Basım Yılı: 2009
Sayfa Sayısı: 416
Dışa Yolculuk, Virginia Woolf'un ilk romanı. Bu kitabı yazdıktan kısa bir süre sonra ağır bir ruhi bunalım geçirmesi sebebiyle hastaneye kaldırıldığından, onun hasta olduğu süre zarfında yayınlanmış. O haliyle göz önüne çıkması içine sinmemiş olacak ki, ilk yazımından beş sene sonra yeni baştan yazmış romanı.
Peki bu kadar önemsemeye ve çabaya değmiş mi? Bence, hayır. Kitabı hızlıca okudum ama, durumlar gereksiz yere o kadar dallandırılıp budaklandırılıyor ki yine de sıkıntı duydum diyebilirim.
Rachel Vinrace adında genç bir kızın dayısı ve yengesiyle yaptığı uzun bir gemi yolculuğu ve sonunda vardıkları Güney Amerika, Santa Marina'da tanıştığı Terence'le yaşadığı duygusal ilişki, Dışa Yolculuk'un iskeletini oluşturuyor.
Rachel'in dış dünyaya doğru, görünür ve görünmez yolculuğunun ilgi çekici bir tarafı yok. Yengesi Helen'in onu sosyeteye takdim etmeye hazırlanır tavırları, Hirst'in Bay Darcy kasıntılığı-kibri, zorlama kır gezintileri v.s.
Woolf, elbette ki okuması kolay bir yazar değil, keyif için okunacak bir yazar hiç değil, onu okumaya başlarken bunu kabul ediyorsunuz ama Jacob'un Odası, Dalgalar veya Deniz Feneri'nde olduğu gibi o derinliğin ve hüznün içinde kaybolmayı da bekliyor insan bir parça da olsa. Dışa Yolculuk, bu açıdan benim için hayalkırıklığıydı.
Hewet'in kulağına gelen kırık dökük cümlelerin sıradışı bir güzelliği ve yalıtılmışlığı vardı; sanki uyuyan insanlar söylüyormuş gibi bir tür gizemleri de. (sf 205)
Herşeyde sıradışı bir yoğunluk olduğunun bilinciydeydi, sanki onların varlığı eşyanın yüzeyimnden bir tabakayı soymuştu; ama selamlaşmalar fazlasıyla sıradandı. (sf 220)
İçgüdüleri onu parlak renkli, duygusuz, elleriyle tutabileceği bir şeye sığınmaya sürüklemişcesine, eve girip nakışıyla geri döndü. (sf 226)
Zor deseni, dikkatle ölçüp biçmeyi gerektiren renkleriyle bir düşünme nesnesi olan nakış, görünüşe bakılırsa, Helen'in konuşurken ipek yumaklarına gömüldüğü ya da başını hafifçe geriye atıp gözlerini kısarak bütünün oluşturacağı etkiyi düşündüğü aksamalara sebep oluyordu. (sf 227)
Kendisinde bulunduğunu hiç tahmin etmediği duyguların, güçlerin ve dünyada bu zamana kadar bilinmeyen bir derinliğin farkına varıyordu. İlişkilerini düşünürken akıl yürütmekten çok, görüyordu. (sf 252)
''Bir şey olmayagörsün - bu evlilik olabilir, doğum, ölüm olabilir - daha çok da ölüm olmasını yeğlerler - herkes seni görmek ister. Seni görmek için ısrar ederler. Söyleyecek hiçbir şeyleri yoktur; seni zerre kadar umursamıyorlardır; ama öğle yemeğine, çaya ya da akşam yemeğine gitmek zorundasındır; gitmezsen lanetlenirsin. Mesele, kan kokusudur." (sf 346)