Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
Basım Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 160
Kuyucaklı Yusuf'u okuduktan sonra Sabahattin Ali'nin yazdıklarına ilgim azalmıştı. Bir vesile ile önüme çıkmadıkça alıp okumayacağım demiştim, öyle de oldu. Bir arkadaşım kitabı okuyacaktı, nedense önce bana getirdi, 'Sen okuduktan sonra bakarım.' dedim, okumuş beğenmiş, ardından okudum. Okudum değil de bir nefeste içtim demem lazım.
Almanya'ya, bir sabun fabrikasına staj yapmaya giden Raif Efendi, bir sanat galerisinde kendisini çok etkileyen bir resim görür. Kürk Mantolu Madonna ismi verilmiş bu resmi, her gün galeriye giderek saatlerce seyreder, resimdeki kadını düşünür ve bir akşam sokakta onu karşısında bulur..
Genel beğeninin iyi kitaplara yönelimi maalesef çok nadirdir. Kürk Mantolu Madonna, kelimenin tam manasıyla bir istisna. Gayet Avrupai tarzda, modern bir roman. Bunu batı hayranlığıyla söylemiyorum, önce kısa ve öz söylemi, ardından nazmı tercih eden Türkler için roman biçimi sonradan benimsenmiş bir tür, bu sebeple iyi örnekler çok fazla değil. Diğer taraftan çok başarılı Fransız, İngiliz ve Rus romanları var. Sabahattin Ali'nin böyle sağlam klasiklerle yarışabilecek, gayet derin ve güzel bir hikayeyi, iyi bir kurguyla anlatan kitabı, bu açıdan da beni şaşırttı. Yazarın edebi ruhu, o güzelim Türkçesiyle romana akmış, tek satırı bile fazla olmayan bu şahane eseri ortaya çıkarmış.
Her birimizin içine gizlenebilecek, iyi ve karanlık düşünceleri, hisleri tadına doyulmaz nefasetteki diliyle, son derece temiz ve açık bir şekilde anlattığı için insana bu kadar dokunuyor bu kitap, zannediyorum. Sobelenmek şaşırtıyor ama hoşumuza da gidiyor aynı zamanda çünkü bu, yazarla bizim aramızda.
Öte taraftan hâlâ
Kuyucaklı Yusuf ile bu kitabı yazan adamın aynı kişi olduğuna inanamıyorum. Aynı uslûp evet ama, Yusuf'un hikayesi ne kadar muğlaksa, Raif Efendi'ninki o kadar sarih ve derin aynı zamanda. Bu Sabahattin Ali, çok daha önceleri hikayelerini ve şiirlerini okurken heyecanlandığım, kendi dilimde okumaktan gurur duyduğum kişi olmalı. Onunla tekrar karşılaşmak çok güzeldi.
Hayatta yalnız
kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? Bütün yakınlaşmalar,
bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak muayyen bir hadde kadar
birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde
hatalarını anlayınca, yeislerinden herşeyi bırakıp kaçarlar. Halbuki
mümkün olanla kanaat etseler, hayallerindekini hakikat zannetmekten
vazgeçseler bu böyle olmaz. Herkes tabii olanı kabul ederse, ortada ne
hayal sükutu, ne inkisar kalır... Bu halimizle hepimiz acınmaya layıkız;
ama kendi kendimize acımalıyız. Başkasına merhamet etmek, ondan daha
kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de
başkasını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur." [sf 93]