18 Ocak 2021 Pazartesi

GURUR VE ÖNYARGI Jane Austen

Yayın Evi: Yabancı Yayınları
Basım Yılı: 2020
Sayfa Sayısı: 456

Yine defterlerimi elden geçirirken farkettim ki, bugüne kadar Gece Kütüphanesi'nde hiçbir Jane Austen romanından bahsetmemişim. Bunun sebebi yazarın kitaplarını okuduğum yıllarda blog yerine defter tutuyor olmamdı tabii. 

Gurur ve Önyargı'yı okurken ara verip defterime birşeyler yazmışım. Şimdi okuduğumda, kitap ile ilgili cümlelerimi biraz dağınık, heyecanlı ve çocuksu bulsam da, çok sevdiğim bu ıssız kütüphanemde bulunsunlar istedim. 

O zamanlar hangi baskıdan okuduğumu maalesef hatırlamıyorum ama geçenlerde Yabancı Yayınları'nın (soldaki) şahane ciltli baskısını edindim, yakın zamanda yeniden okumak niyetindeyim, çevirisiyle hayal kırıklığına uğratmamasını ümit ediyorum. 



Eylül 2003

Şu vakte kadar Jane Austen'ı okumamakla yazık etmişim. Çok kolay okunan akıcı dili, ilginç roman karakterleri, psikolojik tahlilleri filan hayli eğlenceli.  Bir Katherine Mansfield değil tabi, onun kalemi kadar edebi zevk veriyor diyemem, o derin ve manalı hal yok ama zeki bir kadın ve günlük hayatta karşılaştığımız tipleri, halleri ve insan ilişkilerini karikatürize etmede çok başarılı. 

Bu, Jane Austen'ın okuduğum ikinci kitabı, filmini seyrettiğim Mansfield Park'ı saymazsak Aşk ve Gurur, Emma'dan çok daha güzel ve seçkin bir roman. Gerçi ana hatlar çok benzer. Zeki, meraklı, hoş bir genç kız ve zor (ayrıca soylu!) bir adamın çevresinde gelişen olaylar. Bu zihni berrak kızcağız çevresinde olup bitenlerin öyle çok ayırdında ki kendi hislerinin farkına varmaya fırsat bulamıyor. Emma da öyleydi, bu arkadaşlar kitabın sonuna kadar kör kör geziyorlar sonra birden ilham geliyor 'Aaa ben de birini seviyormuşum,' diye şaşırıyorlar. Bu Jane Austen'ın kızları pürüzsüz çizme eğilimi herhalde. Aklı başında olacaklar ya, öyle gerekmedikçe hislerine filan kapılmıyorlar, her daim Elizabeth'in ablası Jane gibi serinkanlı davranıyorlar. Yazarımıza göre böylesi makbul olacak ki seçip sevdiği kadın kahramanlarının böyle davranmasını hayal etmiş. 

Diğer baş kahramanımız Darcy nezdinde ise başka bir konuya değineceğim. Efendim bu zat Elizabeth'e kıyasla daha köklü bir aileden ve zengin, gel gelelim bu ihtişamlı durumunu gönlü dinlemeyince romanımızın gözbebeği, meziyetli kızımız Eliza'ya aşık oluyor. Buraya kadar sorun yok ama iş Darcy'nin bu hislerini açıklamasına geldiğinde, işte o kısma sinir oldum. Kibarca 'ukala dümbeleği' diye nitelendirmek istediğim bu genç ve yakışıklı(!) adam bir iki kıytırık sevgi cümlesinden daha doğrusu çok uğraşmasına rağmen hislerinin bu yönde gelişmesine engel olamadığını söyledikten sonra başlıyor kızın kendisinden ne denli farklı bir ortamı olduğunu anlatmaya, akrabalarını aşağılamaya. Öyle uygunsuz ki bu yaptığı, güya seviyor, sevdiğini dile getiriyor. Bence bir çuval inciri berbat ediyor ya, Elizabeth başka olaylar yüzünden duyduğu kini olmasa ‘kendisini sevmiş' diye sevinçten uçacak. Hem yazar, hem de kız hayran hayran bakıyorlar adama ve hoş görüyorlar. Yani büyüklenmeye ve ilan-ı aşk ederken kendi toplumsal mevkîni karşısındakinin gözüne sokmaya hakkı varmış gibi bir hava esiyor kitapta. 

Jane Austen’ın kahramanlarla dilediği gibi oynarken bazen aşırıya kaçtığı düşünüyorum, bu hal özellikle Darcy üzerinde fazla sırıtıyor. Önce alabildiğine kötü gösterdiği adamı kısa bir müddet sonra (mazeretlerini açıklar tarzda) son derece iyi vasıflara sokması da hiç inandırıcı gelmiyor. Darcy önceleri kendini beğenmişliğin doruklarındayken, bir anda güya aşkın etkisiyle kuzu mu oluverdi? Bir de kâhyası bir iki sözle olumlu portresini çizince olay tersine döndü mü? Gerçi Darcy gibi yabani tiplere kibirli damgası çok çabuk vurulur. Denildiği gibi toplum içinde soğuk ve mesafeli duran biri dostlarının yanındayken bambaşka olabilir. Ama çekindiği için soğuk davranmakla kırıcı ve kaba olmak ayrı şeyler. Aynı şekilde açık sözlü ve dürüst olmakla, patavatsız olmak da aynı şey değil. Jane Austen, onu bir uçtan öbür uca göndermese daha inandırıcı olabilirmiş. Çok kötüyken -öyle görünürken- aniden çok iyi olmasıyla karakteri havada kalıyor. İyiye yönelebilir ama nasıl bir anda 'çok iyi' olacak? O zaman abartı geliyor yazılanlar ve  roman gerçeği yakınlığını yitiriyor. Siyah-beyaz yanılgısı o dönemin birçok romanında olduğu gibi bu kitapta da mevcut. 

