23 Ekim 2011 Pazar

ZEHİRİ KİM VERDİ_Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: Nisan 1996
Sayfa Sayısı: 189

Zehiri Kim Verdi, Agatha Christie'nin iyi bilinen romanlarından biri değil ama kendine özgü çok enteresan bir havası var. 

Doğu'da yaptığı polislik görevinden geri dönen Luke, Londra treninde sevgili halasına benzettiği sevimli bir ihtiyar kadınla karşılaşır. Lavinia Fullerton, genç adama, Scotland Yard'a giderek yaşadığı köy olan Ashe'te peşpeşe cinayetler işleyen bir katili ihbar edeceğini söyler. Yaşlı kadına göre katil zekasına fazlaca güvenerek kolaylıkla cinayet işlemekte ve asla yakalanmayacağını düşünmektedir. 
  
Luke ertesi gün gazetede Lavinia Fullerton'un Londra'da bir trafik kazasına kurban gittiğini okuyunca, yaşlı kadının tasvirlediği katilin gerçekten varolduğuna inanmaya başlar ve Ashe köyü'ne gider. Kaza gibi görünen ölümlerin ardındaki esrar perdesini kaldırmak için kolları sıvayan genç adama, köy sakinlerinden, yakın bir arkadaşının kuzeni olan Bridget da yardım edecektir..

Agatha Christie'nin bu kitap için önce bir Hercule Poirot romanı olmasını düşündüğü, daha sonra sevgili dedektifimizin yerine  romantik bir hikaye içine de oturtabileceği Luke Fitzwilliam'da karar kıldığı yazıyor kaynaklarda. Çekilen filmde ise Miss Marple hikayeye dahil oluyor ve böylece romanın seyri bir parça değişiyor.

Rüzgârda uçuşan siyah saçlarıyla güzel bir cadıya benzeyen Bridget ve pamuk gibi yumuşak, sevimli Lavinia Fullerton kitapta en hoşuma giden karakterler. Lord Easterfield'ın böbürlenmeleri ise cidden çok komik. Honoria Flete'in çalıştığı kütüphane, antikacı Sorty'nin Cadılar Tepesi'nde düzenlediği ayinler, katilin kurbanlarına bakarken yüzünde beliren ifadenin tasviri v.b. egzantrik ayrıntılarını seviyorum bu kitabın.

Bir de kitapta geçen şiir var tabii. Agatha Christie, 19. yüzyılın sonlarında doğmuş klasik İngiliz şair Frances Cornford'un Trenden Gördüğüm Şişman Kadın şiirini hoş bir şekilde adapte etmiş kurgusuna. Kırlarda geçen o bölüm, romanın en etkileyici noktası diye düşünüyorum.


Ey hiç kimsenin sevmediği şişman beyaz kadın,
Neden ellerinde eldiven kırlarda dolaşıyorsun?
Gitgide çoğalan bir özlem içinde..

Çimenler bir güvercin göğsü gibi yumuşak
Tatlı bir dokunuşla ürperdiğinde
Neden ellerinde eldiven kırlarda dolaşıyorsun?


Bir kitaba olan sempatinin ve zihinde çizdiği imajın, ilk defa okunduğu kişisel atmosferle, o esnada hissedilenlerle birebir alâkalı olduğuna kanîyim. Zehiri Kim Verdi de öyle sevdiğim bir kitap benim için. Bu defa yine zevkle okudum. Christie'nin kır polisiyelerine güzel ve farklı bir örnek görmek isterseniz tavsiye ediyorum.


22 Ekim 2011 Cumartesi

HOLLOW MALİKANESİ CİNAYETİ_Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: 2010
Sayfa Sayısı: 335

Kitabı yıllar önce Ceset Katilini Arıyor adıyla ilk okuduğumda, Christie'nin "sanatçı ruhu"nu anlatışına hayran kalmıştım ama o zaman ne denli tercüme kırpığı bir haline sahip olduğumu bilmiyordum. Altın Kitaplar geçtiğimiz yıl bu güzel romanı yeni çevirisiyle basınca yaklaşık iki kat hacmi olduğunu görerek hem şaşırdım hem de sevindim. Kimbilir bilmediğim ne ayrıntılar vardı içinde? Hakikaten görünümünden de anlaşıldığı üzere, öyle Gülten Suveren'in röportajında anlattığı gibi "traşlamak" filan değil, direk bazı bölümlerini uçurmuşlar kitapların.

