyülü bahçeye de bakarım, ki benim için en güzeli budur. Penceremden görünen bu manzara, bu taraçalar, bu çalılık ve ağaçlar, odalardan ve eşyalardan daha çok aittir bana ve hayatıma, benim asıl arkadaş çevrem, asıl yakınlarım onlardır; ben onlarla yaşarım, yanımda onlar durur, onlara güvenirim. Ve bu bahçeye bakışım, bir yabancının büyülenmiş ya da umursamaz bakışının verdiğinden çok daha fazlasını verir bana, zira yıllardır günün ve gecenin her saatinde içli dışlıyımdır bu görüntüyle, her ağacın yaprağının, çiçeği ve meyvesinin oluş ve yok oluş evresini çok iyi bilirim, her biri dosttur bana, sadece ve sadece benim bildiğim sırlarını bilirim her birinin. Bu ağaçlardan birini kaybetmek bir dostu kaybetmek demektir benim için (…)</span></div><div><span style="color: #93c47d;"><br /></span></div><div><span style="color: #93c47d;">İlkbaharda bir dönem gelir, kamelya çiçekleriyle yakıcı bir kızıla keser bahçe, yazın da palmiyeler çiçek açar ve ağaçların tepesine kadar tırmanır mavi visteryalar. Fakat Hint söğüdü, ufaklığına rağmen kadim bir ağaçmış gibi görünen ve yılın yarısında üşüyormuşa benzeyen küçük, ecnebi Hint söğüdü, ancak yılın geç bir vaktinde cesaret eder yapraklarını çıkarmaya ve ancak Ağustos'un sonuna doğru çiçek açar.</span></div><div><span style="color: #93c47d;"><br /></span></div><div><span style="color: #93c47d;">Ama tüm bu ağaçların en güzeli artık yok, birkaç gün önce fırtınada kırıldı. Yerde yattığını görüyorum, henüz alıp götürmemişler, kırılmış ve parçalanmış gövdesi ile yerde yatan bu ağır, yaşlı devin bir zamanlar yükseldiği yerde, ötelerdeki kestane ormanının ve şimdiye kadar görünmez kalan birkaç kulübenin seçildiği büyük, geniş bir boşluk var şimdi.</span></div><div><span style="color: #93c47d;"><br /></span></div><div><span style="color: #93c47d;">O bir erguvan ağacıydı. (...) Bahçenin en güzel ağacıydı o ve yıllar önce burada bu evi kiralamamın nedeni de oydu. [sf 58]</span></div><div><span style="color: #93c47d;"><br /></span></div><div><span style="color: #93c47d;">Aşağıya bakınca Klingsor'un bahçesi ile karşılaşmıştım; bahçenin tam ortasında açık pembe çiçekler açmış dev bir ağaç parıldıyordu, ağacın adını sormuştum hemen, işe bakın ki, erguvan ağacıydı; ozamandan beri her yıl çiçek açtı, mezaryongiller gibi dalın kabuğuna yapışık milyonlarca çiçek verdi; çiçeklenmesi dört ilâ altı hafta sürerdi, ancak ondan sonra açık yeşil yapraklar verir, bu açık yeşil yapraklar arasındansa öbek öbek, koyu erguvan rengi gizemli tohum kapsülleri sarkardı. [sf 60]</span></div><div><span style="color: #93c47d;"><br /></span></div><div><span style="color: #93c47d;">Hemen yanı başlarında otlar, cılız, kısacık, kuru otlar büyür, üst tarafını kestanelerin gölgelediği, alt tarafına güneşin vurduğu dik bir de çayır vardır ve bu küçük, kurak, çoğu zaman tozlu çayırda baharın ilk günlerinde görülecek güzel şeyler olur hep, zira incecik, küçücük yüzbinlerce beyaz çiğdem çayırın yuvarlak sırtından aşağıya gümüşi bir kürk gibi, çok hafif ak zerreler ya da küf gibi yayılır. [sf 70]</span></div><div><span style="color: #93c47d; font-family: inherit;"><i><br /></i></span></div><div><span style="color: #93c47d; font-family: inherit;"><i style="background-color: black;"><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);">Her çiçek meyve olmak ister,</span><br style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);" /><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);">Her sabahın arzusu akşamdır, </span><br style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);" /><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);">Her şey fanidir bu dünyada, </span><br style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);" /><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);">Değişimden, kaçıştan başka.</span></i></span></div><div><span style="color: #93c47d; font-family: inherit;"><i style="background-color: black;"><br style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);" /><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);">En güzel yaz bile ister hissetmeyi,</span><br style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);" /><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);">sonbaharı ve solduğunu. </span><br style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);" /><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);">Sessizce dur, yaprak, sabırla dur,</span><br style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);" /><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);">Kaçırmak isterse rüzgar seni.