
Basım Yılı: Nisan 2015
Sayfa Sayısı: 187
Boş sayfaya bakarak beni Murakami okumaya iten şeyin ne olduğunu çıkarmaya çalışıyorum. Onun romanlarını okumak, temiz ve derin bir nefes almak gibi. Acıyı ağdalaştırmadan, olaylara gereğinden fazla anlam yüklemeden, sakin sakin anlatıyor.
Bir yazara devam etme isteğinde ne ile karşılaşacağını bilmek, önemli. Durumlar, karakterler, yaşananlar değişse de arkaplandaki o ferahlık hissi aynı kalıyor Murakami'de. Hoşuma giden tarafı da bu.

Kitap, başından sonuna merakla okunuyor ama bazı karakterlere dair daha fazla şey söylemesini bekliyordum, örneğin İzumi'ye ve Yukiko'ya, hatta Şimamoto'ya dair. Merkez Hacime olduğu için, o ve hayatına giren kadınlar farklı spotlar altındalar sanki.
Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında az sözle çok şey anlatmaya çalışan, kısa ve sade bir roman. Tanışma kitabı olarak uygun değil belki ama Murakami'ye biraz aşina olduktan sonra zevkle okunabilir.
Elini kalbimin üzerine koydu ve eli ile kalbimin atışı bir oldu. Kendi kendime, o Şimamoto değil, dedim. Bana Şimamoto'nun verdiklerini veremez. Ama işte karşımda, tamamen bana ait, benim için elinden geleni yapıyor. Onu nasıl incitebilirim?
O zamanlar bilmiyordum. Birini tekrar düzelemeyecek kadar kötü kırabileceğimi. İnsan, sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu. [sf 28]
Er ya da geç herkes karanlığın kalbine, tek bir sesin yankılanmadığı o sonsuz, yalnız derinliklere düşer. [sf 162]
'Son birkaç haftadır gerçekten öleceğimi sandım.' dedi Yukiko. 'Seni tehdit etmek için falan söylemiyorum. Gerçek bu. O kadar yalnız ve mutsuzdum. Ölüm bu kadar acı değil. Bir odadan havanın yavaşça çekilmesi gibi içimdeki yaşama isteği usulca çekiliyordu. İnsan böyle hissederken ölüm o kadar da uzak değildir.' [sf 184]