10 Temmuz 2013 Çarşamba

DELİ KIZIN TÜRKÜSÜ _ Gülten Akın

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
Basım Yılı: Şubat 2012
Sayfa Sayısı: 105

Gülten Akın'la yıpranmış bir telefon kartı üzerindeki Seni Sevdim şiirinden bir parçayla tanışmıştım. Sonraları çok sevdiğim Deli Kızın Türküsü'nün sözlerinin de ona ait olduğunu öğrendim. Geçtiğimiz sonbaharda kitabını aldım, okudum nihayet..

Onun şiiri, geleneksel şiir lezzetinin günümüz Türkçesiyle yoğrulmuş hali gibi. Modern şiir denilen saçmalıklar silsilesi gibi değil, anlamlı ama aynı zamanda sade, duru bir dile sahip. 

Kitapta 14 şiiri seçmiş-işaretlemişim, hayli yüksek bir rakam bu benim için. Gülten Akın'ın diğer şiir kitaplarını da en kısa sürede okumak istiyorum. 

  

Uzun Yağmurlardan Sonra

Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma

Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün
Bir yer sızlar yanar içimde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürse beni unutma

Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma.


2 Temmuz 2013 Salı

İSTANBUL'DA BİR MERHAMET HAFTASI _ Murat Gülsoy

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: Mayıs 2010
Sayfa Sayısı: 256

Kitaplar üzerine cümleler kurarken, Gece Kütüphanesi'nin ne okuduğumu görmemden öte bir işlevi  de olduğunu unutmamaya çalışarak, herhangi bir yerde bu kitabı görmüş, merak etmiş ama içeriği hakkında arka kapak yazısından başka bilgi bulamamış bir okuyucu için fikir olabilecek birşeyler yazmaya gayret ediyorum. Bazı kitaplar için bu biraz zor.

İstanbul'da Bir Merhamet Haftası, yazar-anlatıcının 7 resmi, 7 kişiye, 7 ayrı günde göndererek tasvir etmelerini istemesi üzerine, bu kişilerin yazdıkları yorumlardan oluşuyor. Konuyu oluşturan 7 gravür, Max Ernst'in Merhamet Haftası kitabından alınmış.

Farklı kişilerin aynı resmi yorumlaması, ilk bakışta ilgi uyandırıcı bir fikir. Kitapta kişilerin anlatımları gerçekten birbirinden farklı olacak şekilde yazılmasını da başarılı buluyorum. Ancak hikayeler artık kullanılmaktan eprimiş konulardan oluşuyor. Kitapta ne edebi bir zevk, ne de ilginç olabilecek bir hikaye buldum.Altını çizdiğim tek yer ise Laurence Stern'den yapılan bir alıntıydı:

Yazı gerektiği gibi yazıldığında (yani benim yazdığım gibi yazıldığında) karşılıklı söyleşiden başka bir şey değildir. Nasıl dostlarınızla birlikteyken hep siz konuşmazsınız, iyi aileden, edepli bir yazar da hep kendi düşüncelerini öne sürmez.Okurun idrakina gösterebileceğimiz en gerçek saygı, bunu dostça ortadan ikiye bölmek ve ona da, sırası geldiğinde, kendi hayal edebileceği bir şeyler bırakmaktır.

(Tristram Shandy, Beyefendinin Hayatı ve Görüşleri, 1759)



1 Temmuz 2013 Pazartesi

PULBİBER MAHALLESİ _ Didem Madak

Yayın Evi: Metis Yayınları
Basım Yılı: Kasım 2012
Sayfa Sayısı: 113

Bir şiir kitabı nasıl anlatılabilir? İyi şiirin verdiği o tarifsiz edebi his, içini minik minik doğrayan veya aniden açıveren bir sevince bulayan.. Şiir nasıl sevilmez ki? Pulbiber Mahallesi, Didem Madak'ın son kitabı. Bu yazıyla beraber şairin Gece Kütüphanesi'ndeki yeri tamamlanıyor.

'Dokunsalar dağılırdı iyi pişmiş kurabiyeler gibi kalbimiz'

Pulbiber Mahallesini Tanıyalım'dan..

'Rüyamda bilmediğim bir yazıyı okuyup anlayarak
Ne anladıysam sonra ağlayarak..'
'Sahibini görmediği sesleri şiir sanır insan.' 

