ODALAR

30 Nisan 2017 Pazar

SHAKESPEARE OKUMALARI II [Mayıs 2017]



Shakespeare okumalarımızın ilkini 5 sene önce yapmıştık sevgili Thalassapolis ile. 
Mayıs ayında, yağmurların yağdığı, serin ve çok güzel bir zaman dilimiydi 😍 
Bu sene yine baharın son ayını Shakespeare okuyarak geçirmek istedik. 
Ay boyunca instagramda  #shakespearemay etiketini kullanarak bize katılabilirsiniz.

Okumak için seçtiğim oyunlar:

🎭Bir Yaz Gecesi Rüyası
🎭Kral Lear
🎭Julius Ceasar
🎭Bir Kış Masalı
🎭Pericles
🎭Cymbeline
🎭Antonius ve Kleopatra


18 Nisan 2017 Salı

HAH Birgül Oğuz

Yayın Evi: Metis Kitap
Basım Yılı: 2015
Sayfa Sayısı: 79

Birgül Oğuz'un öykülerini inceleyerek, hakkını vererek okumadığımı şu yazıyı görünce daha net farkettim:

Dön Öyküsünün İlmekleri 

Demek ki ilerleyen zamanlarda bir daha okunacak.

SEVGİLİMİN GÖZLERİ bir yaz gecesi gibi berraktır. Saçlarının kıvrımlarında kumral mağaralar görürüm. Ona sokulmak kendi kovuğuma kavuşmaktır. Her seferinde ıslak, yorgun, ağlamaklı olurum. (...) Sesi kumral sazlıklar gibi dalgalanır kulaklarımda. Elimi avucunun sıcağına bırakır, iyi geceler, derim. O zaman saçları kadife bir yağmur olur, sırtıma dökülür. Kirpikleri ikimizi de örtecek kadar uzar. Caddeden sular seller gibi akar ışıklar. 

Sabahın pusu ona da bana da pamukludur. Rıhtıma birlikte yürürüz. Mavi bir dolmuş onu Çömlekçi Çukuru'na götürür. Ben çay ocaklarının, yolcu otobüslerinin arasından geçer, yük gemilerine bakarım. Vinçlerin sesi suda erir. Halatlar gevşer, ıslanır, tekrar gerilir. Ne güzeldir sabah, mürekkebi ıslak bir sözcük kadar taze, içime değer, her sabah, canım ışır, gözüm yanar, ah. [sf 39]


OL!.. Nilay Özer

Yayın Evi: Yasakmeyve
Basım Yılı: 2010
Sayfa Sayısı: 76

Zaman zaman yeni isimlerin şiirlerine bakmayı seviyorum. Nilay Özer'in bu kitabı da uzun süre kitaplığımda durduktan sonra kısaca okuyup bitirdiklerimdendi.

Kitapta sadece Sanatoryum şiirini ve Babam İçin Bir Sonsuz şiirinde geçen 'kitapların zifiri ferahlığı' tabirini işaretlemişim.

Etkileyici söz öbekleri, kurşunları peşpeşe boşaltmalar filan hepsi iyi güzel de birbiriyle tamamen uyumsuz dizelerin sürekli arka arkaya gelmesi okurken bir rahatsızlık hissi oluşturuyor.

Nilay Özer'in şiiri hakkında kararsızım, ne çok sevdim diyebilirim ne de hiç sevmedim.  



kendime üzülmenin rengini bulamadım
sonbaharın paletinden kayıp düşmüş olmalı
sana geldim bir hasta valizi gibi ağır
s ö z l e r i m a d ı m l a r ı m
beyaz çarşafların şefkatine dolanır
öksürüğünü yutan duvarların iyiliği
ölüm kışa yenilsin çünkü ben de yok
bıraktığın yerden başlamak cesareti

benden saklama günlerin bildiğini
göğsünde yağmurlarla indiğini geceye
söyle, kanıyorum de, nerde sevda kürleri
nerde izimi süren dalgın patika
ışık haylazlığıyla çerçevesinden taşmış
bir kır manzarasına yetmez hapların rengi

sarı da zamandandır sende kırılır belki
ciğerlerime batar bu yaralı camşehir
yine bir elveda için eğilirken gök
gücenik bir şal gibi bir dilek tutar gibi
hiç olmamışsın gibi durur karşımda
yarım kalmış mendiller boş kolonya şişeleri
ölüm kışa yenilsin gülüm bende yok
kaldığın yerden ağlamak inceliği...  [Sanatoryum, sf 45]



16 Nisan 2017 Pazar

MUTLULUĞUN MİMARİSİ Alain de Botton

Yayın Evi: Sel Yayıncılık
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 301

Son zamanlarda okuduğum en zevkli kitaplardan biri bu. Alain de Botton'un kitaplarını sürekli görüyor, zaman zaman birkaçını sepete ekleyip çıkarıyordum ama Mutluluğun Mimarisi'ni farkedince önce bunu okumalıyım dedim.

