29 Aralık 2010 Çarşamba

POMPEII THE LAST DAY [2003]

Tarih bundan 2000 yıl önceyi gösteriyor. Roma İmparatorluğu hükümranlığındaki Napoli kentinin doğusunda yükselen meşhur Vezüv dağı içinde gizliden gizliye bir öfke biriktirmekte. Dağın eteklerine kurulmuş şehirlerde yaşayan halk yaklaşan tehlikeden bîhaber, -BBC'nin belgeselinde hemen hemen hiç bahsedilmeyen- gayrimeşru sefahat alemleri içinde kendilerini kaybetmiş, pervasız hayatlarına devam etmekteyken..

Gizli yanardağın köpükleşerek havaya püsküren lavları Pompei ve civar şehirlerin üzerine yağmaya başlar, kırksekiz saat içinde beşbinden fazla insan helâk olur. Kimi başına yağan sünger taşları nedeniyle, kimi soludukları zehirli gazın ciğerlerinde çimentolaşması sonucu boğulmak suretiyle can verir ve kül tabakasıyla kaplanan cesetlerin şekilleri günümüze kadar bozulmadan gelir. Napoli Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen bu kalıpların yüzlerinde yaşanan dehşetin apaçık görüldüğü ifade ediliyor.

Pompei'nin Son Günü belgeseli, büyük felaketten yıllar sonra yerin yirmibeş metre altından kazılarak çıkarılan Pompei şehri halkının ölüm şekillerinden ve denizin karşısında, görgü tanığı bir gencin gözlem defterinden yola çıkarak olayın iç yüzünü anlatmaya çalışan kaliteli bir yapım. Tüm titizlenmelerine rağmen olup biteni işlerine geldiği şekilde göstermeleri yönüyle de çok ilginç bir çalışma olmuş. Neyin nasıl olduğuna değinilirken, neden olduğu konusu hiç açılmıyor. Çünkü şimdi, yeryüzünde o dönemde yaşananların çok daha fazlası alenen ifa ediliyor ve bundan bahsetmek kendi kazdıkları kuyuya düşmek olur tabii ki.  :)

Her halukârda, gören göze çok şey anlatan bu belgeseli izlemenizi tavsiye ediyorum.



 

15 Aralık 2010 Çarşamba

AGATHA CHRİSTİE OKUMALARI_3 "Bilinmeyen Hedef"

Yayın Evi: Altın Kitaplar Yayınevi
Basım Yılı: Mart 2010
Sayfa Sayısı: 270

Nihayet Agatha Christie Haftası okumalarının son kitabını bitirdim ve haftayı ciddi bir gecikmeyle de olsa (15 gün kadar) kapatabilmekten mutluyum kendi adıma. Bilinmeyen Hedef'e gelirsek..

Kesinlikle klasik bir Agatha Christie polisiyesi değil. Bir casus hikayesi olarak başlayıp sonuna doğru biraz basit bir şekilde çözülüyor.

Hilary Craven, kızını kaybetmiş ve eşinden ayrılmış genç bir kadındır. Altüst olmuş psikolojisiyle intihar etmeye karar verir ve uyku hapları satın almak için birkaç eczaneye girip çıkar. Bu sırada Gizli Ajan Teşkilatı diyebileceğimiz kişilerin dikkatini çeker ve ona bir teklifte bulunurlar. İngiltere'nin bazı ünlü bilimadamları ve dahileri tek tek ortadan kaybolmaktadır. Bu bilimadamlarından birinin karısı, eşini bulmak üzere İngiltere'den ayrılmış, bindiği uçak kaza geçirmiştir ve ölüm döşeğindedir. Hilary'den fiziksel olarak çok benzediği bu kadının yerine geçmesi istenir. Genç kadının yardımıyla esrarengiz kaybolma olaylarının arkasında yatan sır açığa çıkacaktır.

Bilinmeyen Hedef, Agatha Teyze'mizin neden yazdığına çok da anlam veremediğim deneysel kitaplarından biri. Onun klasik tarzına alışık olan okuyucuları için ciddi bir hayalkırıklığı denilebilir. Kısaca Christie okuyacaksanız çok daha iyi alternatifleriniz var diyorum.

.
.

8 Aralık 2010 Çarşamba

AV MEVSİMİ [2010]


 Tam kıvamında.. Bir film ancak bu kadar dürüst ve kıvamında olabilir. Şöyle ki; fragmanını izlediğimde koyu karanlık atmosferi ve müzikleriyle açığa çıkan gerilimi tüylerimi diken diken etmiş, güzel bir filmin yaklaşmakta olduğunu haber vermişti. Şimdi izledikten sonra onda bulduğumun tam da tanıtımında vadedilen dramatik polisiye olduğunu söyleyebilirim. 