Karşılıksız Hayat'tan..

'Başka biri oluyordu,
Erimiş merdivenlerde oturan başka biri
Bu başka biri kulaktan kulağa oynuyordu hayatımla
Ya da sessiz sinema
Uzun zaman valizleriyle yaşamıştı.
Toplamış tekrar yerleştirmiş tekrar boşaltmış
Hiçbir yere sığmayan dizeler buruşmuştu valizlerde
Eşyaları toplarken ağlamalıydı.
Toplanırken ağlamalıydı eşyalar da
En çok şiirlerde ağlardı eşyalar.
Eski sandalyeler en iyi şiirde gıcırdardı'

Kaza Anılar'dan..

'İyilik dolu akşamlarım olsun istemiştim.
Başım bir kristal avizeye çarpmış gibi şıngırdasın
Şimdi bazı akşamlar kırmızı çiçekli başımı
İşten yeni dönmüş yorgun yastığımla karıştırıyorum.'

Viraj'dan..

Didem Madak Tüm Kitapları:

Grapon Kağıtları
Âhlar Ağacı
Pulbiber Mahallesi

16 Haziran 2013 Pazar

BÜTÜN GÜNCELERİ _ Sylvia Plath

Yayın Evi: Oğlak Yayınları
Basım Yılı: 2000
Sayfa Sayısı: 438

Kitabı alalı 7 sene olmuş ama ilk başladığımda yarısından fazlasını okuyamamıştım. Edebi eserler veren kişilerin günlüklerinin de bu minvalde şeyler içereceğine dair bir yanılgım var, nedense.

Benzer bir hevesle, şimdiye kadar okuduğum en iyi hikayelere sahip Katherine Mansfield'ın güncesini de senelerce aramıştım, basımı yoktu. Bir arkadaşım Beyoğlu'ndan bulup getirdi, sonrası hayalkırıklığı.. Aslında normal bir günlükte olması gerektiği gibi bölük pörçük yazılar, anlamsız karalamalar, bilmediğimiz kişilere dair notlardan oluşuyordu.

Slyvia Plath'ın hikayesi daha bir acayip. Onu intiharına götüren sürecin refakatçisi olan kocası Ted Hughes ölümünden sonra günlüklerin bir kısmını yokedip, kalanını da kafasına göre düzenlemiş. Kitapta varolan, onun göstermek istediği 'Slyvia' da denilebilir. 

Günceleri ikinci defa elime aldığımda, kasvetli, karanlık düşüncelerin kaynağı zihninden çıkan cümlelere tahammül etmeye çalışarak bitirdim. Slyvia Plath'ın romanını ve şiirlerini okurken ihtiyaç duyarsam tekrar göz atabilirim diye düşünüyorum.


16 Mayıs 2013 Perşembe

ANNEM VE BEN _ Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: Mayıs 2013
Sayfa Sayısı: 268

Agatha Christie romanlarını, kendinden çok fazla uzağa kaçmadığı -yoğun otobiyografik öğeler taşıdığı- için seviyor olabilirim. Tabii bu, duygusal romanlarında daha belirgin. Türkçede yayınlananlar içinde en etkilendiğim Bitmemiş Portre idi ki, Agatha Teyzemizin çocukluğu-gençliği ve evliliği üzerine kurulmuştu. Annem ve Ben ise onun kızıyla olan ilişkisine dair bir kitap diyebiliriz. O kadar ki, kızı Rosalind romanın tiyatro oyunu olarak sergilenmesini hiç istememiş, Christie'nin torunu Mathew Pritchard da kitaptaki Sarah karakterinin aynen annesi gibi davrandığını söylüyor.

Eşini uzun zaman önce kaybetmiş, orta yaşlı, güzel bir kadın olan Ann, sevgilisi Richard Cauldfield'la bir yuva kurmak üzeredir.  Yetişkinliğe yeni adım atmış kızı Sarah, annesinin bu adamla mutlu olamayacağına inanır ve evlenmesini istemez. Genç kız görünürde herşey yolundaymış gibi davransa da gizliden gizliye Richard'ı iğnelemeye ve kışkırtmaya başlar. Müstakbel üvey babası ile aralarındaki gerilim doruk noktasına ulaştığında, Ann bir seçim yapmak zorunda kalır. Bu seçimin gölgesiı tüm hayatlarını etkileyecek, yıllar sonra Sarah'ın annesinden destek beklediği bir anda büyük bir fırtına ile patlayacaktır..