Estetik algısı üzerine yazılmış, kolay okunabilir olmasına karşılık ifadesi derin bir kitap. Mimari güzellik konusunda insanın perspektifini genişleten, üslup ve kültürün binalardaki yansımalarını, yuva hissini veren unsurları anlatan, mekanın dilini anlamaya dair ipuçları sunan dolu dolu bir içeriği var. Kitapta bahsedilen bina ve yerlerin -siyah-beyaz da olsa- fotoğrafları bulunması da çok yerinde bir tutum olmuş.

Büyük bir merak ve keyifle okudum, çok beğendim.

Güzel nesneler duygularımızı ve siyasi yaşamı değiştirmek konusunda ne kadar yetersiz kalırsa kalsin, güzelliğin -kusursuz dünyaların, hani bir zamanlar, hayatımızın sonuna kadar sahip çıkacağımızı iddia ettiğimiz idealleri bize yeniden hatırlatan o kusursuz yerlerin- önemine ilişkin daha ılımlı bir değerlendirme yapmak gerekir. Daha incelikli şeylere, örneğin bir goblene, bir Korint sütununa, güzel yer karolarına ya da bir lambaya karşı görsel bir duyarlılık geliştirebilmemiz için önce hayatın sunduğu trajik renklere alışmalı gözlerimiz. Durup tuğladan örülmüş eski bir duvarı ya da hole doğru yumuşak bir eğimle inen merdivenin trabzanlarını hayranlıkla seyretmek genç aşıklara göre değildir. [sf 24]

Bu modern evlerin bazılarında da başka bir Japon geleneğine, maddi dünya kusurlarını gizlememe, tam tersi görünür kılma eğilimine gönderme yapılmıştı. Orneğin, Tokyo'dan birkaç saat uzaklıktaki yazlık evin demirden yapılmış kaba dış duvarları  yağmur yüzünden pas tutmuş, yosun bağlamıştı. Ev  sahiplerinin, bu pas lekelerini temizlemek, yağmurun duvarlara çarpmasını engelleyecek yağmur olukları döşemek gibi bir çabaları olmadığı anlaşılıyordu. Belli ki burada yaşayanlar doğanın insan yapısı nesneleri yok etmeye çalışmasını izlemekte keyif alıyordu. Eski çay evlerinin mimarları da aynı sebepten ötürü ahşabı cilalamaz, onun yaşlandığını görmekten hoşlanırdı çünkü geçen yılların ahşap üzerinde bıraktığı izler her şeyin geçici olduğunu hatırlatıyordu insana. Cuniçiro Tanizaki Gölgelere Övgü (1933) kitabında Japonların kusurları niçin bu kadar güzel bulduğunu şöyle açıklıyor: 'Biz Japonlar pırıl pırıl parlayan nesneleri kullanmayı sevmiyoruz. Batılılar gümüş, çelik, nikel kaplama çatal bıçak takımları kullanıyor, bunları parlatmak için saatlerce uğraşıyor. Biz buna karşıyız. Evet, bazen biz de gümüş çaydanlıklar, sürahiler, fincanlar kullanıyoruz ama bunları asla parlatmıyoruz. Tam tersi, ancak parlaklığı yok yerleri olup rengi kararınca, üzerinde lekeler oluşunca o nesneyi kullanmaktan keyif almaya başlıyoruz.' Budist yazılara göre, insanın ahşap ya da taş üzerindeki kusurlara tahammül edemeyişi, onun insan yaşamına özgü zorlukları kabullenemeyişinden kaynaklanır. İnsanın yaşadığı hayal kırıklıklarının, çöküşlerin aksine mimaride kullanılan malzemelerin (geçmişte ahşap ve taşın, günümüzde ahşap ve betonun) üzerinde oluşan kusurlar o malzemenin yavaş yavaş ve onurundan, zarafetinden bir şey yitirmeksizin yaşlandığını gösteren izlerdir. Bu malzemeler cam gibi kırılıp binlerce parçaya ayrılmaz, kâğıt gibi yırtılmaz, yalnızca melankolik ve asil bir edayla renk değiştirir. Işte ziyaret ettiğim yazlık evde de aynı şey oluyordu. Evin pas lekeleriyle kaplı duvarları arasında yaşlılığa, ölüme dair düşünceler mucizevî biçimde kâbus olmaktan çıkıyor, keyifli bir etkinlik haline geliyordu. [sf 263]

