28 Haziran 2011 Salı

SLEUTH / ÖLÜMCÜL OYUN [2007]


İki kişilik bir kedi-fare oyunu Sleuth. Yaşlı ve zengin ve ünlü yazar, Andrew Wyke (Michael Caine), kendisine ihanet eden karısının aşığı, Milo Tindle (Jude Law)'ı yüzleşmek için evine davet eder. Niyeti ona iyi bir ders vermek ve aşağılamaktır. Bunda başarılı da olur ama bu oyunun yalnızca ilk setidir. Andrew ve Milo rol değişimleri ve zeka oyunlarıyla dolu üç aşamadan geçecek ve kazanan sadece biri olacaktır..

Film, 1972 yılında yılında çekilen Sleuth'un bir nevi yeni uyarlaması. Yönetmen Kenneth Branagh, karakterler dışında  iki film arasında herhangi bir benzerlik bulunmadığını söylese de işin ilginç tarafı eski filmde genç aşığı oynayan Michael Caine, bu defa yaşlı adam rolüne bürünerek karşı tarafa geçiyor. Andrew'in karısının ağzından tanımlandığı şekilde; donuk, tutuk ve acımasız bir havası var ama Michael Caine'nin oyunculuğunun beni çok da ilgilendirdiğini söyleyemem. Jude Law ise hayat dolu, kurnaz genç adamın değişen ruh hallerini iyi yansıtıyor. 

26 Haziran 2011 Pazar

MANTİSSA_John Fowles

Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları
Basım Yılı: 2010 (3. Basım)
Sayfa Sayısı: 191

Mantissa, Fowles'in başka kitapları dururken, kapak resmi ve solgun renkleriyle beni çok etkilediği için fuardan (erken) almak zorunda kaldığım bir kitaptı. Kitabın arkasında okuduğum esin perisi-yazar ilişkisine dair sözler, bu romantik hissi pekiştiriyordu fakat.. İlk bölüme başladığımda çok şaşırdım. Somuttan soyuta giden bir çift anlam kaygısı olduğu söylense de, daha önce Mantissa'yla alakalı olarak zihnimde beliren imaja hiç bir şekilde uymuyordu bu.

Fowles'in tarzına az çok aşinayım, en son Fransız Teğmenin Kadını'nı da hayli doyurucu ve kuvvetli bulmuştum ama Mantissa nereden geldiği belli olmayan, ani bir tokat gibi başladı açıkçası. Anladım ki, daha önce okuduklarımda, akış içerisinde romana belli motifleri yedirmek, okuyucuyu sarsıp toparlamak kolaymış. Birkaç sayfa okuduktan sonra iyice saçmasapan bir hal almasına ve başka bir türe(!) dönüşmesine tahammül edemeyerek bırakmayı düşündüm. Bir müddet etrafta süründü kitap. Sonra elime alıp, diğer bölümlere bir göz attığımda kurgu-yazınına, o bahsedilen periye dair anlatılanın değişerek devam ettiğini görünce fikrim de değişti ve bir çırpıda bitiverdi Mantissa.

Yunan mitolojisinde Musalar veya Müzler olarak bilinen dokuz ilham perisinden biri, lirik edebiyata ait olanı Erato ile, modern roman yazarı Miles Green arasındaki enteresan konuşmalardan ibaret bir oyun gibi de görülebilecek bir kitap bu. Gemi elinde tutanın kim olduğunun sürekli değişmesi, Erato'nun geçmiş yaşantılarından bahsedişi, Miles'ın tam yerine oturan tespitleriyle okunmaya değer, çok ilginç deneysel bir anlatı.

Sadece okuyucu değil, yazmaya da ilgiliyseniz tavsiye ediyorum.

21 Haziran 2011 Salı

FRANSIZ TEĞMENİN KADINI_John Fowles

Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları
Basım Yılı: 2008 (7. baskı)
Sayfa Sayısı: 425

Fowles'i kronolojik sırayla okumaya devam ediyorum. Yazarın dilini ve zihnini çok beğenmeme karşın, harikulade bir anlatıma sahip, tadımlık ilk romanı Koleksiyoncu, sayfalar boyunca fazlasıyla dağılsa da mükemmel bir şekilde toparlanan gizemli Büyücü'den sonra Fransız Teğmenin Kadını'na sıra geldiğinde bu derece etkileyici bir romanla karşılaşmayı beklemiyordum.

