Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: Ağustos 2012
Sayfa Sayısı: 367
Ağustos Ayı Agatha Christie Okumaları'mızın en güzel sürprizi onun duygusal romanlarından Bitmemiş Portre'nin yayınlanması oldu. Christie'nin insana dair tanımlamalarını çok seven biri olarak
Sensiz Bir İlkbahar ve
Gül ve Porsuk Ağacını okumalara doyamamıştım. Bitmemiş Portre ise yazarın en fazla otobiyografik öğeler taşıyan romanı olması dolayısıyla ayrıca merakla beklediğim bir kitaptı. Listemde değişiklik yaparak bu özel kitabı derhal edindim ve okudum.
Celia, peşpeşe kayıplar yaşadığı bir dönemin ardından hayatına kıymak üzeredir. Derin bir depresyon içinde gittiği adada, Larraby adında bir portre ressamıyla tanışır. Gözlerindeki ifadeden onun sona gelmiş olduğunu anlayan Larraby, genç kadına bir gece boyunca tüm geçmişini anlattırır. Celia çocukluğundan başlayarak bu noktaya kadar gelen hayatını onu hiç tanımamasına rağmen anlayan bu yabancıyla paylaşacaktır..
Bitmemiş Portre için ne desem az kalacakmış gibi hissediyorum. Sadece okurken zaman zaman durup bu kitap bitmesin diye düşündüğümü söyleyebilirim. Öylesine yoğun, öylesine güzeldi ki.. Celia'nın şahsında Agatha Christie'nin dış ayrıntılarını çok iyi bildiğim hayatının içine girmek, duygusal boyutunu görmek çok enteresandı. Onu, ünlü bir yazardan ziyade bir kadın olarak görmek, iyi ve kötü yanlarını içtenlikle anlatmasını dinlemek..
Sanki Agatha Teyze tatlı tatlı anlatıyor, ben de dinliyor gibiydim. Onu o kadar benimsemişim ki kendini suçladığı bazı haksız noktalarda çok içime dokundu bu. İçine düştüğü bunalımdan ötürü 'bütün bunlara ben sebep oldum' dediği yerler..
Durup durup 'İşte ben de aynen böyle hissediyorum.' dedim okurken. Sadece o, bunu iyi şekilde ifade edebiliyordu. Mesela güzel şeyler karşısındaki coşkusunun dönüşümünü anlattığı bir yer vardı kitapta:
Celia hiç kendini bu denli mutlu hissedebileceğini düşünmemişti. O eski 'acının' kıskacına girmişti yine. O kadar güzel, o kadar güzeldi ki bu manzara içini sızlatıyor, insana acı..
Güzel, muhteşem bir dünyaydı bu! (sf 188)
Veya tam aksi derin bir mutsuzluğu ifadesi:
O kadar mutsuzdu ki başkalarına acıyacak gücü kalmamıştı. (sf 21)
Evine döndüğündeki mutluluğu da öyle tanıdıktı:
Ah, yeniden evinin loş koridorlarında olmak ve üst katta merdiven sahanlığındaki pencereden kayın ağacının yapraklarını seyretmek ne hoştu.
O sırada yatak odasından çıkan annesi Celia'yı merdiven başında, ellerini karnının üzerine bastırmış bir halde buldu.
'Ne oldu canım? Neden karnını tutuyorsun?'
'Kayın ağacı anne. Ne muhteşem değil mi?'
'Sanırım sen herşeyi karnında hissediyorsun Celia.'
'Biraz önce tuhaf bir ağrı hissettim.Ama gerçek bir ağrı değildi bu anneciğim, hoş bir ağrı. '
'Eve döndüğün için mutlusun, değil mi?'
'Ah, anneciğim!' (sf 106)
Bir yerlerde okumuştum, 'Bir insanın size ne söylediğini veya ne yaptığını unutabilirsiniz ama ne hissettirdiğini asla unutmazsınız.' diye. Agatha Christie de buna benzer bir şeyi gayet zarif bir şekilde ifade ediyor;
Önemli olan bir şeyin insana yaşattığı duygu; nasıl olduğu, nasıl göründüğü, neden yapılmış olduğu değil. (sf 147)
Onun cümlelerinden çok fazla çıkarılacak var ama 'oyun arkadaşı' tabiriyle bitirelim:
Dermot'ta sonsuza dek değişmeyecek çocuksu bir hava vardı ve bu çocuk, Celia'nın içindeki çocuğu bulup çıkarmıştı. Amaçları, düşünceleri, karakterleri birbirlerine tamamen zıttı ama her ikisi de diğerinin oyun arkadaşı olmak istiyor, ideal oyun arkadaşını diğerinde buluyordu. (sf 220)
Agatha Christie'nin Mary Westmacott mahlasıyla yazdığı altı romanın Türkçe'de yayınlanan üçüncüsü olan Bitmemiş Portre, aile evinde, anne ve babanın himayesinde mutlulukla oynanan çocukluk eğlencelerinden başlıyor ve türlü insani ilişkinin derinliklerinde gezinerek devam ediyor. Christie nasıl polisiyelerinde gerilim ve gizemi önplanda tutmasına karşın insani yönleri unutmuyorsa, bu kitapta herşeyi bir kenara bırakarak sadece ruhsal dünya üzerine yoğunlaşıyor. Bu, ona ait bir dünya hem de..
Bu kitabı yazmanın onun açısından büyük bir cesaret işi olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar kişileri değiştirmiş, olayları istediği gibi bir düzene koymuş olsa da, kendi dünyasını, yaşadığı çok özel anları, duyguları anlatmak, herşeyi sorgulamak ve kendini yargılamak zor bir süreç. Aynı zamanda ciddi bir terapi anlamına geldiğine eminim.Yazarak içinde biriken zehri akıtmak kadar etkili çok az şey var.