Basım Yılı: 2018
Sayfa Sayısı: 97
Ağaçlar, Hermann Hesse'in çeşitli kitaplarında geçen, ağaç, tabiat, bitkiler, çiçekler v.b. üzerine yazdıklarından pasajlar ve yine aynı konular üzerine birkaç şiirinden oluşuyor. Kitabın bir kısım sayfaları ise yeşil ağaç, yaprak ve bitki illüstrasyonlarıyla süslenmiş fakat kime ait oldukları maalesef belirtilmemiş.
Bazı bölüm başlıkları ve şiir isimleri: Yaşlı Mor Kayın, Çiçekli Dal, Bahar Gecesi, Kestane Ağaçları, Rüya, Şeftali Ağacı, Huş Ağacı, Kestane Ormanında Mayıs, Karaormanlar, İhlamur Çiçekleri, Yaşlı Bir Ağaca Ağıt, Rüzgârlı Gece, Küçük Patika, Eski Bir Çiftlik Evinde Yaz Öğlesi, Eylülde Ağıt, Budanmış Meşe, Kırık Bir Dalın Gıcırtısı..
Sadece bu kelimelerden bile nasıl pastoral, romantik bir kitap olduğu anlaşılıyor zaten. Hesse'in zarâfetiyle cümleler yer yer devinen, bazen sakinleşen bir ırmak gibi akıyor.
Sonra da o harikulâde akşam saatleri başlardı. Pencerenin derinliğinde tek başıma oturur, yaz gecesini, hafiften bunaltıcı sıcağın ve kestane ağacının iri mumları andıran beyaz çiçeklerinin soluk, hayaletimsi parıltısının ne kadar güzel olduğunu hissederdim. Ve karanlıkta, iri kestane ağaçlarının altında sevgililerin birbirlerine sokularak yavaş yavaş gezindiğini kaygı ve kederle görür, gülümü gömleğimin iliğinden üzgün üzgün çıkarır, pencereden dışarıya, arabaların, lokanta müşterilerinin ve sevgililerin geçtiği hafif tozlu, beyaz beyaz parlayan yola atardım. [sf 34]
Gezginde tüm hazların en hası, en incesi vardır, zira sevinci tadarken geçici olduğunu da bilir. Her çeşmeden içememesi umrunda değildir onun, bolluğa alışkındır zaten; kaybettiklerinin peşinden uzun uzun bakmaz, sevdiği her yere köksalmayı da arzulamaz. [sf 53]
Yalnız yaşıyorum; ufak tefek, gündelik ilişkilerde insanların yerine giderek eşyaları aldı haliyle. Yürüyüşe çıktığım baston, sütümü içtiğim fincan, masanın üzerindeki uzun vazo, meyve kâsesi, küllük, yeşil başlıklı ayaklı abajur, duvardaki resimler ve en önemlisi de, küçük evimin duvarlarını kaplayan kitaplar, uyurken, uyanırken, yemek yerken, çalışırken, iyi günde, kötü günde hep yanımdalar; çok yakından tanıdığım bu simalar yurdumda ve evimde olduğuma dair o hoş yanılsama duygusunu uyandırıyor bende. [sf 57]
Güzeldir çalışma odam, elimden alınması felaketim olurdu. Ama onun en iyi tarafı, küçük balkona açılmasıdır. Balkondan, koyları, dağları ve köyleriyle, yakın ve uzak düzinelerce köyleriyle Lugano Gölü'nü ta San Mamette'e kadar görmekle kalmam, yaşlı saygıdeğer ağaçların rüzgâr ve yağmurda salındığı, dar ve dik yokuşlu taraçalarda güzel, ulu palmiyelerin, gümrah kamelyaların, ormangüllerinin, manolyaların yükseldiği, porsukağacı, mor kayın, Hint söğüdü, ve her daim yeşil yaz manolyasının büyüdüğü eski, ıssız ve büyülü bahçeye de bakarım, ki benim için en güzeli budur. Penceremden görünen bu manzara, bu taraçalar, bu çalılık ve ağaçlar, odalardan ve eşyalardan daha çok aittir bana ve hayatıma, benim asıl arkadaş çevrem, asıl yakınlarım onlardır; ben onlarla yaşarım, yanımda onlar durur, onlara güvenirim. Ve bu bahçeye bakışım, bir yabancının büyülenmiş ya da umursamaz bakışının verdiğinden çok daha fazlasını verir bana, zira yıllardır günün ve gecenin her saatinde içli dışlıyımdır bu görüntüyle, her ağacın yaprağının, çiçeği ve meyvesinin oluş ve yok oluş evresini çok iyi bilirim, her biri dosttur bana, sadece ve sadece benim bildiğim sırlarını bilirim her birinin. Bu ağaçlardan birini kaybetmek bir dostu kaybetmek demektir benim için (…)
İlkbaharda bir dönem gelir, kamelya çiçekleriyle yakıcı bir kızıla keser bahçe, yazın da palmiyeler çiçek açar ve ağaçların tepesine kadar tırmanır mavi visteryalar. Fakat Hint söğüdü, ufaklığına rağmen kadim bir ağaçmış gibi görünen ve yılın yarısında üşüyormuşa benzeyen küçük, ecnebi Hint söğüdü, ancak yılın geç bir vaktinde cesaret eder yapraklarını çıkarmaya ve ancak Ağustos'un sonuna doğru çiçek açar.