</span></i></span></div><div><span style="color: #93c47d; font-family: inherit;"><i style="background-color: black;"><br style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);" /><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);">Oyna oyunlarını, savunma kendini,</span><br style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);" /><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);">Bırak olsun ne olacaksa.</span><br style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);" /><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);">Bırak, seni kıran rüzgarın esintisi, </span><br style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);" /><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; caret-color: rgb(24, 24, 24);">Uçursun seni yuvana. [sf 90]</span></i></span></div><div><div><span style="color: #93c47d;"><br /></span></div><div><span style="color: #93c47d;">Küvetin kenarında, pencereden esip gelmiş solgun bir yaprak, adı aklıma gelmeyen bir ağacın yaprağı duruyor; ona bakıyorum, damarlarını okuyorum, karşısında ürperdiğimiz ama onsuz hiçbir güzelliğin olamayacağı o tuhaf fâniliği soluyorum. Güzelliğin ve ölümün, hazzın ve fâniliğin birbirine bu kadar muhtaç, bu kadar bağlı olması ne harika! [sf 91]</span></div></div><div><p></p></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-86476005334820281642021-02-01T21:30:00.002+03:002021-02-02T02:45:35.205+03:00KEYİF EVİ Edith Wharton<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div style="text-align: justify;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-xppkekxXH2c/YBdiZkiNJBI/AAAAAAAAISw/XNUUnoI1l8o2CA_lGQNl0avJ2lsskOnAACLcBGAsYHQ/s600/55D4EE02-02A6-4171-9267-861D5855B3DB.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="413" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-xppkekxXH2c/YBdiZkiNJBI/AAAAAAAAISw/XNUUnoI1l8o2CA_lGQNl0avJ2lsskOnAACLcBGAsYHQ/w275-h400/55D4EE02-02A6-4171-9267-861D5855B3DB.jpeg" width="275" /></a></div>Yayın Evi: Kırmızı Kedi Yayınevi</div><div style="text-align: justify;">Basım Yılı: 2011</div><div style="text-align: justify;">Sayfa Sayısı: 365</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: left;">Edith Wharton'un daha önce <a href="http://bibliofk.blogspot.com/2017/04/iki-kiz-kardes-edith-wharton.html" target="_blank">İki Kız Kardeş</a> kitabını okumuştum, Türk filmi tadında, fena olmayan bir romandı. Keyif Evi'nin de böyle hoşça vakit geçirmek için okunabilecek bir kitap olduğunu sanıyordum fakat maalesef öyle değilmiş. </div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #b6d7a8;">1800'lerin sonlarında, New York sosyetesinde açacak nadir bir çiçek olarak yetiştirilen Lily Bart, gençkızlık çağına geldiğinde babası iflas eder ve ölür. Annesi de giderek yoksullaşmalarına öfkesi ve üzüntüsünden birkaç sene sonra kocasını takip ettiğinde Lily hayatta yapayalnız kalıp tüm geleceğini etkileyecek bir dizi yanlış kararların içine yuvarlanacaktır.. </span></div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Yazar, Keyif Evi'nde gereksiz yere sözü o kadar dolandırıyor, uzatıyor ki okumak adeta bir işkenceye dönüşüyor. Sosyetenin o küçücük böcek insanlarının önemsedikleri şeyler, olmayan değer yargıları, Lily'nin manasız savruluşları içinde ona el uzatan birkaç iyi insana karşı duyduğu kibir ve hırsları sayfalarca uzun uzun anlatılıyor. </div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Adındaki ima dahil bir şekilde o dönemin Amerikan toplumunun üst sınıf kabul edilen güruhuna eleştiri olarak yazıldığı da düşünülebilir ama okuyucusuna inanılmaz bir iç baygınlığından başka bir şey vermediğini söyleyebilirim. </div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">Duvarlarında eski taşbasması resimler olan küçük bir hole soktu Bayan Bart'ı. Kız, masanın üzerinde Selden'in eldivenleriyle bastonlarının arasına yığılmış mektupları ve pusulaları gördü; sonra küçük bir kitaplıkta buldu kendini, karanlıktı ama, kitaplarla kaplı duvarları, solsa da güzelliğini yitirmemiş Türk halısı, yıpranmış çalışma masası ve Selden'in tahmin ettiği gibi pencerenin yanındaki sehpada duran çay tepsisiyle keyifli bir yerdi. Çıkan esinti muslin perdeleri odanın içine doğru havalandırıyor, balkondaki çiçek saksısında yetişen petunyaların ve muhabbet çiçeklerinin rayihasını odaya taşıyordu. [sf 11]</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">Çevresindeki her şey, rahatlık ve hoşluk duygularını besliyordu. Pencereler, Eylül sabahının ışıl ışıl tazeliğine açılmıştı, sarı dallar arasından, düzeni gitgide bozularak kademe kademe parkın gelişigüzel kıvrımlarını doğru inen çalılar ve çiçek tarhları görünüyordu. Hizmetçisinin şöminede yaktığı küçük ateş yosun yeşili halının üzerine eğik vuran güneş ışığıyla neşeyle yarışıyor, eski, kakmalı bir