Yayın Evi: Sel Yayıncılık
Basım Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 132
Enis Batur'un daha önce Kütüphane: Bir Başka Labirent Öyküsü kitabını okumuştum. O incecik kitap denemelerden oluşuyordu ve konu hemen hemen aynı olmasına rağmen Kitap Evi'ni kısa bir roman gibi kurguladığı için okuması daha kolay geldi bana.
'Beyefendi' mahlasıyla anılan fakat hakkında anlatıcının ve dolayısıyla okuyucunun da bir şey bilmediği bir adam tarafından miras bırakılan, Dragos sırtlarında bir koru içinde, kitaplarla dolu camdan bir ev, hikayenin ana noktası. Yazarın, kim olduğunu bilmediği bu 'Beyefendi'nin kendisine bıraktığı kitap evine sahip olabilmesi için bir tek şart vardır; hiçbir şey sormamak... Mirası kabul ederek kitap evine giden anlatıcı-yazar mûrisinin kitaplarını inceleyerek bu bilmeceyi çözmeye karar verir.
Okumayı, kitapları sevip de bu metni sevmeyecek birini düşünemi- yorum. Kitap üzerine düşüncelerle dolu, pek güzel, pek zevkli.
Kitap mecnûnu bir tür evrensel âdemdir; hangi ırktan, budundan, dinden,
inanıştan, yeryüzünün hangi köşesinden olursa olsun standart tepkileri
vardır, huyları birbirine benzer onların, davranış mekanizmalarını
belirleyen neredeyse organik bünyelerinden tıpatıp aynı kararlar çıkar.
Farklı hareket etmeyi düşlemeye bayılırlar ya, bunu hayata
geçirdiklerine rastlanmaz. Dilini hiç tanımadıkları, alfabesini
sökemedikleri ülkelere gittiklerinde bile kitabevlerine girmeden,
vitrinlerini uzun uzun incelemeden yapamazlar örneğin. Gece
yürüyüşlerine çıktıklarında, ışığı yanan bir pencerede, duvarı kaplamış
bir kütüphane görür görmez durur, bakar, sonra da imgelemlerinin bir
kenarında içeride yaşayanın, yüzünü olsun tanımadıkları birinin
hikâyesini kurmaya koyulurlar. Pencere zemin kattaysa düpedüz mütecaviz
kesilir, sırtlarından kitapları teşhis etme alışkanlığının sağladığı
beceriyle kütüphanenin gen haritasını çıkarmaya çalışırlar. Konuk
çağrıldıkları evlerde, evsahibinin kütüphanesi salona kurulmamışsa,
terbiye sınırlarını zorladıklarını bile göre, mahrem alana geçmenin bir
yolunu bulurlar. Gerçek kitap tutkununun merakına ket vurma, önünde
açılan küçük evrenin ortasına dalma isteğini erteleme olanağı yoktur. [sf 26]
Bugüne dek, ne yazdığım kitapların ya da onlardan birinin, ne de
okuduklarımın ya da onlardan birinin insanın yaşamını
değiştirebileceğine inandım. İlki için kişioğlunun kibirle alıklığı,
ikincisi içinse inançla alıklığı buluşturması yeterlidir. Bir avuç
kitabın başımı döndürdüğünü, bir avuç kitabın başımı başka yöne
döndürdüğünü söyleyebilirim. [sf 35]
Belli bir süre içinde, nasıl olduğunu anlamaya fırsat bulamadan,
Virginia Woolf'un sözünü uyarlarsak duruma, "kendinize ait bir mekan"
saymaya başlardınız o kitabevini; içeride, benzerlerinizle karşılaşmanın verdiği özel bir huzur koşulu hüküm sürerdi; bir de size
benzemediğini, dahası tanıdığınız hiç kimseye benzemediğini düşündüğünüz
bir kaç aykırı müdavim görürdünüz orada, zaman içinde bütün gizlerine
değilse bile bir bölüğüne yaklaşma şansına erişir, ayağınızın
alışmasından doğan mutluluğu perçinlerdiniz. [sf 40]
Evde, sokakta, büyük şehirde, adada, balkonda, odada hücrede, yabanelde, kah birinde kah öbüründe yaşamış, yaşıyordum. Birilerine daha yakın, birilerine daha uzak bir konumda, belli bir topografik yelpaze içinde geçmiş geçecekti besbelli hayatım.
Ama, bir tarafimın kütüphanede yaşadığını yadsıyamazdım: İçinde olsam olmasam böyleydi bu. Kitaplara, yazılı sayfalardan oluşmuş bir başka âleme bağlılık duymuş, hurufi bir hayatın hayatımızın içinde süreklilik arzetmesini istemişseniz, orada yolları, sokakları ve caddeleri, çıkmazları ve meydanları raflar oluşturuyordu, bunu bilmek gerekirdi. Bambaşka haritaydi. Oturur rakımları, engebeleri, derinlikleri kendiniz işaretlerdiniz. Kadim çağ haritacılığındaki gibi, burada da, pek çok belirsizlik kendini dayatrdı; oralara "terra incognita", "no man's land", "terrain vague" kayıtları düşerdiniz: Kütüphane olsun, tuhaf vurgulu bir boşluk dili geliştirmesin, akla sığmazdı öylesi.
Bu hayatta kütüphaneye ayrı, apayrı bir yer yaratmak gerekmezdi, ister
istemez somut, fiziksel bir kütlesi olsa bile. Onu çıktığınız sokaklara,
işyerlerine, gittiğiniz yolculuklara bir biçimde yanınızda
götürürdünüz. Bunlar bir şey mi, kütüphaneniz uykularınıza taşınmakta
güçlük çekmez, sakınca görmezdi: Sabaha yaklaşırken, uykunuz dipten
yüzeye yaklaştığı sıralarda, uzanıp bir kitabı yerinden çekerdiniz. [sf 47]
Bütün evren kenarda durur, okurken. Bir kitabın sayfaları arasına
daldığınızda, ötekiler, sesleri ve sözleriyle kaybolurlar. Aydınlık,
ılıman, korunaklı bir diyardasınızdır; karanlık, sert ürkütücü bir
yazının harfleri gözünüzün önünden akıyor olsa bile. Ondandır, ışığı
söndürüp başınızı yastığa koyduğunuzda, sizi kuşatan gerçek dünyanın
yerini daha gerçek bir dünyanın alacağını bilirsiniz. Böyle
okumamışsanız hiç, siz henüz yaşamamışsınız demektir.
Bundandır, her okur kitaplığında kapağını açmadığı kitaplar olsun ister. Onların
vaadlarını önemser. Ummak, hayatın en sağlam fiillerinin başında gelir.
Ne yazık ki yanıbaşında ukde dikilir: Okuyabilecekleri tartsam,
okuyamayacaklarımın ne kadarıdır..? Akıllı okur, belli bir yaşa
geldiğinde tevekkül duygusuna erişmeyi başarır: Bütün susuzlukları
sonuna dek giderebilecek tek su görünmezdir. [sf 99]
Enis Batur kitapları ufkumu açar. Altı çizilecek çok cümle bulurum. Benim de en son okuduğum Enis Batur kitabı bu.
YanıtlaSilBaşarılı bir kitap gerçekten ☺️
Silsüpermiş, alıntılara bakılırsa oldukça dolu bir kitap, ayrıca burada hergün yeni bir yazı görmek de süper Biblio'cum:)
YanıtlaSilGüzel bir kitap Eren’cim, sonunda okuduklarımı ekleyebildiğim için mutluyum.
Sil