Ama tüm bu ağaçların en güzeli artık yok, birkaç gün önce fırtınada kırıldı. Yerde yattığını görüyorum, henüz alıp götürmemişler, kırılmış ve parçalanmış gövdesi ile yerde yatan bu ağır, yaşlı devin bir zamanlar yükseldiği yerde, ötelerdeki kestane ormanının ve şimdiye kadar görünmez kalan birkaç kulübenin seçildiği büyük, geniş bir boşluk var şimdi.
O bir erguvan ağacıydı. (...) Bahçenin en güzel ağacıydı o ve yıllar önce burada bu evi kiralamamın nedeni de oydu. [sf 58]
Aşağıya bakınca Klingsor'un bahçesi ile karşılaşmıştım; bahçenin tam ortasında açık pembe çiçekler açmış dev bir ağaç parıldıyordu, ağacın adını sormuştum hemen, işe bakın ki, erguvan ağacıydı; ozamandan beri her yıl çiçek açtı, mezaryongiller gibi dalın kabuğuna yapışık milyonlarca çiçek verdi; çiçeklenmesi dört ilâ altı hafta sürerdi, ancak ondan sonra açık yeşil yapraklar verir, bu açık yeşil yapraklar arasındansa öbek öbek, koyu erguvan rengi gizemli tohum kapsülleri sarkardı. [sf 60]
Hemen yanı başlarında otlar, cılız, kısacık, kuru otlar büyür, üst tarafını kestanelerin gölgelediği, alt tarafına güneşin vurduğu dik bir de çayır vardır ve bu küçük, kurak, çoğu zaman tozlu çayırda baharın ilk günlerinde görülecek güzel şeyler olur hep, zira incecik, küçücük yüzbinlerce beyaz çiğdem çayırın yuvarlak sırtından aşağıya gümüşi bir kürk gibi, çok hafif ak zerreler ya da küf gibi yayılır. [sf 70]
Her çiçek meyve olmak ister,
Her sabahın arzusu akşamdır,
Her şey fanidir bu dünyada,
Değişimden, kaçıştan başka.
Her sabahın arzusu akşamdır,
Her şey fanidir bu dünyada,
Değişimden, kaçıştan başka.
En güzel yaz bile ister hissetmeyi,
sonbaharı ve solduğunu.
Sessizce dur, yaprak, sabırla dur,
Kaçırmak isterse rüzgar seni.
Oyna oyunlarını, savunma kendini,
Bırak olsun ne olacaksa.
Bırak, seni kıran rüzgarın esintisi,
Uçursun seni yuvana. [sf 90]
Küvetin kenarında, pencereden esip gelmiş solgun bir yaprak, adı aklıma gelmeyen bir ağacın yaprağı duruyor; ona bakıyorum, damarlarını okuyorum, karşısında ürperdiğimiz ama onsuz hiçbir güzelliğin olamayacağı o tuhaf fâniliği soluyorum. Güzelliğin ve ölümün, hazzın ve fâniliğin birbirine bu kadar muhtaç, bu kadar bağlı olması ne harika! [sf 91]
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Burası sukûnetin hakim olduğu, tenha bir kütüphane. İçinden geçenleri fısılda ki orada olduğunu bileyim.