yazı masasının yuvarlak kenarlarını okşuyordu. Yatağın yakınındaki bir sehpanın üzerinde, uyumlu porselen ve gümüş takımlarıyla, zarif bir vazodaki bir demet menekşeyle ve katlanıp mektuplarının altına koymuş sabah gazetesiyle kahvaltı tepsisi duruyordu. Kasıtlı bir lüksün bu tür işaretlerinde yeni bir şey yoktu Lily için; ancak, bunlar kızın yaşadığı atmosferin bir parçası olsalar da onların çekiciliğine karşı duyarlılığını hiç kaybetmezdi. Sadece sergilenmeleri seçkin bir üstünlük duygusu uyandırıyordu onda; ama zenginliğin bütün incelikli belirtilerine yakınlık duyuyordu. [sf 47]</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">Onu tanımlamak güçtü, ancak sadece ev sahibesi olarak var olduğu söylenebilirdi, ne var ki abartılmış bir konukseverlik dürtüsünden değil, kalabalık içinde olmadıkça hayata tahammül edemediğindendi. İlgilerinin ortak alanlara yönelmesi, hemcinslerinin sıradan rekabetinin dışında tutuyordu onu; kendisininkinden daha büyük yemek davetleri ya da daha eğlenceli partiler vererek haddini aşan bir kadına duyduğu nefretten başka kişisel bir duygu tanımıyordu. [sf 48]</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">Selden hiç konuşmadan ona kolunu uzatmıştı. Lily sessizce onun koluna girdi, yemek odasına doğru değil de oraya doğru ilerleyenlerin aksi yönüne doğru yürüdüler. Lily’nin etrafındaki yüzler rüyada akıp geçen imgeler gibi kayıyorlardı yanından; Selden'in onu nereye götürdüğünün farkında değildi, ta ki yanyana dizilmiş salonların en ucunda camlı bir kapıdan geçip kendilerini ansızın bir bahçenin mis kokulu sessizliğinde bulana dek. Ayaklarının altında çakıllar tıkırdıyor, yaz gecesinin saydam loşluğu onları kuşatıyordu. Asılı ışıklar bitkilerin derinliklerinde zümrütten oyuklar doğuruyorlar, bir fıskiyenin zambakların üstüne püsküren sularını aklaştırıyorlardı. O büyülü yer ıssızdı; sadece havuzdaki nilüferlere çarpan su sesi ve uzaktaki durgun bir gölün öte yanından üflenmiş olabilecek müzik dışında hiçbir şey duyulmuyordu.</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">Selden ile Lily konuşmadılar, o sahnenin gerçekdışılığını kendi düşsel algılarının bir parçası olarak kabul edip sustular. Yüzlerinde ılık bir esinti hissetselerdi şaşırtmayacaklardı ya da dalların arasındaki ışıkların yıldızlı gökkubbede tekrarlandığını. Onları kuşatan tuhaf yalnızlık o yalnızlıkta başbaşa ve birlikte olmanın hoşluğundan daha tuhaf değildi. Sonunda Lily elini çekti, bir adım uzaklaşınca beyaz giysili zarif bedeni dalların karanlığında iyice belirginleşti. Selden peşinden gitti, suskunluklarını sürdürerek fıskiyenin yanındaki bir banka oturdular. [sf 154]</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">Lily’nin yaslanabileceği biri yoktu. Halası ile ilişkisi, merdivende rastladığı gelip geçici kiracılarınki kadar yüzeyseldi. Ama halasıyla daha yakın olmuş olsalardı bile Bayan Peniston'un Lily’ninki gibi bir acıya sığınak ya da anlayış sunacağını düşünmek olanaksızdı. Anlatılabilecek acı sadece yarım bir acıysa, o yaraya dokunan merhametin iyileştirme gücü de azdır. Lily'nin özlediği, kendisine sarılan kolların oluşturacağı karanlıktı, yalnızlık olmayan, soluğunu tutmuş şefkat olan sessizlikti. [sf 166]</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">Çömeldi, çabucak tutuşturdu odunları. Hala gözlerini dolduran gözyaşlarının arasından garip bir biçimde parladığını gördüğü alevler, Lily’nin bir enkaza benzeyen beyaz yüzüne vuruyordu. Sessizce bakıştılar. Sonra Lily yine, 'Eve gidemedim,' dedi.</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">'Hayır, hayır, buraya geldin canım! Üşümüşsün, yorulmuşsun, sakince otur, ben sana çay hazırlayayım.'</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">Gerty farkında olmaksızın işi gereği kullandığı avutucu ses tonuna başvurmuştu; bütün kişisel duyguları durumu yönetebilmek gayretinin içinde erimişti, deneyimleri ona yarayı incelemeden önce kanamanın durdurulması gerektiğini öğretmişti.</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">Lily ateşe eğilerek sessizce oturdu; sessizlik yüzünden uyuyamayan bir çocuğu tanıdık seslerin sakinleştirmesi gibi arkasında tıkırdayan fincanların sesi de onu yatıştırıyordu. Ama Gerty elinde çayla yanına gelince fincanı kenara itti, bildiği odaya yabancı gözlerle baktı.