31 Temmuz 2012 Salı

ZAMAN TÜNELİ _ John Fowles

Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları
Basım Yılı: 2004
Sayfa Sayısı: 471

Fowles Okumalarımız için seçtiğim son kitap Zaman Tüneli'ydi. Bu kitap John Fowles'in deneme ve incelemeleri, röportajları, romanları üzerine notlar v.b. yazıları içeriyor. Fowles, hakkında söyleyecek sözlerinin bulunduğu mevzuları düzenli yazılar halinde toplamış.

Aristos Yaşam Üzerine Notlar onun gençlik dönemlerine ait kısa kısa görüşlerini içeriyordu, fazla heyecanlı ve iddialıydı kendisinin de belirttiği üzere. Fakat Zaman Tüneli'nde gözle görülür bir olgunluk, sağlam bir dem seviyesi var. Denemelerinin her biri en az 7-8 sayfa uzunluğunda.

Yazmak ve Benlik, Kültür ve Toplum, Edebiyat ve Edebiyat Eleştirisi, Doğa ve Doğanın Doğası ve Bir Röportaj başlıklarıyla beş bölüm halindeki kitapta en beğendiğim yazı Kafka'dan Hatırladıklarım oldu. Esasen Kafka'nın kitaplarından çok az şey hatırlamasına karşın o genel havasını ifade ettiği yazı çok enteresandı. Deneme içerisinde altını çizdiğim çok yer var ama tek bir cümle var ki, adeta çarptı beni: 'Başka hiç kimse onun gibi "konuşmuş" değil.' Kafka'nın herkesten farklı tarzı daha iyi özetlenemezdi diye düşünüyorum.

Zaman Tüneli neden okunmalı sorusuna gelince, bunun cevabı Aristos için yazdığımla aynı. John Fowles'in romanlarını ve hikayelerini okuduğunuzda hoşnut kalmışsanız, diğer edebi veya gündelik konularda keskin zekasıyla nasıl kalem yürüttüğünü merak ediyorsanız bu kitabı okumalısınız.


Not: Yazıyı geç yayınlıyorum ama söylemek isterim ki Temmuz ayı Fowles okumalarımızla şahane geçti. Sevgili Deniz'e bir kere daha teşekkür ediyorum. Birlikte okumasaydık böyle düzenli bir şekilde bitmezdi bu kitaplar ve bu denli keyif alamazdım. Yazılarını da büyük mutlulukla okudum. Okumalarımızın esnek ama düzgün yapısı ayrı bir güzellik. Rutinden, katı kurallardan boğulan ama düzeni seven biri olarak bu konuda da canım arkadaşıma minnettârım.

Şimdi John Fowles Külliyatı'ndan benim için okunacak tek bir kitap kaldı: Daniel Martin. Muhteşem hacmiyle yeni bir Fowles okumasının büyük kısmını doldurur diye düşünüyorum. Sonra Koleksiyoncu'yu da yeniden okuyasım var ;)


30 Temmuz 2012 Pazartesi

YARATIK _ John Fowles

Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları
Basım Yılı: 2011
Sayfa Sayısı: 472


Yaratık, Fowles'in fazlaca bilinmeyen romanlarından. Neden böyle olduğunu kitabı okuyunca daha iyi anlıyorsunuz.

Yazarın zihninde beliren bir görüntü yol açıyor bu romanın yazılmasına. "18. yüzyıl İngilteresi kırsalında, içlerinde bir kadının da olduğu dört kişilik atlı kafilesi ıssız bir yaylayı geçiyor." Fowles, bu yolculuğun dış hatlarını kabaca çizdikten sonra kitap boyunca devam edecek bir sorgulama sürecine başlıyor. Roman karakterleri bir bir ortaya çıkıp neyi, niçin yaptıklarını anlatıyorlar.

Genç bir 'Beyefendi', 'amcası', uşağı ve bir hizmetçi kızdan oluşan bu kafilenin nereye varacakları belliyse de ne için yolculuk yaptıkları kitabın sonuna kadar okuyucu için bir gizem olarak kalıyor.