Elizabeth'e dönersek bu kızcağız da maalesef yeterli derecede iyi çizilmemiş. Basitlikleri çok göze batıyor. O denli aklı başında ise bunları yapmaz diyorsun. Yazarın baş kahraman olarak seçtiği kızlar sert mizaçlı, kendilerini çabuk koyvermiyorlar, hislerine mesafeli duruyorlar onu anlıyoruz ama mesela Elizabeth Pemberley'e, sevdiği adamın kızkardeşi Georgiana Darcy'e iade-i ziyarete gittiğinde; kızla otururken, Darcy'le aralarında geçen onca sergüzeşte rağmen, onun yanlarına gelmesini isteyip istemediğini bilmiyor, hala son derece belirsiz haller içinde. Darcy denilen adamın da aniden gururunu unutması, kızın peşinde deli divane olması, kız kardeşini Eliza‘nın yanına -ayağına- getirmesi pek akla yatkın değil. Sınıf farkı hissiyatına ne oldu? Gurur ve Önyargı ismine paralel olarak Darcy'cik pek çabuk vazgeçti gururundan. Elizabeth de direnemedi yavrucak, önyargılarından yavaş yavaş sıyrılıyor, yakında bir araya gelecekler herhalde. Yazar öyle tahayyül etmiş deyip geçiyoruz.

Bir de Jane var, daha önce bahsettiğim. Romanın iyi kalpli, saf yardımcı kadın kahramanı. Herkes hakkında mütemadiyen olumlu düşünüp, apaçık ortada olan kötülükleri bile gözardı ediyor. Böyle tipler bu denli net çizgilerle olmasa da gerçek hayatta da mevcut. 

Elizabeth'ın babası Mr. Bennet'in de, annesini tabiri caizse 'tongaya düşürme'leri çok hoşuma gitti. Kadın merak ve endişeden kıvranırken adam sakin sakin onu seyrediyor, aynı fikirdeymiş gibi davranıp, aniden gerçek düşüncesini açıklayarak Mrs. Bennet denilen budala tipi şoka sokuyor. Gerçi biraz evvel okuduğum bölümde babasının davranışlarını Elizabeth'in onaylamadığı yolunda açıklamalar vardı. Yazar bir erkeğin çocuklarının yanında karısı ile alay etmemesi gerektiğini belirtmeyi ihmal etmemiş. 

Sanki hep eleştirmişim, kitabı beğenmemişim gibi yazdım ama aslında öyle değil. Çok hoş yerleri var. Mesela 'Kafası öyle dopdoluydu ki, bir an evvel yalnız kalıp düşünmeye can atıyordu.' gibi bir cümle geçmişti. Yoğun düşünce akışına sahip kimselerin sık sık duyduğu o his.. 'Yalnız kalmalı, olanları düşünmeli ve yazmalıyım…' O dalgınlık halini övgüyle anlatmış. İnsan yazdığı romana kendi hayatından çok şey katıyor, Jane Austen'ın da bunu sık sık hissettiği belli. 

Çok tatlı bulduğum taraflarından biri de; kitapta geçen klasik genç kız düşünceleri. Elizabeth, Pemberley malikanesini ilk gördüğünde, o yakınlarda kalırken aklının sürekli o eve kayması… Yengesinin Darcy hakkında ne düşündüğünü merak etmesi filan..

Jane Austen'ı okurken bazı bölümleri ve bazı cümleleri çok tanıdık geldi bana,  Agatha Christie'yi, Charles Dickens'ı filan anımsatıyor. İngiliz kültürünü yansıtış tarzları benziyor, herhalde ondan olacak. Bu kitaptaki bol kız kardeşli ailenin yaşantısındaki bazı tatlar da Louisa May Alcott'un Küçük Kadınlar'ını çağrıştırıyordu. 

Yazarın hayatı boyunca taşrada, aynı çevrede yaşamasına karşın çok iyi kitaplar yazabildiğini savunuyorlar ama aslında bu dar çevre ve kısıtlılık yazdıklarına yansımış, sığ kalmış bazı yönleri. Kişilik tespitleri çok kuvvetli ama bu derinlik değil dedikodumsu bir eğlence vermiş kitaplarına. 

Jane Austen'ın bu en meşhur romanı hakkında söylemek istediklerimi sıralarken, inişli çıkışlı bir eleştiri yazısı gibi olduysa da genel olarak beğendim kitabı, okumaya değer, sürükleyici ve sevimli bir roman diye düşünüyorum. 

4 yorum :

  1. Şu sıralar Gurur ve Önyargı'yı okuyorum :) Çok erken yaşlarda okuduğum klasikleri ara ara tekrar okuyorum. Sevimli bir roman sahiden.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten benim de okumam lazım ☺️ Beğenir miyim merak ediyorum. Aynı hissi verdi mi size?

      Sil
  2. şahane yazmışsın Biblio'cum bayıldım eline sağlık, Being Jane'i izlemiş miydin?çok severim, yazarın romanları tadında hayatı:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim canım, başroldeki kadını hiç sevmesem de izlemiştim, şirin bir filmdi diye hatırlıyorum, mekanlar çok güzeldi 😍

      Sil

Burası sukûnetin hakim olduğu, tenha bir kütüphane. İçinden geçenleri fısılda ki orada olduğunu bileyim.