</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">'Yalnız kalmaya tahammül edemediğim için geldim buraya,' dedi. [sf 182]</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">Üzerine bastıran bu anılar Selden'in sözde soğukluğuna karşı duyduğu bütün öfkeyi alıp götürdü. İki kez kıza yardıma hazır olmuştu Selden -kendi dediği gibi, onu severek yardıma-, üçüncü seferde kızı yüzüstü bırakmış gibi göründüyse Lily kendinden başka kimi suçlayabilirdi ki? Eh, hayatının o bölümü geçmişte kalmıştı; aklının neden hâlâ o günlere takılı kaldığını anlayamıyordu. Ama Selden’i görmek için duyduğu ani arzu geçmedi; onun evinin karşısında dururken açlığa dönüştü. Yağmurla yıkanan sokak karanlık ve ıssızdı. Lily, Selden'in sakin odasını, kitap raflarını, şöminedeki ateşi gözünde canlandırdı. Başını kaldırıp bakınca penceresinde ışık gördü; karşı kaldırıma geçip Selden'in oturduğu binaya girdi. [sf 337]</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">Kitaplık tam düşündüğü gibiydi. Yeşil siperlikli lambalar çöken alacakaranlıkta huzurlu ışık halkaları çiziyor, şöminede küçük bir ateş yanıyordu. Lily içeri girince Selden ateşin yanındaki koltuğunu onu karşılamak üzere kenara itmişti.</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">Şaşırdığını belli etmeyen Selden sessizce durmuş, kızın konuşmasını beklemişti, Lily ise anıların hücumuyla eşikte bir an kalmıştı.</span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="color: #d9ead3;">Dekor değişmemişti. Selden'in La Bruyere kitabını aldığı rafı tanıdı Lily, kendisi o değerli cildi incelerken Selden’in dayandığı koltuğun eprimiş kolçağını da. Ama o gün zengin Eylül ışığı odayı doldurmuş, onu dış dünyanın bir parçası gibi göstermişti; şimdiyse siperlikli lambalar ve yanan şömine odayı sokağa çöken karanlıktan koparıyor, içeriye tatlı bir mahremiyet havası veriyordu. [sf 338]</span></div><p></p></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-47196397611685806372021-01-26T23:08:00.004+03:002021-01-26T23:08:52.943+03:00ÇAY KİTABI Okakuro Kakuzo<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-37CmJ0HnbAM/YA9sroGil4I/AAAAAAAAIRs/6o5J0TNapTsJVK0z7v5NsRKUpGOXw5lvgCLcBGAsYHQ/s500/29351648-D42C-4275-8C7B-5C20D496F402.png" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="500" data-original-width="300" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-37CmJ0HnbAM/YA9sroGil4I/AAAAAAAAIRs/6o5J0TNapTsJVK0z7v5NsRKUpGOXw5lvgCLcBGAsYHQ/w240-h400/29351648-D42C-4275-8C7B-5C20D496F402.png" width="240" /></a></div>Yayın Evi: Alfa Kitap<div>Basım Yılı: 2019<div>Sayfa Sayısı: 84 </div><div><br /></div><div>Kakuzo'nun Çay Kitabı'ndan <a href="http://bibliofk.blogspot.com/2020/09/gurebahane-i-laklakan-ahmet-hasim.html" target="_blank">Gurebahâne-i Laklakân</a>'ı okurken Haşim bahsetmişti. Şâirin zevkine güvenle bu incecik hacimli kitabın hoş olduğunu tahmin etmiştim ama neredeyse her satırını çizdirecek kadar sanat ruhuyla dopdolu, zarif ve masalsı olduğunu bilmiyordum. </div></div><div><br /></div><div><span style="color: #ea9999;">Okakura Kakuzo, özellikle Çay Odası'nda içilen çay üzerinden Japon estetik algısına dair anlatımına başlıyor ve çay ritüellerinin ruhani ve fiziksel boyutuna geliyor, bu hoş kokulu, lezzetli bitkinin bahçe ve çiçek düzenlemelerinden saraylar, tapınaklar ve şatoların mimarisine etkilerine kadar, konuyla ilgili akla hayale gelebilecek hemen her ayrıntıya değiniyor. </span></div><div><br /></div><div>İnsanlığın Fincanı, Çay Ekolleri, Taoculuk ve Zen, Çay Odası, Sanat Zevki, Çiçekler ve Çay Ustaları bölümlerinden oluşan kitabı okurken öyle törensel olmasa da fincan fincan çay içmek de ayrıca keyifliydi. </div><div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-Bk8o2f6eAOc/YBB2lF7HNTI/AAAAAAAAISA/GOFMYpDO5aMaunGXGYUd0jT0PSLz-VyyQCLcBGAsYHQ/s3780/89A6957B-45B3-4E86-BF62-2DEBDF94ECFE.jpeg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3780" data-original-width="3024" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-Bk8o2f6eAOc/YBB2lF7HNTI/AAAAAAAAISA/GOFMYpDO5aMaunGXGYUd0jT0PSLz-VyyQCLcBGAsYHQ/w320-h400/89A6957B-45B3-4E86-BF62-2DEBDF94ECFE.jpeg" width="320" /></a></div><div>Çay Kitabı, birçok yayınevinden güzel kapaklarla çıkmış ama Alfa'yı seçmiştim, çevirisi gayet güzeldi, sadece sayfa 45'te 'çam yaprakları' dediği yerde durdum biraz, 'çam iğneleri' olması gerekmez miydi diye düşündüm ama bu kadarcık gözden kaçırma olabilir tabii ki. </div><div><br /></div><div><span style="color: #f4cccc;">Gündelik dilde kişisel dramanın yarı şaka yarı ciddi yönlerine ilgisiz kalan insanlara 'çaysız insan' deriz. Yine aynı şekilde dünyevi trajediye aldırmaksızın, gem vurulmamış duygularla bütün yaşamını dolduran kaba estetleri de 'çayı fazla kaçmış' diye damgalarız. [sf 8]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Kendilerinde ki büyük şeylerin küçüklüğünü anlamayanlar, başkalarında ki küçük şeylerin büyüklüğünü de gözden kaçırma eğilimindedir. [sf 9]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Çayın tadında onu dayanılmaz kılıp idealize olmasını sağlayan