Ortaçağda yaşamış Japon şairler ve Zen rahipleri, kiraz çiçekleri, yamuk yumuk çömlekler, tırmıkla düzeltilmiş çakıl taşları, yosunlar, yaprakların üzerindeki yağmur damlaları, sonbaharda gökyüzü, çatıdaki kiremitler ve cilasız ahşap gibi, Batılıların pek de önemsemediği, hatta farkına bile varmadığı şeyler üzerinde durmuş, Japon ulusunun dikkatini bunlara çekmişti. Derken ortaya wabi diye bir sözcük çıktı. Batı dillerinden hiçbirinde tam bir karşılığu bulunmayan bu sözcük iddialı olmayan sade, tamamlanmamış, gelip geçici şeylerdeki güzelliği anlatmak için kullanılıyordu. Ormanda bir kulübede yalnız başına oturup yağan yağmurun sesini dinlemek wabi'ydi örneğin. Birbiriyle uyumsuz parçalardan oluşan bir çanak takımında, alelade bir su kovasında, kirli duvarlarda; güneşin, toprağın ve suyun etkisiyle aşınmış, yosun ve liken kaplI bir taşta da wabi vardı. Wabi'yi en çok, gri, siyah ve kahverengi gibi renklerde bulabilirdi insan. [sf 292]

1900'lerde yaşamış Japon romanci Natsume Soseki bir ara Ingiltere'yi ziyaret etmiş, kendisinin güzel bulduğu şeylerden pek azının Ingilizlere hitap ettiğini anlayınca ne kadar şaşırdığını gezi notlarında şöyle dile getirmişti: 'Birini yağan karı seyretmeye davet ettim, bana güldüler. Bir başka sefer, Ay'ın Japonların duygularını ne kadar derinden etkilediğini söyledim, beni dinleyenlerin yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi... lskoçya'da görkemli bir evde kaliyordum. Bir gün evin sahibiyle bahçede yürürken, iki yanı ağaçlarla kaplı patikaların kalın bir yosun tabakasıyla kaplanmış olduğunu fark ettim. İltifat olsun diye 'bu patikaların ne kadar hoş, yaşlanmış bir hali var,' dedim. Evin sahibi ise en kısa zamanda bir bahçıvana bu yosunları temizleteceğini söyledi.' [sf 294]

15 Nisan 2017 Cumartesi

ŞU ŞİİR İŞÇİLİĞİ Jorge Luis Borges

Yayın Evi: Deki Basım Yayım
Basım Yılı: 2007
Sayfa Sayısı: 101

Şu Şiir İşçiliği, Jorge Luis Borges'in 1967-1968 yıllarında Harvard Ünversitesi'nde şiir üzerine verdiği altı konferansın metinlerinden oluşuyor. Konuşmaların bant kayıtları kısa bir süre önce bulunmuş ve yazıya aktarılmış.

Poetika sohbetleri oldum olası ilgimi çekmiştir, Borges'in bu konuda anlattıklarını okumak ise gerçekten doyurucu bir edebi lezzet veriyor.

Örneğin, şiiri tanımlamak zorundaysam ve şiir hakkında kendimi oldukça şüpheli hissediyorsam, ondan çok emin değilsem, şöyle bir şey söylerim: 'Şiir, sanatsal biçimde birbirine örülen sözcükler aracılığıyla güzelin ifadesidir.' Bu tanım, bir sözlük ya da ders kitabı için yeterince iyi olabilir, ancak hepimiz bunun çok zayıf olduğunu hissederiz. Çok daha önemli bir şey var -bizi yalnızca şiir yazmayı denemeye değil, ayrıca ondan keyif almaya teşvik edebilen bir şey. Şiirin ne olduğunu bilmemizdir bu. Çok iyi biliyoruz ki, şiiri başka sözcüklerle tanımlayamayız, tıpkı kahvenin tadını, kırmızı ya da sarı rengini, ya da öfkenin, aşkın, nefretin, gündoğumunun, günbatımının ya da ülkemize duyduğumuz sevginin anlamını tanımlayamadığımız gibi. Bu şeyler, içimizde o kadar derindir ki, yalnızca paylaştığımız o ortak simgelerle ifade edilebilirler. Öyleyse neden başka sözcüklere gereksinim duyarız? [sf 22]

Çok tuhaf metaforlar buluruz (geçen sefer bunları alıntılamayı nasıl unutabildim!)-örneğin 'sert ayışığı gibi mermer, ateş gibi altın,' burada mermer ve altın çok daha temel olan iki şeye benzetiliyor. Ayışığına ve ateşe benzetiliyorlar -ateşin kendisine değil, büyülü donmuş bir ateşe. [sf 46]

Yani, pek çok insanın olduğu gibi benim de başımdan birçok şey geçti. Pek çok şeyden keyif aldım -yüzmekten, yazmaktan, gündoğumunu ya da günbatımını seyretmekten, âşık olmaktan vb. Ama her nasılsa yaşamımın ana olgusu, sözcüklerin varoluşu ve bu sözcükleri şiirle örme olanağıdır. Başlangıçta tabii ki yalnızca bir okurdum. Yine de bir okurun mutluluğunun bir yazarın mutluluğunu aştığını düşünüyorum, çünkü okurun sıkıntı, kaygı duymasına gerek yok: O yalnızca mutluluğun peşindedir. Mutluluk da, bir okur iseniz eğer, olağandır. Bu yüzden edebi ürünlerimden söz etmeye geçmeden önce, benim için önemli olan kitaplar hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Her liste gibi bu listenin de noksanlarla dolu olduğunu biliyorum. Aslında bir liste hazırlamanın tehlikesi, noksanların göze çarpması ve insanlar sizin duyarsız olduğunuzu düşünmesidir. [sf 81]