Charles da, onun diğer erkek roman karakterleri gibi tam olarak ne istediğini bilmeyen, şaşkın ve etkiye açık bir adam. Kasabada adı kötüye çıkmış bir kadın olan Sarah ise yine Fowles'in diğer kadınları gibi kuvvetli duygu ve düşüncelere sahip, etkin ve ilginç bir karakter. Charles'ın nişanlısı Ernestina konusunda yazar ikilemde kalmış gibi: kız önce alaycı, eğlenceli ve sıkı bir portre çizerken, romanın sonlarına doğru çözülüveriyor.

John Fowles'in Viktorya döneminde geçen modern bir roman yazma fikri hakikaten çok ilginç. Fransız Teğmenin Kadını kurgu olarak da okuyucusuna çok şey sunan bir kitap. Geriye dönüşleri, farklı farklı sonlar sunarken saçmalamaması, Fowles'in Hitchcock gibi romanın içine sızması, kurgunun iskeletini gözler önüne serdiği 13. bölüm  v.s. her yönüyle doyurucu ve çarpıcı bir okuma serüveni ediniyorsunuz onunla.

Olumlu eleştiri, olumsuza kıyasla her zaman çok daha sığ ve kısıtlıdır malum. Söylemek istediğim; elinizdeki bütün kitapları bir tarafa bırakın ve bu kitabı okuyun. Pişman olmayacaksınız.

Not: John Fowles'in kitaplarını netten topluca sipariş verirseniz ne ısmarladığınıza bir bakın! :)))

19 Haziran 2011 Pazar

ANGRY BİRDS: RİO [PC-2011]

Çılgın, rengarenk kuşlarla hınzır hayvanları avladığımız Angry Birds'in ilk versiyonundan sonra (Halloween ve Seasons eklerinin ardından) Rio harikulade renkleri ve güzelliğiyle karşımızda. Bu defa kafese kapatılmış tropikal arkadaşlarımızı kurtarmakla başlıyoruz işe. Akşam oyun elime geçtiğinde biraz bakma fırsatım oldu, şu an ikinci bölümde yaramaz maymunlarla cebelleşiyorum. :) Ve mutlaka oynayın diyorum tabii ki. Yamaları ve ayarlaması biraz vakit alsa da değer. Angry Birds Rio PC için tıklayın. 

17 Haziran 2011 Cuma

KİTAP AYRAÇLARI (christie, doğa, kitapsever)

Birkaç kitap ayracı hazırlamıştım. Bir türlü bastırmak nasip olmadı. Gece Kütüphane'sinin değerli okuyucularıyla paylaşmak istedim. Fotoğraf kağıdına baskı alırsanız, güzel bir sonuç elde edeceğinizi umuyorum. Keyifli okumalar! (Deniz'cim, ilk ikisi özellikle senin için :)




16 Haziran 2011 Perşembe

KİRPİNİN ZARAFETİ_Muriel Barbery

Yayın Evi: Turkuaz Kitap
Basım Yılı: Eylül 2010
Sayfa Sayısı: 276

Bu kitapla ilgili o kadar çok olumlu eleştiri var ki, insanda ister istemez bir beklenti oluşturuyor bu durum. Kitap hoş,güzel ama aşırı hayranlık uyandıracak bir tarafı yok bana göre. Etrafında koparılan yaygaranın nedeni, Amerika gibi kökensiz veya İngiltere gibi ruhsuz coğrafyalarda içinde bir parça insaniyet, biraz değişik etnik tat bulunan romanlara adeta tapılması olabilir.  Yoksa özünde zaten var olan bir güzellik insanın nefesini kesmez.

Fransa'da edebi ve felsefi zevkleri olan bir apartman kapıcısı, orta yaşlı bir kadın Renee; binaya yeni taşınan uzakdoğulu bir adam Kakuro Ozu ve yakın bir zamanda kendini öldürmeyi planlayan 12 yaşlarında bir kız çocuğu Kirpinin Zarafeti'nin baş karakterlerini oluşturuyor.