Şehirden uzak, ıssız bir orman gölünde kesik bir kol bulunur. Cinayet masasının deneyimli polislerinden "Avcı" lakaplı Ferman (Şener Şen), onun gözüpek yardımcısı, oğlu gibi gördüğü "Deli" İdris (Cem Yılmaz) ve ekibe yeni katılan "Çömez" Hasan (Okan Yalabık) olayı araştırmaya başlarlar. Pamuk isimli genç bir kızın öldürüldüğü ortaya çıkar, olayın faili kızın sevgilisi "Asit" lakaplı Ömer (Rıza Kocaoğlu) gibi görünmektedir. Soruşturma sırasında kızın Adanalı zengin bir işadamı, Battal Çolakzade (Çetin Tekindor) ile evli olduğu öğrenilir ve "Av Mevsimi" ilerler..  

Filmin en büyük handikapı seyircinin kolaylıkla çözebileceği bir kurguya sahip oluşu denilebilir, eğer karakter odaklı bir hikaye görmeyi beklemiyorsanız tabii. Karakterlere gelince..



7 Aralık 2010 Salı

AGATHA CHRİSTİE OKUMALARI_2 "Kanatların Çağrısı"

Yayın Evi: Altın Kitaplar Yayınevi
Basım Yılı: Şubat 2006
Sayfa Sayısı: 208

Agatha Christie'nin -sevgili Bay Quin'ini içerenler haricinde- hikayelerini, yazdığı harikulâde polisiye romanlar kadar dikkate almıyordum. Şimdiye kadar okuduğum hikaye kitaplarında en fazla bir yada iki hikayeyi beğenmiş, çoğundan sıkılmıştım  ancak Kanatların Çağrısı'nı okuyunca bu fikrimin değiştiğini söylemeliyim.

Agatha Teyze'miz bu kitapta Edgar Allen Poe'vari bir tutumla kaleme aldığı, tüyler ürpertici doğaüstü hikayelerini bir araya toplamış. Klasik kurgularındaki mantık, düzen v.s. unsurları barındıran eserler değil bunlar fakat her biri farklı şekilde insanı dehşete düşürmeyi başarıyor. Herhalde yazarın burada olduğundan daha ruhâni diyebileceğimiz başka bir kitabı yok.

İlk hikaye Kanatların Çağrısı'yla başlıyor madde dışı âleme olan yolculuğumuz. Çok zengin bir adamın iç dünyasına açılan  pencereden gördükleri ve duyduklarının ardından değişen hayatına dair enteresan bir hikaye bu. Tam bir tür hikayesi, öyle ki bu tarzı sevmiyorsanız tahammül etmeniz güç olabilir. Çok yavaş ilerlerken hiç bir şey olmuyor gibi görünüyor ancak arkaplandaki ipuçlarını yakalamaya başladığınızda yazından müthiş bir haz alıyorsunuz.

Kırmızı Işık, Christie'nin hayli bilinen hikayelerinden. Bir tehlike önsezisi üzerine kurulmuş. Yazarın doğaüstünü normalle açıklama çabaları da mevcut bu ve bundan başka birkaç hikayesinde ki, onları da inandırıcı buluyorum. Kırmızı Işık'taki ters köşe kurgusu da ayrıca başarılı tabii. Herhangi bir yanıltmacaya başvurmadan durumu gözünüzün önüne seriyor ama  başka bir yönden baktığınız için gerçeği göremiyorsunuz.

Kişilik bölünmeleri, çocuk hayaletleri, tekinsiz evler, ruhsal dönüşümler, doğaüstü işaretler diğer hikayelerin içinde cirit atarken, bazıları polisiye kraliçemizin mizah anlayışından da nasibini alıyor. Mavi Kâsenin Esrarı böyle bir hikaye. Radyo yine anormal-bilimsel bağlantısını güzelce kurduğu öykülerinden. Son Seans, kitabın en trajik bir o kadar da iddialı ve dehşetengiz hikayesi.

Hemen hemen hepsini beğeniyorum ama 12 hikayenin içinde beni en çok etkileyen Garip Sir Arthur Carmichael Olayı oldu. Adının böyle uzun ve sıradan olmamasını tercih ederdim tabii, mesela Dumanlı Kedinin Esrârı çok daha yakışan bir ad olurdu kendisine. Fakat aniden deliren genç bir adamın, üvey annesi ve nişanlısıyla yaşadığı evde olanlar hakikaten çok enteresan. Kelimeleri seçe seçe yerine oturtarak sonunu da çok güzel bağlamış Agatha Christie.