Neden bir roman yazmadığım soruluyor bana. Tembellik elbette ilk açıklama. Ama başka bir açıklama daha var. Hiçbir zaman belirli bir yorgunluk duymadan roman okumadım. Romanlar doldurmalar içerir, doldurmanın romanın temel parçası olduğunu düşünüyorum, bildiğim kadarıyla. Ancak birçok kısa öyküyü tekrar tekrar okudum. Şunu anladım ki, örneğin Henry James ya da Rudyard Kipling'in kısa öyküsünde, gerçekten de uzun bir romanda bulabileceğiniz kadar çok karmaşıklığı daha zevkli bir tarzda bulursunuz. [sf 92]


14 Nisan 2017 Cuma

SONSUZ GECE Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: 2015
Sayfa Sayısı: 245

'Yazı içerisinde sürprizbozan olabilir, bu konuda hassassanız kitaptan önce yazıyı okumayınız.'

'Her gece ve her sabah, 
kimi insan kedere doğar. 
Her sabah ve her gece 
kimi insan tatlı seâdete doğar. 
Tatlı seâdete.. 
Kimi insan ise sonsuz geceye.'

[Masumiyet Kehanetleri, William Blake]

Bir akşam, öyle otururken.. Telefon çaldı, açtım. Karşımdaki ses birkaç kitap ismi söyledi. 'Tamam, en kısa zamanda geleceğim.' dedim. Ertesi sabah Beyazıt'taki büyük kütüphanenin yanında, her yeri yığın yığın kitaplarla dolu, sahibi gerçek bir sahaf kültürüne haiz o güzel dükkandaydım. Bahsi geçen kitaplar masanın üzerinde bekliyordu. Onları ve birkaç küçük Fransız çocuk romanını satın alarak çantama koydum. O gün etrafta dolaştım mı hatırlamıyorum ama meydandan bindiğim dönüş otobüsünde oturur oturmaz kitapları çıkarıp her birine biraz baktığım ve içlerinden birini okumaya başladığım an bugün gibi aklımda.

Birkaç sayfa okudum ve aniden durdum, kitabı kapattım. 'İşte bu benim çok, ziyadesiyle seveceğim bir kitap!' heyecanı içimi kaplamıştı. O anın mümkün olduğunca uzun sürmesini isterken, karnımdaki ağrının, kalbimdeki çarpıntının geçmesini bekleyerek durduğum birkaç dakika.. 

Eve gelip kitabı bitirdiğimde, Agatha Christie'nin yazdığı bu derin pişmanlık ve acıyla dolu hikayenin o güne kadar okuduğum en güzel romanlarından biri olduğunu düşünüyordum. Çingene Çerçisi'nde Santorix'in yaptığı ev, Ellie ve Mike.. O kitap, Geceyarısı Cinayeti'ydi.

Geceyarısı Cinayeti'ni ilk kez okuduğumda kelimenin tam anlamıyla içime oturmuştu. Agatha'cık sonu böyle yazmasa bu kadar etkileyici olamazdı sanırım. Kurban kadar katiline de üzüldüğüm nadir kitaplardandır. İçindeki şarkıyı,ilk cümlesini, Çingene Çerçisi'ni ayrı ayrı seviyorum. 

12 Nisan 2017 Çarşamba

GİZLİ DÜŞMAN Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: 2015
Sayfa Sayısı: 325

Gizli Düşman, uzun zamandır basımı olmayan bir kitaptı. Hatta Agatha Christie Koleksiyonu'mun da son parçası olarak bu kitabın Meçhul Düşman adıyla Ak Kitabevi'nden çıkan eski baskısını almıştım, böyle ayrı bir yeri vardır.

Genellikle casusluk hikayeleri içerisine düşen Tommy ve Tuppence Beresford çiftinin ilk macerası, çocukluk arkadaşı oldukları için tanışma kitabı değilse de, dedektifçilik oynamaya başladıkları ve sonunda evlenmeye karar verdikleri bir dönemi içeriyor.

Kitabın konusu da anlattığım Meçhul Düşman yazısı Gece Kütüphanesi'nde bulunduğu için tekrar etmeyeyim ama eski baskıyı okuduğumda biraz sıkılmıştım, Gizli Düşman tam çeviri ve yaklaşık 100 sayfalık eksik bu kitapta tamamlanıyor. Bu haliyle daha çok hoşuma gitti.