Romanlarında, John Fowles'in kurgulama sürecindeki zihnini açıkça göstermesini sevsem de, Yaratık'taki fantezi dünyasının yama yerleri fazla belli oluyordu diye düşünüyorum. Yazarın 'Bağladığım düğümleri en absürt şekilde nasıl çözebilirim?' 'Öyle bir şey yazmalıyım ki okuyucu çok şaşırmalı!' v.b. söylemlerini duyar gibiydim.

İdeolojik incelemeler içeren, kendi çapında bir fantastik kurgu romanı denilebilecek Yaratık, Hristiyanlığın kabul görmeyen, sapkın inanışlarla dolu bir mezhebine bağlanmasıyla ilgimi tamamen yokeden bir kitap oldu. Sadece Fowles külliyatımda eksik parça bırakmamak için okuyup bitirdim diyebilirim.


24 Temmuz 2012 Salı

ABANOZ KULE _ John Fowles

Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları
Basım Yılı: 2008
Sayfa Sayısı: 331

Abanoz Kule, kitaba adını veren kısa bir roman, bir halk hikayesinin çevirisi (Eliduc) ve Fowles'e ait üç hikayeden oluşuyor; Zavallı Koko, Muamma ve Bulut.

Fowles'in bildik lezzetlerini taşıyan kitabı, Fransız Teğmenin Kadını veya Koleksiyoncu gibi bir derinlik beklemeden okumak lazım.

1. Abanoz Kule 

Fowles'in başrole layık gördüğü diğer erkek karakterleri gibi şekil almaya müsait bir arayışta olan David, tanınmış bir ressam hakkında yazdığı kitap vesilesiyle, yaşlı adamın invizaya çekildiği Fransız taşrasındaki evine gider. Henry Breasley'in iki genç sanat öğrencisiyle yaşadığı ev, duvarları kaplayan nadir sanat eserlerinin yanısıra adamın karakteri ve sanatı üzerine anlattıklarıyla da ilgi çekicidir. Breasley'in ilham perileri Diana ve Anne'yle de tanışan David, kendini hem büyüleyici bir etkinin, hem de ani bir sorgulamanın içinde bulur..

Abanoz Kule, Büyücü'nün minyatür versiyonu gibi. 

"Ne okunan yığınla kitap ne de akıl yürütmeyle varılan sonuçlar doğrudan edinilen tecrübenin yerini tutabilirdi." sf 10

"O sessizlikte, köşede duran yatakta, eski odaların binlerce hayaletinin arasında, arkasındaki döşemeye vuran ışıkta yarı gizlenmiş bedeninde, havada asılı duran bir kandırmaca, paylaşılan bir imgelemin söze dökülmemiş bilgisi vardı. İnsan afallıyordu belki de, bu bilgi öyle çabuk farkediliyordu ki... sanki insanın kendinde değil, bulunduğu mekanda vardı ve o an onu görebilmişlerdi. Engellere, kösteklere karşı hemen oluşan sabırsızlık duygusu, gerçeği ve arzuyu geleneksel elbiselerinden anında sıyırıvermesi. İnsan gerçeği arzuluyor, arzuyu gerçeğe dönüştürüyordu. Karşısındakinin hem aklından geçenleri okuyabiliyor, köprüleri aşabiliyor, hem psikolojik hem de fiziksel olarak bariz bir istek duyuyordu. Ve yarının bu denli yakın olması, bunun sona ereceği gerçeği, dayanılmaz bir şeydi."  sf 105

2. Eliduc

Fowles'in tercüme ettiği bu eski Kelt hikayesinde Eliduc adında bir şövalyenin macerası anlatılıyor. Evli ve karısına sevgiyle bağlı bir adam olan Eliduc, savaş için uzaklara gittiğinde, güzel bir prensese aşık olur. Sadakat yeminine bağlı kalmak isteyen şövalye evine döner ama çok mutsuzdur, bir süre sonra gidip prensesi alır gelir, karısı da buna razı olur v.s.