Christie kitaplarının büyük çoğunluğunda, Poirot veya Miss Marple olmasa bile bir bilge kişi mutlaka bulunur. Annem ve Ben'de bu rolü Laura Whitsable üstleniyor, gayet modern ve yerinde tavsiyeleri var. Güven hissi veren bu karakterin haricinde, Ann'ın evdeki hallerini düşündüğü huzurlu bölümler de çok hoş. 'Şimdi eve gideceğim, Edith bana omlet yapıp, tepsimi şöminenin önüne getirecek, tabii yanında kocaman bir fincan çay..' v.b. O sıcak, güzel yuva hissi. Cinayet romanları yazarı Agatha Christie'nin, -polisiye olanlar da dahil- bu kadar insanı sarıp sarmalayan kitaplar yazması hayli enteresan değil mi?

Bir şeyi saklayıp, yokmuş, hiç olmamış gibi davranmaktansa, esaslı bir tartışmayla konuyu kapatmak her zaman daha iyidir. (sf 252)

Laura Whitsable birden ayağa kalktı. 
'Doğru şeyi yanlış insana söylemekten ,' dedi ders verircesine. 'Daha büyük bir zaman kaybı olamaz...' (sf 259)

28 Şubat 2013 Perşembe

DIŞA YOLCULUK _ Virginia Woolf

Yayınevi: İletişim Yayınları
Basım Yılı: 2009
Sayfa Sayısı: 416

Dışa Yolculuk,  Virginia Woolf'un ilk romanı. Bu kitabı yazdıktan kısa bir süre sonra ağır bir ruhi bunalım geçirmesi sebebiyle hastaneye kaldırıldığından, onun hasta olduğu süre zarfında yayınlanmış. O haliyle göz önüne çıkması içine sinmemiş olacak ki, ilk yazımından beş sene sonra yeni baştan yazmış romanı.

Peki bu kadar önemsemeye ve çabaya değmiş mi? Bence, hayır. Kitabı hızlıca okudum ama, durumlar gereksiz yere o kadar dallandırılıp budaklandırılıyor ki yine de sıkıntı duydum diyebilirim.

Rachel Vinrace adında genç bir kızın dayısı ve yengesiyle yaptığı uzun bir gemi yolculuğu ve sonunda vardıkları Güney Amerika, Santa Marina'da tanıştığı Terence'le yaşadığı duygusal ilişki, Dışa Yolculuk'un iskeletini oluşturuyor. 

Rachel'in dış dünyaya doğru, görünür ve görünmez yolculuğunun ilgi çekici bir tarafı yok. Yengesi Helen'in onu sosyeteye takdim etmeye hazırlanır tavırları, Hirst'in Bay Darcy kasıntılığı-kibri, zorlama kır gezintileri v.s.

Woolf, elbette ki okuması kolay bir yazar değil, keyif için okunacak bir yazar hiç değil, onu okumaya başlarken bunu kabul ediyorsunuz ama Jacob'un Odası, Dalgalar veya Deniz Feneri'nde olduğu gibi o derinliğin ve hüznün içinde kaybolmayı da bekliyor insan bir parça da olsa. Dışa Yolculuk, bu açıdan benim için hayalkırıklığıydı.

Hewet'in kulağına gelen kırık dökük cümlelerin sıradışı bir güzelliği ve yalıtılmışlığı vardı; sanki uyuyan insanlar söylüyormuş gibi bir tür gizemleri de. (sf 205)

Herşeyde sıradışı bir yoğunluk olduğunun bilinciydeydi, sanki onların varlığı eşyanın yüzeyimnden bir tabakayı soymuştu; ama selamlaşmalar fazlasıyla sıradandı. (sf 220)

İçgüdüleri onu parlak renkli, duygusuz, elleriyle tutabileceği bir şeye sığınmaya sürüklemişcesine, eve girip nakışıyla geri döndü. (sf 226)

Zor deseni, dikkatle ölçüp biçmeyi gerektiren renkleriyle bir düşünme nesnesi olan nakış, görünüşe bakılırsa, Helen'in konuşurken ipek yumaklarına gömüldüğü ya da başını hafifçe geriye atıp gözlerini kısarak bütünün oluşturacağı etkiyi düşündüğü aksamalara sebep oluyordu. (sf 227)