gizli bir cazibe vardır. Batılı mizah yazarları da düşüncelerinin kokusunu onun aromasıyla karıştırmakta fazla gecikmedi. Çayda ne kahvenin bilinçliliği ne de kakaonun saf saf gülümseyen masumiyeti vardır. [sf 14]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Çayizm gizlenen ve keşfedebileceğiniz güzelliğin sanatıdır, açığa çıkarmaya cesaret edemediğiniz şeye imâda bulunma sanatıdır. Sakin bir şekilde, ama sonuna kadar kendinize gülebilmenin yüce sırrıdır ve dolayısı ile mizahın ta kendisidir, felsefenin gülümsemesidir. Bu anlamda bütün gerçek mizahçılara</span></div><div><span style="color: #f4cccc;">-mesela Thackeray ve tabii Shakespeare- çay filozofları denebilir. [sf 15]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Bir Sung şairi olan Lichilai dünyada en kötü üç şey olduğunu üzülerek söylemiştir: gençliğin yanlış eğitimle bozulması, sıradan beğeniler yüzünden sanatın itibarını yitirmesi ve çayın kötü bir şekilde hazırlanarak tam anlamıyla ziyan edilmesi. [sf 17]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Âh ab-ı hayat! Zar gibi ince yapraklar berrak bir gökteki pul pul bulutlar gibi asılı kalır ya da zümrüt sulardaki nilüferler gibi yüzer. [sf 22]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Şeylerin oranını korumak ve kendi yerini kaybetmeden başkalarına yer açmak hayat dramasında başarılı olmanın sırrıdır. Rolümüzü iyi oynamak için piyesi baştan sona bilmemiz gerekir; bütünlük düşüncesi, hiçbir zaman bireysel olanınkinde kaybolmalıdır. Lao Tzu bunu, çok sevdiği boşluk metaforuyla anlatır. O gerçek anlamda önemli ve gerekli olan şeyin ancak boşlukta bulunduğunu iddia etmiştir. Mesela bir odanın gerçekliğinin tavan ve duvarlarda değil, tavan ve duvarlarla kaplanan boş alanda olması gerekir. Bir su testisinin faydası testini şeklinde ya da testinin yapıldığı maddede değil, suyun konulabileceği boşluktadır. Boşluk her şey üzerinde etkilidir çünkü her şey içine alabilir. Hareket ancak boşlukta mümkün olur. Kendisine başkalarının serbestçe girebileceği bir boşluk haline getirebilen kimse her duruma hâkim olur. Bütün, parçaya daima hükmedebilir. [sf 35]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Sanatçı her şeyi söylememekle başkalarına kendisinin fikrini tamamlama imkanı verir, böylece büyük bir şaheser karşı konulmaz bir şekilde dikkatinizi kendisine sabitler ve bir an için kendinizi eserin bir parçası olarak görürsünüz. Karşınızda girebileceğiniz ve estetik duygunuzla son haddine kadar doldurabileceğiniz bir boşluk vardır. [sf 36]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Çay odası Sukiya bir hayal evidir çünkü şiirsel bir etki barındırmak için yapılmış ve kısa ömürlü bir yapıdır. Boşluğun evidir çünkü anın estetik ihtiyacını karşılamak için konmuş olabileceklerin dışında hiçbir süsü yoktur. Simetrisiz olanın evidir, çünkü içinde kasten yarım kalmış ve muhayyile oyunlarının tamamlayacağı bir şey bırakılarak mükemmel olmayanı takdire tahsis edilmiştir. [sf 42]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Çay odasına giden bahçe yolu: roji'den geçmenin uyandırdığı duyguların niteliği ustadan ustaya değişiyordu. Bazıları Rikiu gibi nihai yalnızlığı hedefliyor ve bir roji yapmanın sırrının şu eski dizelerde olduğunu iddia ediyordu:</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><i><br /></i></span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><i>Ötelere bakıyorum.,</i></span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><i>Ne çiçekler var</i></span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><i>Ne de renkli yapraklar.</i></span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><i>Deniz kenarında</i></span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><i>Bir sonbahar akşamı</i></span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><i>Solgun ışıkları içinde</i></span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><i>Tek başına bir köy evi var.</i></span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Bazıları ise Kobori-Enshiu gibi daha başka etkiler arıyordu. Enshui aşağıdaki dizelerde bahçe yolu fikrinin bulunabileceğini söylüyordu:</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><i>Yaz günü bir ağaç kümesi,</i></span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><i>Bir parça deniz,</i></span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><i>Solgun bir akşam ay'ı.