3. Zavallı Koko

Kitabını yazmak üzere arkadaşlarının Kuzey İngiltere'deki kır evine giden yazar, garip bir hırsızlık olayıyla karşı karşıya kalır. Genç hırsız, gece o uyurken eve girerek, birkaç parça eşya alır, adamı bağlar ve uzun uzun konuştuktan sonra yazarın kitabıyla ilgili el yazması örneklerini ve taslaklarını yakarak oradan ayrılır.

4. Muamma

Fowles'in kurgu iskeletlerini orataya dökerek fevkalade bir iş yaptığı bu bölümde aniden ortadan kaybolan bir adamın hikayesi anlatılıyor.

5. Bulut

Anne-baba ve iki kız çocuk, teyzelerinden müteşekkil bir aile, baba-oğul ve sevgiliden oluşan dostlarıyla pikniğe giderler. Bulut, bu piknik boyunca yaşanan günü anlatırken, teknik ve mekan olarak fena halde Virginia Woolf'un yazınına benziyor. Aklında intihar düşüncesiyle yaşayan uyumsuz teyze Catherine yine yazarın bir prototipi gibi. Kitapta Abanoz Kule'yle birlikte beni en çok etkileyen hikayenin bu olduğunu söyleyebilirim.


19 Temmuz 2012 Perşembe

ARİSTOS YAŞAM ÜZERİNE NOTLAR _ John Fowles

Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları
Basım Yılı: 2001
Sayfa Sayısı: 255

John Fowles'in kavramlar üzerine düşüncelerinden oluşan kitabı Aristos, 'Kendi inandığım şeyleri açık açık bildirerek sizi de kendi kendinize inandığınız şeyleri açık açık bildirmeye zorlamayı umuyorum.' cümlesiyle başlıyor. Aristos, eski Yunanca'da 'belli bir durum için en iyisi' manasındaymış. Kendi enlerini yazdığını da söyleyebiliriz bu anlamda.

Bir üniversite öğrencisiyken başlayıp yetişkinliğe adım attığı yıllarda tamamladığı Aristos için Fowles, 1968 yılında yeni bir önsöz yazıyor. 42 yaşında kitabı tanımlarken, 'Bahsi geçen fikirlere halen sahibim ama şimdi yazacak olsam bu denli cüretkar olamazdım.' diyor.

Yazarla uzun bir fikir teatisi yapmaya benziyor Aristos'u okumak. Özdeyiş niteliğinde cümlelerin yanısıra bir ya da birkaç paragraflık altı çizilesi tanımlamalar vardı benim için. Söylediklerini tamamen reddettiğim bölümler ve kabul ettiklerimi yavaş yavaş, zihnimi yoğunlaştırarak okudum.

Romanlarını tanıyıp John Fowles'in zekasını müşahade etmeden yaşam notlarını okumamalı diye düşünüyorum. Aksi durumda çok ukalâca ve sıkıcı gelebilir.

'Varolmaktan mutluluk duymak, varolmayı sürdürmeyi istemektir.' (sf 31)

'Gizem ya da bilmeyiş, enerjidir. Bir gizem açıklanır açıklanmaz bir enerji kaynağı olmaktan çıkar.' (sf 35)

'Haz, ölümün bir ürünüdür; ondan bir kaçış değildir.' (sf 41)

'Ölüm kendisine doğru yürüdüğüm uğursuz bir kapı değil; öteye doğru yürüyüşümdür.' (sf44)

'Şiddet, muhalefet edilen yanı güçlendirir; tutku onu yumuşatır. Bir şeye karşı tutkuyla fikirler ileri sürmek ona tutku vermektir.' (sf 89)

'Trajedinin en derin hazlarından bir tanesi ondan sağ çıkabilmemizdir sadece; trajedi bizim başımıza gelebilirdi, ama gelmemiştir. Trajediyi sadece eşduyum içinde yaşamayız; onu izleyen hayatta kalmayı da içimizde taşırız.' (sf 229)





1 Temmuz 2012 Pazar

JOHN FOWLES OKUMALARI [Temmuz 2012]


