20 Mart 2011 Pazar

İSTİRİDYE ÇOCUĞUN HÜZÜNLÜ ÖLÜMÜ_Tim Burton

Yayın Evi: Altıkırkbeş Yayınları
Basım Yılı: Ekim 2008
Sayfa Sayısı: 125

Şiirleri okuduğumdan beri "tarz" üzerine düşünüyorum. Kendine özgü bir anlatımı olması Tim Burton'un en ciddi avantajlarından biri bana göre.

Öykümsü şiir kitabında hikayeleri anlatılan bir dolu kız ve oğlan çocuğu, hepsi birbirinden enteresan ve dramatik karakterler.

İşin hoş tarafı Tim Burton'un dizelerinde istediği gibi dalga geçebilmesi, tasvir ettikleriyle iğnelemesi. Bunu yaparken ürkütücü, nerdeyse mekanik denilebilecek bir atmosfer oluşturması harikulade bir şey. Hatta bir yerinde ismini verirse onu dava edebilecek birinden dem vuruyor umarsız bir şekilde.

Kafasındaki dişliler başka türlü çalışan bu tuhaf adamın anlattıklarını okurken, kocaman gözlü, dikiş ağızlı hikaye kahramanlarının çizimleri de sağ taraftan o çılgın hayalleri tamamlıyor. Dönüp dolaşıp okunası, tebessümle gözyaşı arasında bir kitap.

19 Mart 2011 Cumartesi

ARKA SOKAKTAKİ CİNAYET_Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: Şubat 2011
Sayfa Sayısı: 285

Altın Kitaplar uzun zamandır basımı olmayan Agatha Christie polisiyelerini yayınlamaya devam ediyor. 1966 yılında Ölünün Aynası adıyla basılmış, dört Poirot öyküsünden müteşekkil Murder in The Mews, orjinaline sadakatle Arka Sokaktaki Cinayet adı altında geçtiğimiz ay piyasaya çıkarak Christie'severleri heyecanlandırdı.

-Arka Sokaktaki Cinayet
-İnanılmaz Hırsızlık
-Ölünün Aynası
-Rodos Üçgeni

Son kelimesi "cinayet" olan polisiye roman isimleri her zaman daha fazla dikkati çekse de kitaptaki hikayeleri kıyasladığımızda üçüncü hikaye olan Ölünün Aynası'nın bir parça daha öne geçtiğini söyleyebilirim. Zaten kitap genel olarak kuvvetli- zayıf-kuvvetli-zayıf dört hikaye olarak toparlanmış.

Başı çeken öykülerden Arka Sokaktaki Cinayet ve Ölünün Aynası'nın intihar-cinayet ikilemi ve kilitli oda gibi birçok benzer yönü mevcutken, İnanılmaz Hırsızlık nedeni pek inandırıcı olmayan bir evrak çalınması olayını anlatıyor.  Son hikaye Rodos Üçgeni ise bana Ölüm Oyunu'nu anımsattı. İçerdiği aşk oyununun, Agatha Christie'nin "Hiçbirşey göründüğü gibi değildir" savını bilenler için çözmesi zor olmayan bir açıklaması var.


18 Mart 2011 Cuma

RÜZGARIN GÖLGESİ_Carlos Ruiz Zafon

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: Mayıs 2008
Sayfa Sayısı: 527

"Daniel, Barcelona'da eski bir kitapçı dükkanının sahibi olan babası onu Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı'na getirdiğinde, "artık kimsenin hatırlamadığı, zaman içerisinde sonsuza dek unutulan ve günün birinde okurların eline düşecekleri saati bekleyen kitaplar"ın içinden Rüzgarın Gölgesi'ni seçer. Kitabı bir solukta okuduktan sonra, esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolduğu söylenen yazar Julian Carax'a ne olduğunu öğrenmek, onda bir saplantı haline gelir. Fakat bu, hiç de kolay değildir. Kim olduğu bilinmeyen, tuhaf bir adam Julian'ın kitaplarını birer birer bulup yok etmektedir. Daniel, Julian'ın dramatik hikayesi ve kitaplarının izini sürerken, koruyucusu olduğu kitabın yazarının başına gelenlerin, kendi kalp kırıklıkları ve yaşam örgüsüyle nasıl örtüştüğünün de hayretle farkına varacak, ne pahasına olursa olsun bu gizemi aydınlatmak için savaşacaktır."

Rüzgarın Gölgesi, gerçekten enfes denilebilecek nitelikte bir roman. Kitabın kurgusal katmanları herhangi bir falsoya yer bırakmayacak şekilde özenle planlanmış. Hem içerdiği edebi dil, hem de konunun özgünlüğü ve ilginçliği açısından okuyucusunu doyuruyor.