Kendisinde bulunduğunu hiç tahmin etmediği duyguların, güçlerin ve dünyada bu zamana kadar bilinmeyen bir derinliğin farkına varıyordu. İlişkilerini düşünürken akıl yürütmekten çok, görüyordu. (sf 252)

''Bir şey olmayagörsün - bu evlilik olabilir, doğum, ölüm olabilir - daha çok da ölüm olmasını yeğlerler - herkes seni görmek ister. Seni görmek için ısrar ederler. Söyleyecek hiçbir şeyleri yoktur; seni zerre kadar umursamıyorlardır; ama öğle yemeğine, çaya ya da akşam yemeğine gitmek zorundasındır; gitmezsen lanetlenirsin. Mesele, kan kokusudur." (sf 346)

18 Şubat 2013 Pazartesi

GECE VE GÜNDÜZ _ Virginia Woolf

Yayın Evi: İletişim Yayınları
Basım Yılı: 2009
Sayfa Sayısı:492

Gece ve Gündüz'ü Dışa Yolculuk'un hemen ardından okumuştum. İlk romanı ne denli tatsızsa, bu ikinci romanı aynı ölçüde güzeldi.

Virginia Woolf, Gece ve Gündüz'de de klasik gerçekçi roman tekniğini kullandığı için daha sonra yazdığı, bilinçakışı tekniğine haiz romanlarına kıyasla rahat okunuyor. Elbette ki bir Camus veya Hesse gibi yalın anlatmıyor söylemek istediğini ama aşırı bir muğlaklık da yok.

Romanın baş karakteri Katharine Hilberry, 1. Dünya Savaşı öncesi Londra'sında üst sınıf tabir edilen, edebiyatçı bir aileye mensup genç bir kız. Annesi ile birlikte ünlü bir şair olan dedesinin otobiyografisini hazırlarken, içten içe bu işten nefret etmekte ve matematikten zevk almaktadır ki bu o dönem için kadınlara uygun görülmeyen bir uğraşıdır. Katharine daha rahat hareket edebileceğini düşünerek şiir meraklısı William Rodney ile evlenmeye karar verir. 
Romandaki ikinci kadın karakter, taşradan gelmiş orta sınıf bir ailenin kızı olan Mary Datchet, kadın haklarını savunan bir dernekte çalışmakta ve evinde entellektüel toplantılar düzenlemektedir. Çok yakın olmasalar da Katharine'in arkadaşıdır. Mary'nin aşık olduğu Ralph Denham ise Katharine'i sevmektedir..

Woolf'un bu romanda insani ilişkiler üzerinden toplumsal meselelere değinmesi, kitaptan alınacak edebi zevki eksiltmiyor. Gece ve Gündüz'ün yazarı daha önce hiç okumamış biri için gayet iyi bir başlangıç kitabı olabileceğini düşünüyorum.

------------------------------------------------------------

İşin en kötüsü de onda hiç edebiyat yeteneği olmadığıydı. Cümleleri sevmiyordu. Hatta annesinin varlığının böylesine büyük bölümünü oluşturan bu kendini inceleme sürecine, bu sürekli insanın kendi duygularını anlama, onları güzel, uygun ya da gayretli biçimde dilde tanımlama çabasına karşı doğal bir tiksinti bile duyuyordu. (sf 42)

Sayıların tamlığını, yıldız benzeri kimliksizliğini, en güzel yazının karmaşasına, kışkırtıcılığına, belirsizliğine nasıl da yeğlediğini, hiç aldırmadan açıklayabilirdi. (sf 44)

Hiçbir zaman sesler, alacakaranlığın bedeni neredeyse gizlediği, gündüzün çok seyrek duyulan sırdaşlık tınısıyla, hiçliğin içinden ortaya çıkıyorlarmış gibi geldikleri kış gecelerindeki kadar güzel değildir. (sf 180)