Renee'nin zatında ütopik görünen bir kişi portresi çiziyor Muriel Barbery. Sanki tipik bir kapıcı kadına bakmış ve "oo, bize görünmeyen kimbilir ne sırları vardır, bunları yazarak bulup çıkarmalıyım" demiş gibi. Bu hususta, şeyleri olduklarından başka gören edebi bir romantizmin kurbanı olmuş.

Romanın "derin düşünceler" bölümlerinin akışa farklı bir boyut katması güzeldi. Bu bağlamda finaldeki rol değişimi, yani okuyucuya başından beri beklemesi öğütlenen "ölüm"ün tezahür edişini de başarılı buldum.

Kolay okunan, insanı yormayan hoş bir roman isterseniz Kirpinin Zarafeti doğru bir seçim olabilir. Benim için bu kitabı okutan ise şu alıntıydı:

9 Haziran 2011 Perşembe

PENNY DREADFULL'S SWEENEY TODD [2010]

Uzun zaman önce karşılaştığım Penny Dreadful's Sweeney Todd, yağmurlu ve gotik Londra atmosferi, arkaplanındaki acımasız hikaye ve elbette çizim kalitesiyle beni hayli etkilemiş bir oyundu. Gece Kütüphanesi için görüntülerini almak istediğimde bir defa daha zevkle oynadım.

Fleet Sokağının şeytani berberi Sweeney Todd'un hikayesini Johnny Deep ve Helena Bonham Carter'ın oynadığı enfes müzikal filmden bilirsiniz. "Karısına göz diken  yaşlı ve zengin bir yargıç tarafından haksız yere hapse gönderilen Benjamin Barker, yıllar sonra şehrine geri döndüğünde, ismini Sweeney Todd olarak değiştirir ve ailesininin intikamını almaya karar verir. Eskiden kendisine ait olan berber dükkanına gittiğinde alt kattaki dükkanın sahibi Mrs. Lovett'le tanışır. Kadın bir pasta ve börek salonu işletmektedir. Mrs. Lovett, Sweeney'e karısının kendisini zehirlediğini, kızının ise yargıcın elinde olduğunu söyler. Bu esnada berberliğe yeniden başlayan genç adamı müşterilerinden biri tanıyınca Sweeney onu öldürür. Mrs. Lovett ona cinayeti örtbas etmesi için yardım ederek, etleri böreklerinde kullanabileceğini söyler. Cinayetler devam eder ve Sweeney Todd'un berber dükkanına kurduğu düzenekle cesetleri binanın altındaki mahzene göndermeye başlarlar.."

Esrarengiz hikayesi ve özenli kurgusuyla Penny Dreadful's Sweeney Todd, saklı obje türünün kalifiye oyunlarından. Sırf dükkan vitrinlerinin güzelliği için bile oynamaya değer. Şiddetle tavsiye ediyorum.







8 Haziran 2011 Çarşamba

PUPPET SHOW: LOST TOWN [2011]

 Puppet Show: Lost Town, kukla serisinin 3. oyunu. Birbirinden enfes çizilmiş, masum görünümlü, dehşetengiz kuklalar ve masalsı mekanlarıyla keyif veren oyun, klasik bir saklıobje-bulmaca karışımı. Halefleri; Mystery of Joyville ve Souls of The İnnocent gibi güzel, estetik ve eğlenceli ancak biraz daha kısa sürüyor gibi geldi bana. (Bu aralar sevdiğim serilerin son çıkan oyunlarını kısa bulmak eğiliminde de olabilirim :)

Oyunu oynarken alt kısımdaki menünün zerafeti en beğendiğim şey. Geçiş ekranları, imleçler ve efektler bir oyun için nefis ve albenili aksesuarlar haline gelebiliyor Puppet Show'da olduğu gibi.  Keyfini çıkarmanızı tavsiye ediyorum. :)


7 Haziran 2011 Salı

DREAM CHRONİCLES 5: BOOK OF WATER [2011]

Dream Chronicles, ilk çıktığı günden beri zevkle oynadığım serilerden. Bir rüya atmosferi içinde, yumuşak çizimli, fantastik kulübelerini, iksir yapma, bitki yetiştirme, kalıp çıkarma gibi ilginç görevlerini çok severim.  Bölümler ve bölüm isimleri değişse de şablon aşağı yukarı hep aynıdır: kocası yahut çocuğu kaçırılan genç bir kadın; Faye, gördüğü kabuslar ve o kabusların içinde yitirdiklerini bulma çabaları.. O, gerçeküstü alemde yolculuk ederken, rasathane, kütüphane, şifahane gibi harikulade görüntülere sahip mekanlarla karşılaştıkça oyundan ciddi bir keyif alıyorsunuz.