Hollow Malikanesi bir Hercule Poirot romanı fakat, kendisi fazlasıyla eğreti duruyor kitabın içinde, cinayet sahnesi hariç çok az müdahalesi, rolü mevcut. İşin gerçeği Agatha Christie de bu kitaba Poirot'nun dahil olmasından pek memnun değilmiş.

Başarılı ve hırslı doktor John Christow, bir haftasonu tatilini geçirmek üzere karısı Gerda'yla birlikte dostları Angkatell'lerin taşradaki malikanesi Hollow'a gelir. Lucy ve Henry Angkatell'in diğer konukları kuzenlerinden oluşmaktadır; bir eski zaman beyefendisi olan Edward, gururlu "küçük" Midge, heykeltraş Henrietta ve hiçbirşeyden memnun olmamasıyla övünen David. Hollow'un pastoral sonbahar havasının verdiği rehavet, o gece John'un  ilk gençlik aşkı, kariyer çatışması yaşadıkları için terkettiği film yıldızı Veronica Cray'ın ziyaretiyle sekteye uğrar. Komşu köşklerden birinde oturan Veronica, kelimenin tam manasıyla John'u almaya gelmiştir. John,Veronica'yı evine bırakmaya gider ve gece 3'te geri döner. 

Ertesi gün, Lucy Angkatell'in yemeğe davet ettiği bir diğer komşusu Hercule Poirot, malikanenin bahçesine girdiğinde havuz başında tuhaf bir sahneyle karşılaşır. John Christow yerde kanlar içinde yatarken, Gerda elinde bir silahla yanıbaşında durmaktadır. O esnada Lucy, Henrietta ve Edward ayrı ayrı patikalardan havuzun bulunduğu açıklığa gelir. Ölmek üzere olan John kendini zorlayarak son bir söz sarfeder; "Henrietta!" Henrietta, gelip Gerda'nın elindeki silahı alır, kazayla havuzun içine fırlatır. Hercule Poirot'nun önce saçma bir şaka sahnesi zannettiği görüntünün gerçek olduğu anlaşılınca, ünlü dedektif için cinayet soruşturması başlar.. 

Kitabın ana konusunun ardında Christie'nin ördüğü bir ilişkiler ağı var. Çalışarak kendi hayatını kazanma gayesinde, gururlu bir genç kız olan Midge, Henrietta'ya ilk gençliklerinden beri romantik duygularla bağlı olan Edward'a aşık. Henrietta ise John Christow'la şiddetli hislerin pençesinde bir ilişki yaşıyor. John Christow, ne Veronica gibi bencil, ne de Henrietta gibi anlaşılmaz olan, aptal ifadesiyle ona adeta tapan Gerda'yla evli ve iki çocuğu var, kendine göre karısını seviyor da.

Herhalde Agatha Christie başka hiçbir kitabında karakterlerini burada olduğu kadar derinlemesine incelememiş, geçmişin üzerlerinde bıraktığı etkiden bunca bahsetmemiştir. Romanın asıl mekanı Hollow Malikanesi, etrafındaki, kızıla boyanmış, güneşte alev alev parlayan sonbahar ormanlarıyla tasvir edilirken, Edward'a miras kalan bir aile evi olan Ainswick'ten de sık sık konu açılır. Henrietta, Edward ve Midge'in çocukluk ve ilk gençlik yıllarının en güzel zamanları orada geçmiştir. Midge'in daha sonra, Edward'ı Ainswick'te hayal ettiği bir kütüphane görüntüsü var ki şimdiye kadar okuduğum en güzel hayal sahnesi diyebilirim;

Henrietta, Christie kitaplarında okumaktan büyük keyif aldığım karakterlerden biri. Onun stüdyo-dairesinde geçen zamanların bir eşi yok benim için. İnsanları idare etmekteki ustalığı, buna karşılık John'u kayıtsız görünen tavrıyla çıldırtması, kederi parmak uçlarından damıtarak heykele dönüştürmesi v.s. Yana yakıla Nausicaa'yı arayıp, şekillendirdikten sonra ölümüne izin verdiği kısım ise bazen aklıma düşer, defalarca dönerek okumuşumdur, öylesine güzeldir.