11 Nisan 2017 Salı

LİSTERDALE'İN GİZEMİ Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 247

Geçen yıla kadar Listerdale'in Gizemi, Agatha Christie'nin Türkçe'de basılmamış bir kitabıydı. Bu sebeple Altın Kitaplar'dan çıktığını görünce çok meraklanmıştım.  Kitaptaki bazı hikayeleri daha önce başka kitaplar içerisinde okumuştum ama büyük bir kısmı tamamen yeniydi.

Okumaya başlamadan önce Agatha Christie Hikaye Odası'ndan bakarak ilk defa çevirisi yapılmış olanları işaretledim ve Listerdale'in Gizemi dahil yedi yeni hikaye olduğunu gördüm. Bu odayı bir zamanlar bulmaca çözer gibi bir hayli uğraşarak da olsa hazırladığıma mutlu oldum, çünkü 'Dame Agatha'nın hikayeleri ve basıldıkları kitaplar' normalde baya karışık bir mevzu.

Listerdale'in Gizemi ♥
Bülbül Yuvası
Trendeki Kız
Altı Penny'lik Bir Şarkı Söyle
Edward Robinson'un Çapkınlığı ♥
Kaza
Jane İş Peşinde
Verimli Bir Pazar
Bay Eastwood'un Macerası
Altın Top
Raca'nın Zümrüdü
Kuğunun Şarkısı ♥

Listerdale'in Gizemi

Bayan St. Vincent, soylu ve görgülü bir aileden gelen yoksul düşmüş bir kadındır. Kızı ve oğluyla, kendilerine uygun bir ev ararken önüne çok cazip bir fırsat olarak Listerdale köşkü çıkar. Eve bakıp gözetmeleri ve çok cüz'i bir kira karşılığında orada kalabileceklerdir. Listerdale'in güzelliği onları büyülese de, bu kiralama tarzında bir gariplik olduğunu düşünürler. Lord Listerdale, talimatlarını uşağı Quentin aracılığıyla iletmiştir ve bu eski tarz, nazik uşak onlara her konuda yardımcı olmaktadır. Bayan St. Vincent, satmak zorunda kaldıkları kendi aile evleri Ansleys'i hatırlatan bu şahane yeri gitgide daha çok severken, bir yandan da Lord Listerdale'in nerede olduğunu ve böyle bir iyiliği neden yaptığını merak etmektedir..

Altı Penny'lik Bir Şarkı Söyle

Avukat Sir Edward Palliser'i, bir gemi yolculuğunda tanışıp bir baba gibi sevdiği ve herhangi bir sıkıntısı olursa kendisine gelmesini söylediği genç bir kız ziyaret eder. Magdalen Vaughan'ın zengin teyzesi bir cinayete kurban gitmiştir ve hep birlikte yaşadıkları evde genç kızın erkek kardeşi Matthew, kuzeni William ve karısı Emily vardır.  Magdalen, avukattan kendisine yardım ederek cinayeti çözmesini ister, başlangıçta biraz isteksiz de olsa Sir Edward bu işin peşine düşecektir..

Edward Robinson'un Çapkınlığı 

Edward Robinson, tutkulu bir aşkı anlatan kitabını okurken durur ve kendi hayatının sönüklüğüne iç geçirir. Gayet makul ve mantıklı, anne gibi sevecen bir nişanlısı, iyi ama sıradan bir işi vardır. Kısa bir süre sonra bir gazetede gördüğü yarışmaya katılır ve 500 sterlin kazanır. Bu para onun hayal ettiği kırmızı spor otomobili almasını sağlar ve bu arabanın hayatına ne gibi maceralar getireceğinden henüz habersizdir..

Verimli Bir Pazar

Dorothy ve Ted bir pazar gezintisine çıktıklarında, yol kenarında meyve satan bir tezgahtan bir sepet vişne alırlar. Bir ağaç altına oturup vişneleri yiyerek piknik yaparken, sepetin dibinde onları bir sürprizin beklediğini görürler ve bir anda önlerinde karar vermeleri gereken çok önemli bir yol ayrımı belirir..

Bay Eastwood'un Macerası 

'İkinci Salatalığın Gizemi' isimli iç sıkıcı öyküsünü yazmaya hazırlanan Bay Eastwood'un telefonu çalar ve panikle kendisinden yardım isteyen genç bir kızla konuşur. Kız bir adres vererek hemen oraya gelmesini yoksa öldürüleceğini söyleyince, Bay Eastwood denilen yere gider. Kızla buluştuğunda kendisini beklemediği bir maceranın içinde bulacak ve bu heyecanlı hikaye daha sonra ona 'İspanyol Şalının Gizemi' öyküsünü yazdıracaktır.

Altın Top

George, yaşlı amcasıyla kavga etmiş ve işten çıkarılmıştır. Üzgün bir şekilde caddede dolaşırken, güzel ve zengin, sosyetik bir genç kız olan Mary Monstresor arabasıyla önünde durur. George için zor geçen gün aniden heyecanlı bir maceraya dönüşecek, genç adam aldığı evlilik teklifinin ardından, Mary ile beraber haydutlar tarafından kaçırılacaktır..