John Fowles, adını ve methini çok zaman duyup okumaya birkaç sene öncesinde başladığım bir yazar. Bu seneye kadar Türkçe'de yayınlanan 8 kitabından meşhur dördünü (Koleksiyoncu, Büyücü, Fransız Teğmen'in Kadını ve Mantissa) büyük bir zevkle bitirmiştim. Kalan kitaplar için ise güzel bir bahanem oldu; Sevgili Deniz'le birlikte okumaya karar verdik. Fowles'in bizi tanıştıran yazar olması dolayısıyla ayrıca da bir önemi var nazarımızda. :) 

Temmuz ayı = Fowles Okumaları itibariyle seçtiğim kitaplar:

Fowles ayının bu ilk gününde hoş bir sürpriz de oldu benim için, yazarın  Daniel Martin isimli romanının 2012 itibariyle Ayrıntı Yayınları'ndan çıktığını öğrendim. 600 küsurlerdeki Büyücü'den bile uzun, 720 sayfalık dev bir kitap. Elimdekiler istediğim hızla giderse, onu da alıp ayın içine dahil etmeyi düşünüyorum.

Her zaman olduğu gibi bir veya birkaç kitapla Fowles Okumaları'mıza dahil olmak, ayımızı şenlendirmek isterseniz kapımız açık. İstediğiniz kitabı okuyabilir, kısa bir tanıtım yazısının ardından okumalarınızı bizimle paylaşabilirsiniz. Eğer şimdiye kadar yazarla tanışmadıysanız çok şey kaçırdığınızı da söylemeliyim. :)

FRANKENSTEİN _ Mary Shelley

Yayın Evi: İthaki Yayınları
Basım Yılı: Nisan 2011
Yayın Evi: 324

Dr. Frankenstein'ın yaratığının Genç Werther'in Acıları, Yitik Cennet gibi kitaplar okuduğunu biliyor muydunuz? Şekilsel olarak az çok bilgim olmasına rağmen Frankenstein kitabını okumadan önce yaratığı çok farklı hayal etmiştim. Daha ilkel ve eğitimsiz olduğunu, konuşmak yerine en fazla garip sesler çıkardığını sanıyordum. Öyle değilmiş.

Bir kimya öğrencisi olan Frankenstein, üniversitede okuduğu dönemde insan parçalarını bir araya getirerek bir ucube oluşturur. Canlanmasına sebep olduğunu iddia ettiği, parçalı kadavra görünümündeki çirkin yaratık kaçarak Frankenstein'ın sevdiklerini bir bir öldürmeye başlar. Genç adam perişan halde onun izini sürer. Yaptığı işten son derece pişmandır fakat bir mağarada oturup konuştuğu yaratık ondan kendisine bir dişi arkadaş vermesini ister. Yoldaşına sahip olduğunda, onu  alıp dünyanın ıssız bölgelerine gideceğini, insanlardan uzaklaşacağını söyler. Yeni felaketlere yol açmaması için, ona bu isteğini yerine getireceği sözünü veren Frankenstein, ikinci canavarın doğum anı yaklaştığında bu yaptığının kötülüğün çoğalmasına sebep olabileceğini farkeder, işi bırakır. Yaratık, büyük hevesle beklediği eşinin parçalanarak yokolduğunu görünce çılgına döner. Aldatılmasının intikamını feci şekilde aldığında Frankenstein'ın yaşayan bir ölüden farkı kalmayacaktır..

Bilimkurgu türünün ilk örneklerinden sayılan kitap, gayet düzgün bir dille yazılmış. Frankenstein'ın hikayesini başka birine anlatmasıyla kurulan katmanı sevmedim ama kitabın yazıldığı dönemde bu tarzın şimdiki kadar yaygın ve klişe olmadığını da göz önüne almak lazım. Öte yandan yaratığın kendi hayatını, sevgi ve yakınlık açlığını anlattığı bölümler ilginçti. Her halûkârda kaypak bir tavrı olduğu için tam olarak merhamet edemeseniz de, sebep olduğu felaketlerin nedenlerini az çok açıklamaya çalışmış Mary Shelley.

Frankenstein, okumaya değer, hayli ilginç bir kitap. Türe sempati duymadığım halde merak ve ilgim azalmadan bitirdiğimi söyleyebilirim. Varoluşsal acılar ve sonuçlarına dair çarpıcı bir hikaye isterseniz bu kitap iyi bir seçim olabilir.