Dame Agatha'nın hikayelerindeki sukûneti, karakterlerindeki hüznü anlatışını çok seviyorum. Aslında uzun uzun üzerinde durmaz ama birkaç kelimeyle çizdiği, derme çatma, tamamlanmamış görünen bir Japon resmi gibi içinize dokunur söyledikleri.  Kanatların Çağrısı bu açıdan da  beni fetheden bir kitap.

Polisiye üzerine yazdıklarını unutarak, bambaşka hikayeler okuyacağınızı bilerek mutlaka okuyun diyorum.
.
.

6 Aralık 2010 Pazartesi

AGATHA CHRİSTİE OKUMALARI_1 "Kader Kapısı"

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı:: Eylül 2009
Sayfa Sayısı: 256

Şam kentinin dört büyük kapısı vardır...
Kader Kapısı, Çöl Geçidi,
Felaket Mağarası, Korku Kalesi...
Ey kervan, oralardan geçme,
Ya da şarkı söyleyerek geçmekten sakın.
O sessizliği duydun mu?
Kuşların ölmüş olduğunu,
Ama yine de bir şeyin kuş gibi cıvıldadığı o sessizliği...

Şamın Kapıları / James Elroy Flecker

Agatha Christie Haftası'na Kader Kapısı'nı okuyarak başladım. Bu, Agatha'nın (ölümünden sonra yayınlanması için yazdıkları hariç) basılan son romanı ve hayli nostaljik denilebilecek tadlar taşıyan bir kitap. Sanki yazar sadece kendi keyfi için bir şeyler yazmış gibi uzun uzun kitaplık düzenlemelerinden, çocukluğunda okuduğu kitaplardan ve oyuncaklarından bahsediyor. Bu haliyle başlarda çok sıcak geldi bana ve yıllar önce okuduğumda niye beğenmemiştim acaba diye düşünmeye başladım.

Kader Kapısı'ndan aklımda sadece Tommy ve Tuppence'ın emekli olduktan sonra satın alıp yerleştikleri kır köşkünde "Kara Ok" adında bir çocuk kitabının içerisine gizlenmiş şifreyi farketmeleri ve bunu çözmeye çalışmaları kalmıştı. Kitap ilerledikçe başta keyif veren uzun anlatımlar ve tasvirler beni hafiften boğmaya başladı. Açıkçası Agatha Teyze'mizin yaşlılığında pek de kural tanımadan yazdığı Kader Kapısı geçmiş ve gelecek arasında çok zayıf bağlantılara sahip. Olay tam çözülecek derken aynı bilgi ve ipuçlarıyla yeniden karşılaşıyorsunuz. Yine bu mazideki cinayet(ler)den dolayı Tommy ve Tuppence için tehlikeler oluşması ve yeni cinayetler işlenmesi de mantıklı gerekçeler içermiyor. Gizli yerler, gizli toplantılar, gizli gruplar ajanlar.. Herşey öylesine gizli (!) ki polisiye romanların kraliçesi bile bu gizemi çözemiyor okuyucusu için :)

Velhasıl Kader Kapısı elimde günlerce sürünse de, sonunda bitirerek kitabın niçin Agatha Christie favori listemde bulunmadığını bir kere daha hatırlamış oldum.
.
.

3 Aralık 2010 Cuma

DREAM DAY "True Love" [Aralık 2010]

Dream Day serisinin yedinci oyunu True Love, Married in Manhattan veya Bella İtalia kadar ayrıntılı ve iddialı olmasa da yine çizimlerini beğendiğim bir oyun olarak listemde yerini aldı. Genellikle düğün organizatörü olarak oynadığımız serinin bu oyununda 50. evlilik yıldönümlerini kutlamaya hazırlanan bir çift için parti düzenlemek hedefimiz. Bu arada davet için ev süslemekten tutun da mutfağa girip krep yapmaya kadar her ayrıntıyla ilgileniyoruz. Dream Day'in en sevdiğim taraflarından biri de bu zaten; hemen hemen her oyunda rengarenk çiçek düzenlemeleri ve pasta süslemeleri yapmak, aydınlık ve ferah odalar dekore etmek. Mini oyunlar ve saklı obje sahneleri de işin cabası.  İçinizi açıcak ve göz zevkinizi okşayacak kaliteli bir oyun istiyorsanız Dream Day "True Love"ın sizi hayal kırıklığına uğratmayacağından emin olabilirsiniz.