Raca'nın Zümrüdü

James Bond, kız arkadaşı Grace ve onun arkadaşlarıyla gittikleri sahil kasabasında köhne bir pansiyonda kalmaktadır. Grace ve grubu ise lüks bir otelde günlerini gün ederken, genç adamın içindeki sıkıntı giderek büyür. Sahilde üzerini değiştirmesi gerektiğinde girdiği bir kulübe, hayatının baştanbaşa değişmesine neden olacaktır..

Kuğunun Şarkısı

Ünlü opera sanatçısı Madam Paula Nazarkoff'un, Tosca operasını söylemek üzere, bir kır şatosuna davet edilmesi ve hüzünlü bir hikaye.

10 Nisan 2017 Pazartesi

PEMBE EVDEKİ ÖLÜ Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 269

Agatha Christie romanları içinde Tommy-Tuppence kitapları genellikle bir defa okuyup geçtiğim, sıralamamda alt kısımlarda kalmış bir seridir. Pembe Evdeki Ölü'yü de uzun yıllar önce eski basımlar içinde bulmuş ve aynı şekilde okumuş, bir daha bakmamıştım. Başka polisiyelere kıyasla belli bir seviyenin üzerindeler fakat Agatha Christie söz konusu olunca, kitapları içinde en şahaneleri bunlardır demek mümkün değil.

Tommy ve Tuppence, huzurevinde kalan teyzelerini ziyarete giderler. Kendisinden pek hoşlanmayan Ada teyze'yi rahatsız etmemek için, onu Tommy'le başbaşa bırakıp lobiye inen Tuppence, orada beyaz saçlı, şirin bir ihtiyarcıkla karşılaşır. Yaşlı kadın sakince sütünü içtikten sonra, Tuppence'a dönerek tuhaf bir soru sorar: 'Şöminenin arkasındaki zavallı çocuk sizin miydi?' Bu ziyaretlerinden kısa bir süre sonra Ada teyze ölür. Tommy'e miras kalan eşyalar arasında pembe bir ev resmedilmiş bir tablo da vardır. Tuppence resimdeki evi çok beğenir, nerede olduğunu merak eder. Resmi Ada teyze'ye hediye etmiş olan, Tuppence'a şömineden bahseden yaşlı kadın aniden huzurevinden alınarak götürülmüştür. Tommy ve Tuppence, hem resimdeki evin, hem de yaşlı kadının ortadan kayboluşunun peşine düşecektir..

Tam çevirisiyle basılmış Pembe Evdeki Ölü'yü, Şubat ayındaki Agatha Christie Okumaları'mızda yeniden okudum. Bu defa, eksiksiz detaylarıyla daha çok hoşuma gittiğini söyleyebilirim.

Eğer yirmi yaşındayken huysuz ve kötüysen, kırkında da yine aynı huysuzluğu sürdürüyorsan, altmışında ise huysuzluğun daha da arttıysa, sekseninde gerçek anlamda bir şeytan olup çıkarsın ve hiç kimse sana acımaz. İnsanlara yalnızca ihtiyar oldukları için acınıp sevecen davranılması gerektiğini düşünmüyorum. Sonuçta yaşlanmakla kimsenin huyu, karakteri değişmiyor. [sf 18]


8 Nisan 2017 Cumartesi

MATMAZEL CHRISTINA Mircae Eliade

Yayın Evi: Metis Yayınları
Basım Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 174

Okurken içinde yaşıyormuşçasına dehşetini hissettiğim bir kitaptı bu.

Romanya kırlarında bir malikane, hep yorgunmuş gibi görünen ev sahibesi ve evdeki tekinsiz atmosferi yoğun bir şekilde hisseden misafirler, menekşe kokusu, eski folklorik hikayeler, Christina'nın gerçekmiş gibi duran portresi... Uzun zamandır bu kadar ürpertici bir kitap okumamıştım.

MÖSYÖ NAZARIE kapıya vurulduğunu işitince artık kalkmaya karar verdi. Yarım saattir uykuyla mücadele etmekteydi. Gözlerini açıyor, insanı dirilten sabah serinliğini, odadaki çiğ ışığı fark ediyor, sonra yine uykuya dalıyordu. Hafif, kesintili, bu yüzden de iyice tatlı bir uykuydu. Tekrar elde edilmesi güç bir mutluluğun uzaması gibiydi. Direnişi ne kadar güçlü olursa, uykuya kayış da o kadar tatlı oluyordu. Bir saniye daha, bir saniye daha... Sanki uykunun derinliklerinde, bu mutluluğun geçici olduğu, yakında bu tatlı salıntıdan kopup dışarının ışığına fırlatılacağı bilinci daima yaşıyordu, ısrarla. Kapıya vurulmasıyla tam olarak uyandı. [sf 24]

7 Nisan 2017 Cuma

FAKİR KENE Birhan Keskin

Yayın Evi: Metis Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 77

Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri 
eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun. [Kargo, sf 9]

Bu kitabı okumayı bir süre ertelemiştim, çünkü bitirdiğimde yayınlanıp da henüz okumadığım herhangi bir Birhan Keskin şiiri kalmayacaktı.