Ayırdına bu sefer okuyuşumda vardığım bir de Lucy var kitapta. Kafadan çatlak, sevimli halleri, şaşırtıcı olaylara sıradan tepkiler verişi, sürekli çaydanlığı ateşte unutup uykuya dalması, sepetten yumurtladığı silah falan harikaydı.

Hollow, anlatmakla bitmeyecek kadar hoş enstantanelerle dolu bir kitap. Yine bunlardan biri Edward'ın intihara teşebbüs ettiği bölümdür.  Düşüncelerinin netleşmesini adım adım izlerken güzel bir finalle noktalanır hikayesi.

 Agatha Christie'nin genel geçerliliği olmayan kitaplarından biri olan Hollow Malikanesi Cinayeti, cinai açıdan zayıflığına aldırmazsanız derinliğinden keyif alınabilecek, hayli hüzünlü bir o kadar da ilginç bir roman. Bunu göz önüne alarak okumanızı tavsiye ediyorum.




21 Ekim 2011 Cuma

ON KÜÇÜK ZENCİ_Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: 1994
Sayfa Sayısı: 191

Çok küçükken radyo tiyatrosu olarak dinlemiştim On Küçük Zenci'yi. Cinayetlerle bağlantılı olarak zenci biblolarının bir bir yokolduğu kısımlar tüylerimi ürpertmişti.  Kitabı defalarca okuduktan sonra bile, hâlâ  o bölümlere gelince aynı tuhaf hissi duyarım.

Agatha Christie'nin başyapıtlarından biri olan kitap, Devon açıklarında, kıyıdan bakıldığında zenci başını andıran bir görüntüsü olduğu için Zenci Adası denilen yere davet edilen sekiz kişinin yolculuklarıyla başlıyor. U.N.Owen adında gizemli bir kişiden gelen mektuplardaki çağrı üzerine yola çıkan konuklar adaya geldiklerinde Zenci Adası'nın bir malikane, küçük bir kumsal ve kayalıklardan ibaret bir yer olduğunu görürler. Onları karşılayan evin uşağı ve hizmetçisi, odalarına yerleşmelerine yardımcı olur ve ev sahibinin yarından önce orada olamayacağını bildirir. Akşam yemeğinden sonra misafirler oturma odasında kahve içerken nereden geldiği belli olmayan bir gramofon sesi, her birinin geçmişlerinde kaldığını sandıkları  korkunç sırları tek tek ortaya dökmeye başlar. Neye uğradıklarını şaşıran konuklar için hazırlanan dehşetengiz oyun henüz yeni başlamaktadır..

Elbette ki On Küçük Zenci'nin en güzel taraflarından biri adını aldığı ve cinayetlerin düzenine göre işlendiği o malum şiir ama bunun haricinde gayet şiirsel bulduğum başka tarafları da var. Mesela Vera'nın hikayesi.. Onu kendi sonuna götürecek kadar hırpalayan acısını yaşarken hiç vicdan azabı çekmemesi çok enteresan.

Anthony'nin Devon yokuşlarından tozu dumana katarak  sahile indiği sahne de Christie'nin kitaplarında en sevdiğim bölümlerden biridir. O tanımlamalar, o birkaç kelime eğreti sözle çizilen bütün bir görüntü..

Kitaptaki seri cinayetler için farklı farklı yöntemleri peşpeşe sıralayan dame Agatha'nın, her biri için ayrı ayrı efor sarfettiği de açıkça görülebiliyor. Yine de içlerinde en korkuncu Rogers'ınki, en naif olanı ise Emily Brent'inkiydi.