17 Mart 2011 Perşembe

DELİFİŞEK_Jose Mauro De Vasconcelos

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: Mayıs 2010
Sayfa Sayısı: 103

Güneşi Uyandıralım'ı okuduğumda yaşadığım hayal kırıklığını üst seviyelere taşıyan kitap. Aslında bu kitabın Şeker Portakalı'nın devamı olduğunu da düşünmüyorum. Gum, Zeze'ye yakın bir karakter ama evlatlık olduğu ailenin bireylerinde anlaşılmaz bir artış ve önceki kitaplara uymayan tuhaf ayrıntılar var.

İkinci kitabın sonunda Zeze yirmili yaşlarına yaklaşıyor ve eğitimini tamamlayarak gerçek ailesinin yanına dönüyordu. Bu kitapta tekrar ablası Gloria ve küçük kardeşi Luis'le birlikte olacağını, onları kaybettiği zamanları anlatacağını düşünürken tamamen alakasız bir hikayeyle karşılaştım.

Delifişek'in önsözünde, yazarın bu kitabını çok sevdiği, hayatında çok ayrı bir yere koyduğundan bahsediliyor. "Devrimci" yönünü anlatıyormuş. Olay bütünlüğü ve hikaye dizimi bile olmayan, sadece baş karakterin tutkularından vazgeçmeye çalışmasını ve bunda muvaffak olamayışından duyduğu sıkıntıyı ve bencilliğini anlatan böylesi zayıf bir romana nasıl bir değer vermiş olabilir, bilmiyorum. Madem böyle bir kitap yayınlayacaktı, bunu Zeze'nin ismi üzerinden yapmasaydı en azından.

Kısaca Şeker Portakalı'nı seviyorsanız Deli Fişek'i okuyup da hiç canınızı sıkmayın diyorum.
.
.

16 Mart 2011 Çarşamba

CHARLAINE HARRIS: DYING FOR DAYLIGHT [Şubat 2011]

Uzun zamandır görüntüleriyle ilham veren, etkileyici bir gizli obje oyunu çıkmıyor piyasaya. 2010 Kasım ayında oynadığımız Mystery Case Files: 13th Skull dan sonra, bir parça tadımlık olsa da Dying for Daylight, diğerlerinden farkını açıkça ortaya koyuyor. Çerez niyetine oynayıp bitirebileceğiniz dört bölümden oluşan oyunun esin kaynağı Charlaine Harris'in vampir temalı kitapları. Serinin ilk oyunu olan Dying for Daylight'ta günışığına korkusuzca çıkmayı sağlayacak bir iksirin peşinden koşan genç ve güzel vampir Dahlia ile kentin esrarengiz mekanlarında dolaşırken, yemek hazırlamaktan dövme yapmaya kadar çeşitli bulmacaları da keyifle çözmeniz mümkün. 

Oyunun imlecinden menülerine kadar birçok yerinde kan unsuru zarifçe kullanılmış. İkinci bölümde karşımıza çıkan tiyatronun figür ve çizimleri de şahaneydi. Tinderbell'in gizli odası, Felix'in kimya laboratuvarındaki karışım ve ölü sekreter Dying for Daylight'ın en beğendiğim kısımları oldu. 

Etkileyici müzikleri ve eflatunî görüntüleri ile tavsiye edilesi bir oyun. 





15 Mart 2011 Salı

GÜNEŞİ UYANDIRALIM_Jose Mauro De Vasconcelos

Yayın Evi: Can Yayınları 
Basım Yılı: Ekim 2010 
Sayfa Sayısı: 271 

Şeker Portakalı 'nın devam kitapları olduğunu öğrendiğimde çok heyecanlanmıştım. Sevgili, tatlı, küçük Zeze'nin biraz daha büyüdüğünde hayatında neler olup bittiğini hemen okumak isteyince, listemdeki okunacak tüm kitapları bir tarafa koyup başladım Güneşi Uyandıralım'a. Aslında içimde bir endişe de vardı. Çok sevilen, kalbinizi sarıp sarmalayan romanların üzerine gittiğinizde o tatlı siluetin toz bulutu gibi bir anda çöküverdiğini  bilmez değildim. Öte yandan merakım okumaya zorluyordu beni. Böyle düşüncelerle kitabın ilk birkaç sayfasını geçtim. 

"Güneşi Uyandıralım'ın başında Zeze, evinden ayrılıyor ve başka bir kente, eğitimine yardımcı olmaları için evlatlık verildiği ailenin yanına gidiyor. Tüm sevdiği şeylerden uzağa düşen kahramanımız, minik yüreğini dolduracak yeni düşler kuruyor kendine. Adam ismini verdiği, kalbine yerleşen ve ona yoldaşlık eden kurbağası, geceleri odasına gelerek onu bir baba şefkatiyle saran film artisti Maurice Chevalier ve okuldaki koruyucusu, sevgili öğretmeni Fayolle var artık hayatında. Yine her zamanki gibi ele avuca sığmaz halleriyle, bir sarkaç gibi mutluluk ve mutsuzluk arasında gidip gelen Zeze'nin artık yavaş yavaş büyüyüp adam olması gerekiyor. "

Başından bir miktar okuduktan sonra kitapta çakılıp kaldım ve uzun bir müddet okuyamadım. Sanırım Şeker Portakalı'ndaki safiyâne duygu yoğunluğunun devam etmesini beklediğim için karşılaştığım satırlar beni hayalkırıklığına uğratmıştı. Yeni ailesinin Zeze'ye nasıl davrandığı bile muallakken, tamamen Adam, Maurice ve okul üzerinden yürüyen bir hikayeye dönüşmüştü kitap. Sanki sadece yazılması gerektiği için yazılmış, Şeker Portakalı'nda okuyucunun sevdiklerine benzer motifler sayfalara serpiştirilmiş gibiydi. 