Fakir Kene, diğer şiir kitaplarından daha çok konuşur gibi, mektup yazar gibi metinlerden oluşan bir kitap.  Yine güzel, okuru için şairin tanıdık havasını solumak mümkün ama sanki rahatlık içerisinde, çok düşünmeden-zorlamadan yazılmış gibi. Aslında bu normal, her iyi şairin, yazarın külliyatında yüksek seviyede kitaplarının yanısıra vasat kitaplar da vardır. Daima yükselen bir grafik çizen kimseyi hatırlamıyorum. Sadece o kadar beklemesem, merak edip heyecanlanmasam da olurmuş diye düşünüyorum.


IV
Taşta saklandım ben yıllarca taşta
Bu yüzden anlamıyorsun öfkem nasıl sert
Nasıl taze, nasıl bozulmadı taşıdığım aşk
Ağır bir taşla yaşadım nasıl,
Beni esirgeyen taştı da öyle söküldü sabrım
Nasıl benzedim taşa, ya da taş bana nasıl
bilemezsin. [Küçük Şeyler, sf 48]


Ne anlattıysam sana hepsi doğru bunların, iyilikle kötülükle bir ilgisi de yok. 
O'ysa eğer Aşk'tan saydım hepsini.
Dumanlı yaz, dikine zakkum. 
Uçuşan gün, rüzgarlı gece. 
Yanlış kabuklar bağlamıştınız oysa siz. 
yanlış tüllere sarınmıştınız ben ne yapayım!
Öyle yaban öyle alev görmemiş bir elma vardı
otururdu içinizde, hamdı,
Hayat bazen katırlara sümbül vermek filandı. [Always on the move, sf 60]

6 Nisan 2017 Perşembe

İKİ KIZ KARDEŞ Edith Wharton

Yayın Evi: Kırmızı Kedi Yayınları
Basım Yılı: 2013
Sayfa Sayısı: 115

1900'lerin başlarında, Amerika'da yoksul ve kimsesiz iki kardeş; Ann ve Evelina'nın küçük bir tuhafiye dükkanı işletip, elişi yaparak hayatlarına devam ederken bir saat satın almalarıyla beraber herşeyin değişmesini anlatan bir roman, İki Kız Kardeş.

Kitabın tarzı bana O. Henry'nin hikayelerini hatırlattı, öyle insanın içine dokunan, hem hüzün hem umut içeren bir havası var. Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız gibi biraz.

Edith Wharton'un Masumiyet Çağı okunacaklar kitaplığımdaydı ama Kırmızı Kedi'nin Melis Rozental tasarımı, soluk renkli güzelim kapaklarıyla yayınladığı romantik klasiklerin serisini de tamamlamıştım, içlerinde biri İki Kız Kardeş olmak üzere üç Wharton romanı vardı. Diğer kitapları da yakın zamanda okumayı umuyorum.

5 Nisan 2017 Çarşamba

SEÇME HİKAYELER Edgar Allen Poe

Yayın Evi: İthaki Yayınları
Basım Yılı: 2002
Sayfa Sayısı: 157

İthaki'nin bu eski baskısı Edgar Allen Poe'nun beş hikayesini içeriyor. Bu kitap haricinde hikayeleri önce 5 parça olarak basılmış, en nihayetinde 2015 yılında devasa ciltli 900 kusür sayfalık kütüphane gözdesini yayınlamışlar.

Yazarın hikayelerini, şiirlerini, hayatını az çok bilmekle beraber özel bir ilgim olmadığı için kitaplarını edinmemiştim. Bir sahaf alışverişinde seçme hikayeleri görünce, bir bakmak istedim.

Şişede Bulunan Not
Morgue Sokağı Cinayetleri
Usher Evi'nin Çöküşü
Şeytanla Asla Kafan Üzerine Bahse Girme
Altın Böcek 

Korku ve dehşet hikayeleriyle bu türün önemli temel taşlarından biri, dedektiflik hikayeleriyle de klasik polisiyenin babası sayılan Edgar Allen Poe'nun bu kitapta bulunan en meşhurlarından beş hikayesi, daha fazlasını okumak için merak uyandırmadı bende.

4 Nisan 2017 Salı

YOLUN SONUNDAKİ OKYANUS Neil Gaiman

Yayın Evi: İthaki Yayınları
Basım Yılı: 2013
Sayfa Sayısı: 181

Neil Gaiman'ın okuduğum tek kitabı Koralin ve Gizli Dünya'ydı, filmi çok hoşuma gittiği ve kısmen de romanı beğendiğim için yazardan bir kitap daha okumak istedim.