</i></span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Bu sözlerle neyi kast ettiğini anlamak zor değildir. Enshiu hâlâ geçmişin gölgeli rüyaları arasında dolaşan ama bir yandan da yumuşak bir ruh ışığının tatlı bilinçsizliğinde yüzen ve ötede bir yerde bulunan özgürlüğe iştiyak duyan yeni uyanmış bir ruhun halini telkin etmeyi amaçlıyordu. [sf 46]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Çaydanlığın terennümü hoştur çünkü çaydanlığın dibine özel bir melodi çıkaracak demir parçaları konmuştur. Bu melodide insan bir şelâlenin, kayalarda parçalanan bir denizin, bir bambu ormanını baştanbaşa etkisi altına alan bir sağanağın bulutların arasından geçerken boğuklaşan yankılarını ya da uzak bir yamaçtaki çamların uğultusunu duyabilir. [sf 47]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Bu hususta Rikiu'nun çay ustaları için değerli olan temizlik fikirlerini çok güzel şekilde anlatan bir hikayesi var: Rikiu bahçe yolunu süpürüp sulamakta olan oğlu Shoan'ı seyrediyormuş. Shoan işini bitirince Rikiu, 'Yeterince temiz değil,' demiş ve işine yeniden başlamasını emretmiş. Oğul bir saat süren yorucu bir çalışmadan sonra Rikiu'ya dönmüş: 'Baba, yapacak bir iş kalmadı. Merdivenleri üç kere yıkadım, taş fenerlere ve ağaçların üstüne su döktüm; yosunlarla likenler canlı bir renkle parıl parıl parlıyor, yerde de ne bir dal parçası bıraktım ne de bir yaprak,' demiş. Usta, oğlunu azarlayarak, 'Genç budala,' demiş, 'bir bahçe yolu böyle süpürülmez.' Bunu dedikten sonra bahçeye inmiş, bir ağacı silkelemiş ve her tarafa sonbaharın brokar örtüsünden parçalar, altın ve kızıl yapraklar serpmiş. İstediği sadece temizlik değil, aynı zamanda güzellik ve doğallıkmış. [sf 48]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">'Hayal Evi' ismi bireyin sanatsal ihtiyaçlarını karşılamak için inşa edilmiş bir yapıyı imâ eder. Çay odası çay ustası için vardır, çay ustası çay odası için değil. Oda ustadan sonraki nesillere mahsus değildir, bu yüzden kısa ömürlüdür. (...)</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">'Boşluğun Evi' terimi her şeyi kapsayan Taocu teoriyi ifade etmenin yanı sıra dekorasyon motiflerinde sürekli bir değişiklik ihtiyacı düşüncesini de içerir. Çay odası bir estetik duyguyu tatmin etmek için geçici olarak konmuş olabilecek şeyler dışında tamamen boştur. Ara sıra odaya özel bir sanat objesi getirilir ve odada her şey ana temanın güzelliğini arttıracak biçimde seçilip yerleştirilir. İnsan farklı müzik parçalarını aynı anda dinleyemez. Güzelliğin gerçek anlamda idrak edilmesi ancak merkezi bir güdüye odaklanma ile mümkün olur. Dolayısıyla bizim çay odalarımızın dekorasyon tarzı, çoğu zaman evinin içini müzeye çeviren Batılılarınkiyle tamamen zıttır. Süste sadeliğe ve dekorasyonun sık sık değişmesine alışmış bir Japon'a göre her zaman bir sürü tablo, heykel ve eski eşya ile dolu olan Batı evi basit bir zenginlik sergisi izlenimi verir. Bir şaheseri bile sürekli görmekten keyif almak büyük bir sanat zevki gerektirir. O halde Avrupa ve Amerikan evlerinde görüldüğü gibi her gün bir yığın renk ve şekil karışıklığı arasında yaşayabilenler gerçekten sınırsız bir sanat duygusuna sahip olmalıdır.</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">'Simetrisiz Olanın Evi' ifadesi bizim dekorasyon planımızın diğer bir safasına imâda bulunur. Japon sanat objelerinin simetriden yoksun oluşu Batılı eleştirmenler tarafından sık sık eleştirilmiştir. (...) Evlerimizin klasik dekorasyonu kesinlikle muntazamdır. Oysa Taoculukla Zen'in mükemmellik anlayışı farklıydı. Onları felsefesinin dinamik doğası, mükemmelin kendisinden çok mükemmellik arayışına önem veriyordu. Gerçek güzelliği ancak taman olmayan bir şeyi zihninde tamamlamış olan kimse keşfedebilir. Hayatın ve sanatın gücü gelişme imkanlarındadır. Çay odasında bütünün etkisini kendi zevklerine göre hayalinde tamamlamak her davetliye düşen bir iştir. Zen hâkim bir düşünce tarzı haline geldiğinden beri Uzakdoğu sanatı sadece tamamlamayı değil, aynı zamanda tekrarlamayı da ifade eden simetriden özellikle kaçındı. Tasvirde tekbiçimcilik hayal gücünün tazeliği için zararlı görüldü. Bu yüzden varlığı bizzat kendisine bakan kişi ile ortaya çıkan insan figüründen çok peyzajlar, kuşlar ve çiçekler resmin gözde konuları haline geldi. Bizler genellikle çok fazla göz önündeyiz ve gururumuza rağmen kendimize bakmaktan bıkabiliyoruz.