Güneşi Uyandıralım'ı bitirdiğimde bu devam kitabından niçin uzun bir zaman haberdar olmadığımı daha iyi anladım. Okuyacaksanız Şeker Portakalı gibi her satırından ayrı keyif alınabilecek bir kitap olmadığını bilmenizde fayda var diyorum.  



14 Mart 2011 Pazartesi

CENAZEDEN SONRA_Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: Şubat 2009
Sayfa Sayısı: 317

Agatha Christie'leri uzun bir zaman geçtikten sonra tekrar okumanın en hoş tarafı katilin kim olduğunu anımsamamak olsa gerek. Böylece yeni bir merakla romanın son sayfasına kadar ilerliyorsunuz. Yalnız benim için işin kötü tarafı sadece daha önce okuduğumda sevmediğim Christie'leri unutuyor olmam. Cenazeden Sonra da bu şekilde çok fazla aklımda yer etmemiş kitaplardandı. Bu defa okuduğumda da fikrim değişmedi.

Çok zengin yaşlı bir adam olan Richard Abernethie öldüğünde, cenaze merasiminin ardından vasiyetnamenin okunması için akrabaları bir araya gelir. Merhumun kızkardeşi Cora, ağabeyinin bir cinayete kurban gittiğini ima eden sözler sarf eder. Ertesi gün yatağında baltayla öldürülmüş halde bulunan kadının sözlerindeki gizemi çözülmesi için ailenin avukatı Bay Entwhisthle Hercule Poirot'ya başvurur.

Kitabın dedektifi meşhur Hercule Poirot'muz fakat kendisi neredeyse kitap bitmeye yüz tuttuğunda sahne alıyor. Cinayetin pek de inandırıcı olmayan bir açıklaması, katilin Agatha Christie'nin daha önce de bir kaç defa kullandığı bir kamufle yöntemi var.

Cenazeden Sonra, sıkı bir Christie severseniz eksiğiniz kalmasın diye okunabilecek bir kitap. Bunun haricinde klasmanında çok daha iyi alternatifler (Elmayı Yılan Isırdı, Tavuskuşu Cinayeti, Üç Yanlış Üç Ceset v.b.) varken okumasanız çok şey kaybetmezsiniz diyorum.

8 Mart 2011 Salı

AŞK TESADÜFLERİ SEVER [2011]



Seyrettiğim filmin verdiği hisle, anlattığı şeyden daha fazla ilgilendiğimi bilmem daha önce söylemiş miydim? Kurduğu hayal aleminde kaybolup gidebildiğim, bittikten sonra gerçeğe dönmek için bir müddet beklediğim filmleri seviyorum. O süre geçtikten sonra zihnimde eleştirileri dolaşmaya başlasa da büyük bir önem arzetmiyor. “Aşk Tesadüfleri Sever” böyle, önce hoşlanarak pastel bir sisin arkasından gördüğüm, o his dağıldığında ise kusurlarını önemsemediğim bir film oldu benim için.
“Özgür(Mehmet Günsur) ve Deniz’in (Belçim Bilgin) hayatları boyunca birbirine değip uzaklaşan hikayeleri Ankara’da bir hastanede aynı gün doğmalarıyla başlıyor. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarından sonra Deniz, oyunculuk yapmak isteğiyle, Özgür ise kendi fotoğraf stüdyosunu kurmak için İstanbul’a geliyorlar. Bir deneme çekiminden dönerken sokaktaki sergi afişinde kendi çocukluk fotoğrafını gören Deniz, sergiye giderek Özgür’le tanışıyor ve tesadüfler silsilesi halindeki film zamanla geçmişe dönerek yavaş yavaş çözülüyor.”
“Aşk Tesadüfleri Sever”in genel atmosferinden hoşlansam da, anlattığı çocukluktan başlayan aşk hikayesinin sağlam temellere yaslanmadığını ifade etmem lazım. Deniz ve Özgür’ün arasında doğru dürüst bir paylaşım bile yoktu aslında. Karşılıklı konuşur, ağlaşır veya gülüşürlerken iki yabancı gibiydiler. Filmin bu ana hikayesinde daha önce üzerinden defalarca geçildiği için eskimiş aşk sözleri ve hallerini de sıkça görmeniz mümkün.
Öte yandan..