Serinin 5. oyunu Book of Water (Su Kitabı), yine bu tanıdık öğelerini sunuyor oyuncusuna, fakat biraz daha kısa bir hikayesi var. Bu defa Faye'nin kızı Lyra'yla birlikte şeytani güçler tarafından saldırıya uğrayıp lanetlenmiş anne ve babasını bulmak, üzerlerindeki laneti kaldırmak için uğraşıyoruz.

V Book of Water, güzel vakit geçirilebilecek kaliteli bir oyun. Ama daha önce hiç oynamadıysanız serinin başından başlamanızı tavsiye ediyorum. Dream Chronicles I in ardından sırayla: II The Eternal Maze, III The Chosen Child ve IV Book of Air de yayınlandı.

Keyifli oyunlar!
  

PRİNCESS İSABELLA 2: RETURN OF THE CURSE [2011]

 Son dönemde "nefes kesici" addettiğim saklıobje oyunları yeriyle yeksan olduğundan kötünün iyisi denilebilecek bir oyunu eklemek istedim Gece Kütüphanesi'ne. Daha iyileri gelene kadar bir parça da olsa oyalanabileceğiniz, hoş bir oyun Princess İsabella 2: Return of The Curse. Adından anlaşıldığı üzere efsanevi Ravenhearst oyunlarına öykünürken, çizim ve kurgu olarak o derece kuvvetli olamadığı için belli bir seviyede kalıyor.

Prensesin sarayı, hizmetlileri ve bahçeleri bir cadı tarafından lanetleniyor ve oyun boyunca bu lanetleri kaldırmakla meşgul oluyoruz.  Bize yardım eden bir orman perimiz ve minik ejderhamız, onların da kendilerine has kabiliyetleri var.

Saklı obje sahneleri hayli basit, kapılarda yer alan bulmacalar sıradan ve kolay diyebilirim. Yine de ormanın içindeki perilerin evi, havaifişeklerin güzelliği, cücelerin kütüphanesi, kurabiye ev gibi gözalıcı ayrıntıları var oyunun.  Bakmaya değer. :)


6 Haziran 2011 Pazartesi

OTOMATİK ALİCE_Jeff Noon

Yayın Evi: Postiga Yayınları
Basım Yılı: Kasım 2010
Sayfa Sayısı: 229

Otomatik Alice, Alice Harikalar Diyârında nın baş kahramanı Alice'in (tıpkı Aynadan İçeri kitabındaki gibi) bu defa bir saatin içinden geçerek yaptığı zaman yolculuğu sonucu, 1998 yılına gelişiyle başlıyor. Alice'in geri dönerek teyzesinin dil bilgisi dersine yetişmesi ve bir de yaptığı puzzle'ın eksik parçalarını bulması gerek. Bu serüveninde ona klasik hikayedeki  karakterlerin yerini alan çeşitli tuhaf yaratıklar ve bir de ikiz kez kızkardeşi olduğunu iddia eden oyuncak bebeği Celia (Otomatik Alice) yardım ediyor.

Kitabı çabucak okuyup bitirdikten sonra şimdi, Jeff Noon'un yaptığının biraz "etinden, yününden, suyundan" faydalanmak  olduğunu düşünüyorum. Bunu da American McGee's Alice oyunu veya Tim Burton'un filmi nde olduğu gibi kendine has değerlerini oluşturacak şekilde ortaya koyamıyor maalesef.

Alice Harikalar Diyârında kitabını okuyan ve kıymet biçen bir okuyucu için, Otomatik Alice modern bir saçmalık olarak yeterli altyapıya sahip değil. Sadece Alice'i bir parça anımsatan bir şeyler okumak isterseniz göz atabilirsiniz elbette.

Alice ile ilgili ilham verici yazısı için Euphoric'e teşekkürlerimle..