</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Çay odasında tekrarlama korkusu her zaman mevcuttur. Bir odanın dekorasyonunda kullanılacak şeyler öyle seçilmelidir ki hiçbir renk ya da resim tekrar edilmesin. Eğer odaya canlı bir çiçek koymuşsanız artık bir çiçek resmi koymanız yasaktır. Eğer yuvarlak bir çaydanlık kullanıyorsanız sürahiniz köşeli olmalıdır. Siyah sırlı bir çay fincanının yanında kesinlikle siyah lake bir çay kutusu bulunamaz. Tokonama'ya bir buhurdan koyarken boşluğun iki eşit parçaya ayrılmaması için tam ortaya koymamaya dikkat edilmelidir. Odanın monotonluk izlenimi uyandırmaması için tokonama'nın sütununda kullanılan ağaç diğer sütunlarınkinden farklı olmalıdır. [sf 49-52]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Çay odasının sadeliği ve bayağılıktan uzak oluşu, onu dış dünyanın üzüntü ve sıkıntılarına karşı bir sığınak haline getirir. İnsan ancak ve ancak orada hiç rahatsız edilmeksizin kendisini güzelliğin takdirine adayabilir. [sf 54]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Peiwoh gelmiş. Tıpkı hırçın bir atı sakinleştirmeye çalışan birinin yapacağı gibi, nazik bir elle arpı sevip okşamış ve yavaşça tellere dokunmuş. Doğanın, mevsimlerin, yüksek dağlarla akarsuların ezgilerini çalmış ve ağacın bütün hatıraları canlanmış! Baharın tatlı esintisi yeniden dallarının arasında gezinmeye başlamış. Genç şelâleler vadide dans ederek tomurcuklanmış çiçeklere gülümsemiş. Binlerce böceği ile yazın rüya benzeri sesleri, yağmurun tatlı tıpırtısı, guguk kuşunun feryadı işitilir olmuş. Dinleyin! Bir kaplan kükrüyor, vadi de ona cevap veriyor. İşte güz geldi; ıssız gecenin içinde ay, kırağı düşmüş otların üzerinde keskin bir kılıç gibi parlıyor. Şimdi kış hüküm sürüyor, karlı havada kuğular girdap gibi döne döne uçuşuyor ve takırdayan dolu taneleri coşkulu bir hazla dallara çarpıyor. [sf 56]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Güzelliğin sihirli dokunuşuyla varlığımızın gizli telleri uyanır, onun çağrısına cevâben çırpınır ve titreşiriz. Ruh ruhla konuşur. Söylenmeyen şeyleri duyar, görünmeyeni görürüz. İçimizden bilmediğimiz melodiler çıkar. Çoktan beri unutulmuş olan hatıralar canlanır ve yeni bir anlam kazanmış olarak bize döner. Korkunun boğduğu umutlar, tanımaya cesaret edemediğimiz özlemler yeni bir ihtişamla karşımızda durur. Ruhumuz sanatçının boyalarını sürdüğü tuvaldir; üzerindeki renkler duygularımızdır, ışık ve gölgeler sevinçlerimizin ışığı ile kederlerimizin gölgesidir. Şaheser bize ait olduğu gibi biz de şahesere aitiz. [sf 57]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Birbirine benzeyen ruhların sanatla birleşmesi kadar mistik bir şey yoktur. Bu buluşma anında sanatsever kendi kendisinin ötesine geçer. Aynı anda hem vardır hem de yoktur. Bir an sonsuzluğu görür fakat duyduğu hazzı kelimeler ifade edemez çünkü gözlerin dili yoktur. Ruhu maddenin prangalarından kurtulmuş halde eşyanın ritmi ile hareket eder. [sf 59]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Kültürümüz zenginleştikçe sanat duygumuzun genişleyeceği ve güzelliğin şimdiye kadar bilmediğimiz yeni ifade biçimlerinden haz duyabileceğimiz doğrudur. Fakat her ne olursa olsun, evrende yalnız kendi suretimizi görürüz; algılama biçimimizi bize dikte edense kendi mizacımızdır. Çay ustaları ancak kendi zevk ölçülerine tamamıyla uygun düşen şeylerin koleksiyonu yapar. [sf 61]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Bir ilkbahar sefanın titrek griliğinde, ağaçlar arasında eşlerine gizemli bir ahenkle fısıldayan kuşların onlara çiçeklerden bahsettiğini hissetmediğiniz mi? İnsanlık için çiçek beğenisi aşk şiiri ile birlikte doğmuş olmalı hiç kuşkusuz. Bakir bir ruhun dışa yansımasını, bilinçsizliği içinde tatlı ve sessizliğinden dolayı hoş kokulu bir çiçekten daha güzel nerede hayal edebiliriz? [sf 65]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Söyleyin bana, yıldızların gözyaşları olan narin çiçekler, bahçede çiy taneciklerinin ve güneş ışınlarının şarkısını söyleyen arıları başınızda selamlarken sizi bekleyen korkunç akibeti biliyor musunuz? [sf 66]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Doğuda çiçek yetiştirme sanatı en eski sanatlardan biridir, ki hikayeler ve şarkılarda genellikle bir şairin aşkları ve gözde bitkileri anlatılır. Tang ve Sung hanedanları döneminde seramik sanatının gelişmesi ile birlikte, içine çiçek konan harika kapların yapıldığını öğreniyoruz; bunlar saksı değil, mücevherlerle süslü birer saraydır. Her çiçeğin bakımı ve yapraklarının tavşan tüyünden yapılmış yumuşak bir fırçayla yıkanması için özel bir hizmetçi tahsis edilirdi. Yuenchunlang'ın Pingtse adlı kitabında şakayıkların uzun tuvalet giymiş güzel bir genç kız eliyle yıkanması, kış eriğininse soluk yüzlü ve ince yapılı bir keşiş tarafından sulanması gerektiği yazılıdır. [sf 69]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Yoshitsun'a atfedilen eski bir kitâbe, [Kobe yakınlarındaki Sumadera'da] bir Japon manastırında hâlâ muhafaza edilmektedir. Bu, muhteşem bir erik ağacının korunması için yapılan bir uyarıdır ve savaş dönemlerine özgü haşin mizahıyla bizi kendisine hayran bırakıyor. Kitâbe çiçeklerin güzelliğini zikr ettikten sonra şöyle diyor: 'Her kim bu ağaçtan bir tek dal koparırsa ceza olarak bir