Agatha Christie okumaya iyi bir başlangıç olabilecek On Küçük Zenci, onun kitapları arasında diğerlerine hemen hemen hiç benzemeyen bir yapıya sahip.  Bu harikulade eseri mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.





15 Ekim 2011 Cumartesi

SENSİZ BİR İLKBAHAR_Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: 2011
Sayfa Sayısı: 238

Varolduklarını öğrendiğim andan itibaren Agatha Christie'nin Mary Westmacott mahlasıyla yazdığı polisiye dışı romanları okumak için yanıp tutuşuyordum. Yabancı dilde okurken her kelimeyi anlama takıntım olduğu, okuyup-anlayıp-geçemediğim için, Burden'ın bir kısmını çevirdiysem de, meşakkatli bir hale gelince yarıda bırakmıştım. Altın Kitapların geçtiğimiz ay başında yayınlanacağını haber verdiği Sensiz Bir İlkbahar benim için çok hoş bir sürpriz oldu bu açıdan. Zaten sevgili Deniz ve bize eşlik etmek isteyen arkadaşlarla beraber Eylül ayını Agatha Christie Okumaları'na ayırmıştık.

Birkaç polisiyenin ardından Sensiz Bir İlkbahar'a başladım ve kısa bir süre okur okumaz kitabın tam da aradığım, beklediğim gibi bir derinliğe sahip olduğunu gördüm. Zaten Agatha Christie'nin zeka mahsulü polisiye kurgularından çok kitaplarındaki insani ayrıntılara ve psikolojik karakter tahlillerine önem verdiğim için sadece kişisel ilişkiler üzerine inşa ettiği bu psikolojik romanı benim gözümde adeta bir hazineydi.

Sensiz Bir İlkbahar'ın baş karakteri Joan orta yaşlı, çocuklarını büyütüp evlendirmiş klasik bir İngiliz kadını. Küçük kızı Barbara doğum yapınca yanına Bağdat'a gidiyor. Bir süre kaldıktan sonra ülkesine trenle geri dönerken Suriye sınırında bir aktarma istasyonunda kötü hava şartları yüzünden tren birkaç günlük bir rötar yapıyor. Joan ıssız bir çölün ortasında, köhne bir hana sahip bu istasyonda kendi başına geçirdiği günlerde iç dünyasına mecburi bir yolculuğa çıkıyor ve bir çok şeyin aslında göründüğü gibi olmadığını farkediyor. Kocası Rodney, çocukları Averil, Tony ve Barbara ile ilişkilerindeki tüm aksaklıkların bir bir önüne serildiği bu bekleyiş sinirlerini iyice gererken, belki de ona hayatının gerçeklerini armağan edecektir..

Bir kadın insani ilişkilerinde nasıl bu kadar kör olabilir? Otoriter, baskıcı kişiliğinin etrafında bıraktığı hasarı farkettiğinde şok geçiriyor tabii. Rodney'in sessiz ve gizli iç dünyasına şahit olmak romanın en etkileyici taraflarından biri. Bilhassa Averil'le kızının kararı konusunda yaptığı bir konuşma var ki nefisti.

Bir kitap böyle nasıl her yönüyle zevkime uyar, hâlâ bunun şoku içerisindeyim. Christie'nin şiirlerden esinlenmesini oldum olası çok severim. Bu kitap da Shakespeare'ın 98. sonesinden ismini alıyor;

Sensizdim bütün bahar yaşadım senden ırak;
Nisan bu allı pullu giyinmiş süslenmiş de
Her şeye gençlik ruhu aşılamış şen şakrak
Gülüp oynuyor durgun Saturnus bile işte.
Ama cânım kuşların söylediği şarkılar
Elvan elvan çiçekler burcu burcu alaca
Bana bir yaz
masalı anlattıramadılar
O soylu çiçekleri ben kesemem haraca.
Zambakta beyazlığa şaşmıyorum bir türlü
Güldeki kızıllığı övmek gelmez içimden;
Doğrusu hepsi güzel bir içim su büyülü
Hepsi senin resmindir hepsinin örneği sen.
Ama sen olmayınca kış sürdü biteviye:

Bunlarla oyalandım senden gölgeler diye.
Romanın bu ana şiiiri haricinde konuşmaların içine yedirilen başka güzel şiirler de var. 
Çok boğucu, agorafobik bir mekan duygusu olmasına karşın, geçmişe dönüşlerle Joan'ın zihninde yaptığımız gezintiler Sensiz Bir İlkbahar'ın ilgiyle okunmasını sağlıyor. Zaten Agatha Christie'nin vermek istediği şey de bu diye düşünüyorum. 
Son olarak söyleyebilirim ki, hareket, heyecan v.s. unsurlar arayan bir okuyucuysanız uzak durmanız gereken bir kitap Sensiz Bir İlkbahar. Sukûnetle arkanıza yaslanıp, beyin ve kalbin kıvrımlarında yavaş yavaş dolaşmaya sabrınız ve alakanız varsa okuyun.

9 Ekim 2011 Pazar

AGATHA CHRİSTİE KOLEKSİYONU [Ekim 2011]






Beyoğlu Sahaf Festivali'nde Agatha Christie Polisiyeleri'min son eksik parçası Meçhul Düşman'ı da bulduğumda derin bir "oh!" çekmiştim. Tabii, Christie'nin polisiyedışı romanları (Sensiz Bir İlkbahar hariç), tiyatro oyunları ve şiir kitabı henüz bende yok ama külliyatın büyük bölümünü koleksiyonuma katmış olmanın mutluluğunu yaşıyorum. (Maşallah diyelim :)

Kütüphanemdeki Christie'lerin bazıları şeffaf kapla korunmuş olduğu için fotoğrafta parlak çıkmış ama sanırım hepsini derli toplu görebiliyoruz. Mümkün olduğunca büyük ebatta fotoğraflar ekledim, zira ben de bu tarz fotoğrafları gördüğümde tek tek incelemeye bayılıyorum. 

Burada sayıca normalden fazla kitap var çünkü bazı Christie'lerin iki ayrı basımını da edinmiş durumdayım. 15 senelik bir zaman zarfında birikti kendileri. Beyazıt, Kadıköy ve Bakırköy'deki sahaflar didik didik edilip, her bir Christie incelenerek, sahteler ayıklandı, farklı isimler farklı basımlar tespit edildi v.s. En son birkaç tanesini de internet sahafı Nadir Kitap'tan aldım. 5 sene evvel keşfettiğim cinairoman'daki Agatha Christie Eser Listesi bu süre zarfında harikulade bir kaynak oldu benim için. Belli bir amaç uğruna kitapların peşinden koşmak çok güzeldi.

Ordu Caddesi üzerindeki Karadeniz Kitabevi'nin sahibine de ayrıca teşekkür etmem gerek. Bıraktığım listeden yola çıkarak etrafında bulabildiği tüm Christie'leri toplayıp çok yardımcı oldu. En sevdiğim Christie'lerden biri olan Gece Yarısı Cinayeti'ni de orada bulmuştum. Tahmin edersiniz ki her bir kitabın ayrı ayrı bulunma hikayeleri var. Bunları zaman zaman Gece Kütüphanesi'ndeki Christie yazılarında paylaşıyorum. 

 Christie düşkünlükleri için ayrıca sevdiğim, böyle tüm koleksiyonu tamamlamayı arzu eden arkadaşlarıma darısı başınıza diyorum.

Not: Koleksiyonun tamamını görmek isteyerek bu yazıyı hatırlamama vesile olan sevgili Euphoric 'e, beraber okumalarımızla Christie zevkimi ikiye katlamamı sağlayan sevgili Deniz'e, müthiş bir süratle peşpeşe Christie'ler okuyup Eylül ayında kitap bloguna sık sık uğramamı sağlayan sevgili Aslı'ya da ayrıca teşekkürler.