5 Haziran 2011 Pazar

MONTAGUE AMCA'NIN DEHŞET HİKAYELERİ_Chris Priestley

Yayın Evi: Tudem Yayınları
Basım Yılı: Aralık 2009
Sayfa Sayısı: 224

Issız bir ormanın gerisinde, pek de kimsenin uğramadığı büyük bir evde yalnız başına yaşayan Montague Amca'sını ziyarete giden Edgar, onunla başbaşa çay içerken, içinde bulundukları odadaki  bazı özel nesnelere dair anlattığı esrarengiz hikayeleri ürpererek dinler. Ona eşlik etmek isterseniz bu harika minik kitabı mutlaka okumalısınız.

"Korku" edebiyatına özel düşkünlüğü olan biri değilim. Ama Chris Priestley'in, Charles Dickens ve Edgar Allen Poe gibi kalemi kuvvetli yazarlardan beslenerek oluşturduğu grotesk atmosfer çok hoşuma gitti. Bu gerçeküstü gerilim kitabında hayaletler, hortlaklar, iblisler v.b. klasik dehşet öğeleri zorlama yada yapaylığa düşmeden, gayet dozunda kullanılmış. Montague Amca her hikayeyi bitirdiğinde bir sonrakine dair ipuçları sunarak Edgar'ın ilgisini uyandırıyor ve böylece kitap belli bir bütünlük de kazanıyor.

Chris Priestley, dehşetin boyutunu yavaş yavaş artırarak okurunu alıştıran bir yol çizmiş kitabı için. Bazı hikayeleri örneğin Patika, içerdiği vahşetle biraz insanı rahatsız etse de o kısma gelene kadar kendinizi kaptırmış bulunuyorsunuz.

Montague Amca'nın Dehşet Hikayeleri'ni çok beğenerek okudum. Bitirdiğimde bıraktığı hafif ürperten, gözle görünmeyenlere dair sersemletici hissi ise ayrıca sevdim diyebilirim.

Kitaptan haberdar olmama vesile olan Renkli Kitap' a teşekkürlerimle. :)

4 Haziran 2011 Cumartesi

PARFÜMÜN DANSI_Tom Robbins

Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları
Basım Yılı: 2010
Sayfa Sayısı:  361

Bir kitabını okuyarak yazar hakkında tam bir fikir sahibi elbette olunmaz ama Tom Robbins, yazdıklarını eğlenerek okusam da "benim" yazarlarımdan biri değil maalesef. Kendisi okurunu bilgi bombardımanına tutan modern romancılardan biri gibi göründü zihnime.

Parfümün Dansı yahut kulağa daha az estetik gelen asıl adıyla Pancarın Dansı'nı okumaya başladığım dönemde hayatımda bir pancar takıntısı vardı ki ilginç bir denk gelme oldu bu. Parçalanınca kan gibi sızan bordo renkli özsuyu, tuhaf kokusu ve küspemsi tadıyla elimin altında bulunan pancarı kitaba temel motif olarak seçerek uzun uzun tariflemesini bu sebeple sevdim dersem yerinde olur.

İki zaman katmanıyla yola çıkan bir roman, Parfümün Dansı. Üzerinde yaşlılık alametleri görülmeye başladığı an hükümdarlarını katlederek yenileyen bir kabilenin başındaki Alobar, ölüme yaklaştığını anlayınca ülkesini terkeder ve dağlara sığınır. Orada, adetleri gereği ölen kocası ile birlikte gömülmeyi reddederek kaçan Kudra ile karşılaşınca aralarında köklenen sevgi, mitolojideki zevk ve bereket tanrısı Pan'la tanışmalarının ardından, birlikte ilginç bir ölümsüzlük deneyimi yaşamalarına neden olacak kadar kuvvetlenir. Onlar yüzyıllar öncesinden zamanımıza ilerlerken, Paris'te kendi halinde bir parfümcü dükkanına sahip Madam Devalier ve kızı Priscilla, LeFever parfüm şirketinin sahipleri v.b. karakterler roman boyunca karşımıza çıkarak bir başka boyut oluştururlar.

Tom Robbins'in kitabı, bizzat yaşayarak yargıya varılması gereken bir deneyim gibi. Üzerine ne söylense boş. Çok sevebilir, kayıtsız kalabilir ya da nefret edebilirsiniz. Her halukârda okunmaya değer.