Bir cenazeden sonra çocukken oturduğu evi ziyaret etmek isteyen isimsiz hikaye anlatıcısı, eski evlerine vardığında çocukluk arkadaşı Lettie'yi ve onun ailesi, komşuları olan Hempstock'ları hatırlar ve bize geçmişte olanları anlatmaya başlar..

Yolun Sonundaki Okyanus, atmosferi tekinsiz olsa da kolay okunan, ortalama bir roman. Yazarın yetişkinler için yazdığı kitaplardan biri olarak geçiyor, gerçekten bir çocuğun okuyamayacağı kadar ürpertici detayları, tasvirleri ve karakterleri var. Kitaptan hatırladığım insanın içini ısıtan tek şey; Lettie'nin dostluğu ve biraz nefes alınabilen yer de Hempstock'ların güvenli ev ortamıydı.

Mezarlık Kitabı'nı merak ediyorum ama yakın zamanda bir Neil Gaiman romanı daha okuyacağımı sanmıyorum. 

 

3 Nisan 2017 Pazartesi

BÜYÜMENİN SANCISI Isabel Huggan

Yayın Evi: Aylak Adam Yayınları
Basım Yılı: 2015
Sayfa Sayısı:208

Hem birlikte hem de ayrı ayrı okunabilecek sekiz bölümden oluşan Büyümenin Sancısı, ilkgençlik dönemini yaşayan Elizabeth'in dünyanın soğuk yüzüyle tanışmasına dair öyküler anlatıyor. Kanada'nın küçük bir kasabasında arkadaşları, anne ve babasıyla, akrabalarıyla olan ilişkileri, tökezlemeleri, duygusal iniş çıkışlarıyla çocukluktan ergenliğe geçen genç bir kızın hayatını okuyoruz. 

Kitabın ilk birkaç bölümünü okuduğumda, edebi açıdan yetkin ama acımasız gerçeğe çok yakın bu hikayeler biraz rahatsız etmiş olmalı ki, elimden bırakmıştım. Bir süre geçtikten sonra en başından tekrar okudum. Isabel Huggan'ın yalın ve keskin kaleminden etkilenmemek mümkün değil. Diğer kitaplarını da okumak istiyorum.   

Karın üzerindeki gri-mavi gölgeler, demlenip koyulaşan berrak kızıl çay gibi gökyüzü, çamaşır ipinin gıcırdaması, kışın eksik olan tek şey kokuydu. Diğer bütün mevsimlerde yüzümü çamaşırların arasına gömer, kokusunu içime çekerdim; temiz ahlâkın kırılgan aromasıydı bu. [sf 103]  

2 Nisan 2017 Pazar

BİR GARİP VAKA: MATMAZEL P. Brian O'Doherty

Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları
Basım Yılı: 1996
Sayfa Sayısı: 130

18. yüzyıl Viyana'sında, geleneksel tıp biliminin dışında yöntemlerle çalışan doktor Anton Mesmer'e, Marie Therese adında genç bir kız getirilir. İmparatoriçenin de sevip desteklediği bir ailenin kızı olan Marie, üç yaşındayken fiziksel hiçbir neden olmaksınız görme duyusunu yitimiştir. Genç kız üzerinde uygulanan çeşitli tedaviler de onun ruhsal sağlığını bozmuş, perişan haldedir. Dr. Mesmer, manyetizma ve enerji yöntemlerine dayanan tedavisiyle kızı iyileştirmeye başlar ancak önüne hiç beklemediği engeller çıkacaktır..

İncecik, daha önce başka romanlarda defalarca anlatılmış bir konu üzerinden ilerleyen, biraz kasvetli bir kitap. Yazarının zaten asıl çalışma alanı görsel sanatlarmış, edebiyat konusunda da kendini denemek istemiş olabilir, etkileyici bir sonuç çıkaramadığını düşünüyorum.

1 Nisan 2017 Cumartesi

SEVDA SÖZLERİ Cemal Süreya

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
Basım Yılı: 2012
Sayfa Sayısı: 329

Kirlidir şiir; ve söz atılmazsa zehirdir;
Bunu bilirdi;
Acı bir gölge geçerdi bakışından,
Mesir macununun içindeki çivit gibi. [Sıcak Nal, sf 198] 

Kitapta kalplediğim şiirler;

Gül, Sizin Hiç Babanız Öldü mü?, Kahvaltı, Lavanta, İki Kalp, Bir  Kış, Park, Biliyorum Sana Giden..

Cemal Süreya'nın tüm şiirlerini peşpeşe, bir kitapta okumak güzeldi ama yukarıda yazdığım isimler haricinde çok etkilendiğim herhangi bir şiiri olmadı. Bu şiirler de zaten hemen tamamı 'duvar yazısı' mahiyetine çevrilerek dillere düşüp meşhur olmuş, çok sevilen dizelerinden oluşuyor. Şüphesiz iyi şair fakat 'benim' şairlerimden biri değil.