parmağı kesilecektir.' Keşke bugün çiçekleri sebepsiz yere yok edenler ve sanat objeleri sakatlayanlar için de bu tür kanunlar uygulansa! [sf 70]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">İdeal çiçek aşığı, kırık bir bambu çitin önünde oturup krizantemlerle söyleşen Taoyuenming ya da şafak vakti Batı gölünün çiçek açmış erik ağaçları arasında dolaşırken gizemli kokular içinde kendini kaybeden Linwosing gibi, onları doğal ortamında ziyaret edendır. Chowmushih'nin rüyaları nilüferinkilerle karışsın diye bir kayıkta uyuduğu söylenir. [sf 71]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Çay ustalarının oluşturduğu çiçek kültü yalnızca onların estetik ritüellerinin bir parçasını teşkil ediyordu, başlı başına bir din değildi. Çiçek düzenlemesi, çay odasındaki diğer sanat eserleri gibi, genel dekorasyon planına bağlıydı. Bu yüzden Sekishiu bahçede daha kar varken erik ağacının beyaz çiçeklerinin kullanmasını yasaklamıştır. 'Gürültücü' çiçekler insafsızca çay odasından uzaklaştırılıyordu. Bir çay ustasının hazırlamış olduğu çiçek demeti, konmak için ayrıldığı yerden kaldırılırsa anlamını yitirir; çünkü onun bütün çizgileri ve oranları çevresindeki eşyayla uyumlu bir şekilde düzenlenmiştir. [sf 74]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">İkebana ustaları bir çiçeği resmi, yarı resmi ve gayriresmi olmak üzere üç farklı yönüyle ele almanın önemi üzerinde de çokça durmuşlardır. Bunların ilkinde çiçekler balo salonlarının gösterişli kostümlerini, ikincisinde rahat ve şık gündelik giysileri, üçüncüsünde ise kadınların giydiği göz alıcı sabahlıkları simgeler. [sf 75]</span></div><div><span style="color: #f4cccc;"><br /></span></div><div><span style="color: #f4cccc;">Çay ustası çiçeklerin seçilmesi ile görevinin tamamlandığını düşünür ve onların kendi hikayelerini anlatmalarına izin verir. Kışın sonuna doğru bir çay odasına girerseniz orada ince bir yabani kiraz dalının, tomurcuklanmış bir kamelyayla bir araya getirildiğini görürsünüz. Bu geçip giden kışa eşlik eden bahar va'dinin bir yankısıdır. Yine aşırı sıcak bir yaz gününde öğle çayı için içeri girdiğinizde, tokonoma'nın serin gölgesinde asılı bir vazonun içinde yalınkat bir zambak bulursunuz; çiçeklerinden çiy damlaları süzülen zambak hayatın saçmalığına gülümsüyor gibidir. [sf 76]</span></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6193697108500721679.post-89048663049436517362021-01-20T21:30:00.001+03:002021-01-20T21:30:00.126+03:00BALIK İZLERİNİN SESİ Buket Uzuner<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-bsX-OfHC5mo/YAUQI7qzrSI/AAAAAAAAIQ8/yN_tJVWuEMk21MVxWo1pfezxKpkMUFT6wCLcBGAsYHQ/s800/49021B27-42B7-4B15-8B0D-DEBD0F204CDB.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="526" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-bsX-OfHC5mo/YAUQI7qzrSI/AAAAAAAAIQ8/yN_tJVWuEMk21MVxWo1pfezxKpkMUFT6wCLcBGAsYHQ/w264-h400/49021B27-42B7-4B15-8B0D-DEBD0F204CDB.jpeg" width="264" /></a></div>Yayın Evi: Remzi Kitabevi<div>Basım Yılı: 1998</div><div>Sayfa Sayısı: 219</div><div><br /></div><div>Balık İzlerinin Sesi üzerine, yine 2004 senesinden, defterimden çıkan birkaç cümle. </div><div><br /></div><div>📖📖📖<br /><div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Bu en başta çok değişik bir roman.. Bir ütopya üzerine kurulduğu için biraz tuhaf olsa da kendini sevdirmesini biliyor. </span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Çeşitli ülkelerden sanatçı ve bilim adamlarını bir çeşit toplama kampına alıyorlar ve onları tek tek yok etmeye çalışıyorlar, böylelikle dünyayı tekdüze hale getirecekler güya. Bu zavallıcıklar da oradan kaçıp balık izlerinin sesinin duyulduğu bir adaya sığınıyorlar. </span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Bu kitapta da Buket Uzuner anlayana 'kişisel alan' üzerinden ince konferanslar veriyor. Ayrıca estetik kompozisyonlar çizerek kendi sanatsal egosunu tatmin ediyor. Kelimeleri dramatize etme kaygısı devam. (Bkz. Bir Yaz Gecesi İçin Suit.)</span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Neden bilmiyorum, salt bir kitapta da olsa mükemmeli oluşturma endişesi itici geliyor bana. Roman dediğin de, karakterler de biraz dağınık olmalı diye düşünüyorum gerçek hayattaki gibi. </span></div><div><span style="color: #a2c4c9;"><br /></span></div><div><span style="color: #a2c4c9;">Buket Uzuner'in Karayel Hüznü kitabındaki ada tanımına baktığımızda 'Kaçış ütopyalarının merkezidir ada.' dediğini görüyoruz, burada da öyle kurgulamış. Zaten bu iki kitap bir yıl arayla yayınlandığından anlaşıldığı üzere yazarın aynı dönemine denk geliyor.</span></div></div></div>Bibliohttp://www.blogger.com/profile/08763035266768164260noreply@blogger.com0