Yayın Evi: Siren Yayınları
Basım Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 226
Amerikan korku edebiyatının klasik yazarlarından biri olan Shirley Jackson'un Biz Hep Şatoda Yaşadık romanını okuduktan sonra aslında en meşhur, bu türde kendinden sonra gelen yazarlara ilham kaynağı olmuş Tepedeki Ev kitabını da çok merak etmiştim.
Dr. John Montague, paranormal olaylara meraklı bir bilim adamıdır. Çeşitli tuhaf hadiselerin cereyan ettiğini duyduğu, bir tepenin üzerine tuhaf, çarpık bir mimariyle inşa edilmiş, ıssız bir kır evini birkaç aylığına kiralar ve araştırma yapmak ister. Bu süre zarfında kendisiyle beraber orada ev sahibesinin yeğeni Luke ve Montague'nün araştırmalarına yardımcı olacağını düşünerek davet ettiği iki genç kadın; çocukluğunda babasının ölümünden kısa süre sonra anlaşılamaz şekilde üç gün boyunca evlerine taş yağmış olan Eleanor ve bir laboratuvar deneyinde pisişik güçlere sahip olduğu anlaşılan Theodora da kalacaktır. Dörtlü sırayla eve gelir yerleşir. Yavaş yavaş etrafı keşfetmeye başladıklarında, tüyler ürpertici bir geçmişe sahip bu tuhaf malikanenin tekinsiz yüzüyle karşılaşmaları da kaçınılmaz olacaktır.
Romanın en başarılı tarafının, Shirley Jackson'un adım adım kurduğu korku atmosferi olduğunu söyleyebilirim. Sanki Eleanor ile beraber okuyucu da yolculuk ediyor, eve usul usul yaklaşıyor, içine giriyor ve yaşamaya başlıyor. Okurken evin içine çekildiğinizi hissediyorsunuz. Bunu o kadar ustaca yapıyor ki başlangıçta korku yerine sadece merak var, tıpkı böyle bir yere davet edilen, pek de ödlek sayılmayan birinde olabileceği gibi. Fakat sonra havadaki dehşet duygusu yoğunlaşıyor ve hikaye ilerledikçe içinizdeki korkunun dozu artıyor, sinirleriniz gerilmeye başlıyor.
Mesela gündüzleri evin hizmetini gören karı-koca; Dudley'ler var. Adam kapıda bekçilik yapıyor, kadın ise yemekleri hazırlıyor ve evin düzenini sağlıyor. Bu çiftin halleri o kadar esrarengiz ve sinir bozucu ki, son derece tedirgin bir tavırla sürekli işleri bittiğinde bir dakika bile orada durmayacaklarını, bunun bir görev olduğunu tekrar ediyor ve misafirlerin de oraya gelmemiş olmaları gerektiğini ima ediyorlar ama nedenini açıklamaya da yanaşmıyorlar.
Evin labirent gibi birbirine açılan ve bilhassa öyle olması istenerek yapılmış eğik zeminlerden dolayı kapıları asla açık durmayan odaları ve nereden geldiği anlaşılamayan soğuk hava akımları var. Ve elbette bir de geceleri o odalarda yaşananlar..
Yazarın iki eserini karşılaştırdığımda Biz Hep Şatoda Yaşadık romanının okuma zevkime daha çok hitap etmiş olduğunu söyleyebilirim. Tepedeki Ev ona kıyasla daha ürpertici, daha klasik bir gerilim kitabı fakat onu da merakla bitirdim.
Ashton'un
hemen dışındaki o yerden az kalsın hiç ayrılmayacaktı, çünkü karşısına
bir bahçede gömülü minik bir kır evi çıktı. Orada tek başıma
yaşayabilirdim, diye düşündü. Yılankavi bahçe yolunun ardındaki küçük,
mavi ön kapıya ve basamakta kusursuz görünen beyaz kediye bakmak için
arabayı yavaşlatmıştı. Beni orada, onca gülün ardında kimseler
bulamazdı; hem işimi sağlama almak için yol kenarına zakkumlar da
ekerdim. Serin aksamlarda ateş yakıp kendi ocağımda elma kızartırdım.
Beyaz kediler besler, pencerelere beyaz perdeler diker ve bazen dışarı
çıkıp tarçın, çay ve iplik almak için bakkala giderdim. İnsanlar
fallarına bakmam için gelirlerdi, ayrıca üzgün genç kızlar için aşk
iksirleri hazırlardım. Bir nar bülbülüm olurdu... Ama kır evi çok geride
kalmıştı ve Eleanor’un Dr. Montague’nün titizce tarif ettiği yeni yolu
arama vakti gelmişti. [sf 23]
Bayan Dudley, Eleanor'un girmesi için yana çekildi ve görünüşe göre duvara konuştu. 'Akşam yemeklerini tam altıda yemek salonundaki büfeye bırakırım.' dedi. 'Kendiniz alırsınız. Sabahları boşları toplarım. Kahvaltınızı dokuzda hazırlarım. Anlaşmam böyle. Odalarla istediğiniz kadar ilgilenemem, ama bana yardımcı olacak biri de yok sonuçta. Ben kimseye hizmet etmem. Burada çalışıyor olmam insanlara hizmet edeceğim anlamına gelmez.'
Kapı eşiğinde kararsızca duran Eleanor başıyla onayladı.
'Akşam yemeğini hazırladıktan sonra kalmam,' diye devam etti Bayan Dudley. Hava kararmaya başlayınca burada durmam. Karanlık çökmeden giderim.'
'Biliyorum.' dedi Eleanor.
'Kasabada yaşıyoruz, on kilometre ötede.'
'Evet,' dedi Eleanor, Hillsdale'i anımsayarak.
'Yani yardıma ihtiyaç duyarsanız etrafta kimse olmayacak.'
'Anlıyorum.'
'Geceleyin sesinizi bile duyamayız.'
'Acaba...'
'Kimse duyamaz. En yakında oturan kasabadakiler. Kimse daha fazla yaklaşmak istemiyor.' [sf 37]
not aldım çok teşekkürler
YanıtlaSilRica ederim, keyifli okumalar.
Silbeğenmene sevindim Biblio'cum, ben de çok beğenmiştim ama dediğin gibi ben de Biz Hep Şatoda Yaşadık'ı daha özel buldum, sevgiler:)
YanıtlaSilShirley Jackson’ın kitaplarıyla tanışmama vesile olduğun için teşekkür ederim Eren’cim, hikayeleri de yayınlanacaktı ama sanırım o kitap henüz çıkmadı. :)
SilÇok ilgi çekici bir kitapmış . Daha önce duymamıştım. Listeme ekledim. :)
YanıtlaSilFilmi de birkaç kez çekilmiş sanırım ama henüz izlemedim. Ürpertici ama güzel bir kitap. Keyifli okumalar.
Sil