'Sen buradayken herşey başka -ben mutluyum, yalnızca pencereye yürümen yetiyor- yalnızca özgürlükten söz etmen yetiyor. Seni aşağıda ötekilerin arasında gördüğüm zaman-' Kısa kesti.
'Benim nasıl sıradan biri olduğumu düşündün.'
'Öyle düşünmeye çalıştım. Ama senin her zamankinden de olağanüstü olduğunu düşündüm.'
Kızın yüreğinde, büyük bir iç huzuru ve bu huzurun tadını çıkarma isteksizliği, çelişiyordu birbiriyle. (sf 371)

'Bazen düşünüyorum da şiir, yazdıklarımızdan çok hissettiklerimizdir, Mr Denham.' (sf 414)


31 Ocak 2013 Perşembe

AY ECESİ [Devlet Tiyatroları 2012-2013]

AY ECESİ (31.01.2013, 25.04.2013)

Yazan: Burçak Çöllü
Yönetmen: Mustafa Avkıran – Övül Avkıran
Oyuncular
Çığırtkan – Lala: Kubilay Karslıoğlu
Ay Kız: Tuba Karabey, Gözde Kaya
Mehmene Banu: Gözde Cığacı, Deniz Bolışık
Şirin: Ebru Helvacıoğlu, Dolunay Pircioğlu
Ferhad: Erdem Yılmaz, Uygar Özçelik
Hüsrev: Kutay Şahin, Erdem Yılmaz
Dadı: Cansu Saka / Vezir: Erkan Yılmaz
Dilruba: Gözde Kaya, Tuba Karabey
Peymane: Çağıl Tekten / Ruhnüvaz: Gizem Ancı
Cilvenaz: Ayşe Gülerman / Marangoz: Onur Şirin
Demirci: Adil Can Demirel / Fırıncı: Emre Sungur
Kunduracı: Melih Şengider / Bohçacı: Selda Şahin
Terzi: Deniz Bolışık, Gözde Cığacı / Çömlekçi: Uygar Özçelik, Kutay Şahin / Mimarbaşı: Sercan Çelik / Arzenli: Dolunay Pircioğlu

Arzen* şehrinin sultanı Mehmene Banu, İran şahı Hüsrev ile nişanlanan kardeşi Şirin için saray bahçesine bir köşk yaptırmak ister, inşaat başlar. Köşkün duvar nakışlarını Ferhat isimli genç bir usta yapmaktadır. Şirin, Ferhat'a aşık olur, Ferhat'ın da onu sevdiğini sanan Mehmene Banu, ustayı önce zindana attırır. Sevgilisi zindana düşen Şirin hastalanıp yataklara düşünce, kardeşinin üzülmesine  dayanamaz, Ferhat'ın kuraklık çeken şehre, Şahinkayası denilen yerden su yolu açmasını biraraya gelmelerine şart koşar. Su bulunan yer ile arada dağlar olduğu için bu imkansızı istemek gibidir. Ferhat dağı delip yol açarken, bunu Şirin'e kavuşmak için mi, yoksa bambaşka bir nedenle mi yapacaktır?


Ay Ecesi'ni izleyip dışarı çıktığımda adeta büyülenmiştim. Oyunun cümleleri, görüntüleri bir süre uçuştu zihnimde, gerçek dünyaya dönemedim.  Sevdiğim klasik hikayelere körü körüne bağlanma derdim olmadığı için, bildiğimiz Ferhat ve Şirin hikayesine Mehmene Banu'nun kalbinden bakan bu farklı hikaye çok hoşuma gitmişti.

Oyunda Mehmene Banu ve Terzi, Şirin ve Arzenli kadın, Ferhat, Hüsrev ve Çömlekçi, Aykız ve Dilruba
rolleri çeşitli oyuncular tarafından dönüşümlü canlandırılıyordu. İki defa izlediğimde de Mehmene rolünde Deniz Bolışık'a denk geldim, soğuk, kederli bir güzelliğe sahip oyuncunun Ece karakterine çok yakıştığını düşünüyorum. (Maalesef onun olduğu fotoğrafları bulamadım. Fotoğraflardaki kraliçe; Gözde Çığacı)

Ay Ecesi, 15 yaşında, çocukluğunu ve gençliğini yaşayamadan tahta çıkmış, güçlü olması gerektiği için duygularını bir kenara bırakmış bir kadın. Havai ve heyecanlı, hevesli bir çocuk olan kardeşi Şirin'i çok seviyor ama Ferhat'a olan aşkına da söz geçiremiyor. Mehmene Banu, düş gördüğünde sancılar içinde kıvranırken veya bir sultana yakışır şekilde dimdik ve vakurla Ferhat için aldığı acı kararları açıklarken,
aynı anda sahnenin biraz gerisinde iplerle çevrelenmiş bir hâle içinde, ilkgençliğini canlandıran Aykız'ın, sultanın parça parça olan kalbini bize jestleriyle anlatması çok etkileyiciydi.

Müzik yerine, o an sahnede rolü bulunmayan oyuncuların kenarlardaki yerlerine çekilip, çoklu seslerden oluşan ritimler ve şarkılarla oyunu desteklemesi de dramatik etkiyi üst seviyeye çıkarıyordu.


Not: Gece Kütüphanesi not defterim ya, uzun zaman geçti ve piyeslerin bir çoğu artık oynanmıyor olsa da, burada dursunlar. Daha sonra dönüp baktığımda o günü, o ânı hatırlamak için.

 *Şimdi Erzurum'un bulunduğu bölge. 

VİRGİNİA WOOLF OKUMALARI [Şubat 2012]
































Gece Kütüphanesi'nde olmasını en sevdiğim şey; Yazar ve Karakter okumalarımız..

Canım arkadaşım Deniz'le planladığımız bu okumalara yeni bir tane eklemek istedik. 

Şubat ayı boyunca Virginia Woolf okuyacağız. 

Okuma Sakinleri (şimdilik):

iremce 
gül özdemir
wmpr_princess
nur çırak
N.Narda
Yasemin yılman
S. ve E. 

Okumamız katılımlarınıza açık. Dilerseniz şu an okuduğunuza benzer bir başlangıç yazısı ile kitaplarınızı ekleyebilirsiniz. Kitap seçimi için herhangi bir kısıtlama yok, istediğiniz sayıda, istediğiniz Virginia Woolf kitapları olabilir. 

Benim Okuyacaklarım:

Yıllar
Bir Yazarın Güncesi
Virginia Woolf Bütün Öyküleri

Vakit kalırsa:

Virginia Woolf _ Mina Urgan





ÂH'LAR AĞACI _ Didem Madak

Yayın Evi: Metis Yayınları
Basım Yılı:  Kasım 2012
Sayfa Sayısı: 73

İsminin hikayesini anlattığında, Didem Madak'ın o şiirine ve adını verdiği ikinci kitabına meraklanmıştım. 'Seni âh sesine getiren nasıl bir yolculuktu?' diye sorulmasına cevaben, Virginia Woolf'un Orlando'sundan bahsediyordu o röportajda:

'Orlando yıllarca göğsünde taşıdığı ve bir meşe ağacından esinlenerek yazdığı şiiriyle ünlü olur ve bir ödül kazanır. O zaman kitabını kendisine esin veren meşe ağacının altına gömmeye karar verir. Ve simgesel cenaze töreninde şöyle bir konuşma yapmayı planlar: ‘Bunu bir armağan olarak görüyorum diyecektir, toprağın bana verdiklerinin toprağa geri dönmesi olarak.’ Galiba ben de bütün birikmiş ahlarımı, söylediklerimi ve söyleyemediklerimi ‘Âh’lar Ağacı’nın altına gömdüm.' 

Bu kitabın, ilkine göre daha yetkin olduğunu söyleyebilirim. Yine aynı kadın-çocuk dilinden şiirler, daha zengin, daha düzenli bir uslûpla derinleşiyor. 

'Bazen sevinince annem gibi
Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.'

Âhlar Ağacı'ndan.

'Kim bir şairi kırsa 
Şair gider uzun bir dizeyi kırar mesela
Bilirim kim dokunsa şiire 
Eline bir kıymık saplanacak 
Bilirim kırılmış dizeleri tamir etmez zaman 
Yorgunum oysa 
Durmadan kendime bir tunç uyak aramaktan.'

'Gece açılıp gündüz kapanan bir parantezdim,
Sözler vardı içimde işe yaramayan
Sözlerle konuştum karanlıkla... 
Önce söz yoktu kalbimin en doğusunda'

Kalbimin En Doğusunda'dan.

'Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman.'

Polyanna'ya Son Mektup'tan.

Didem Madak Tüm Kitapları:

Grapon Kağıtları
Âhlar Ağacı
Pulbiber Mahallesi