31 Ekim 2014 Cuma

THE HAPPY HEREAFTER [9/2013]


The Happy Hereafter, bir şehir kurma oyunu. Benim için diğerlerinden farkı, çok şirin karakterlere ve mekanlara sahip olmasıydı. Yeni ölmüş, tuhaf-sevimli hayaletler kendilerine bir dünya inşa ederken, mantar topluyor, ağaç kesiyor, tarla ve madenlerde çalışıyor ve çok güzel ışıklı evlerde yaşıyorlar.etrafta kurtarılması gereken denizkızları, iskelet dedelerin verdiği görevler filan var. 

Bu tür simülasyon oyunlarından hoşlanıyorsanız, bakmanın tam sırası derim.


29 Ekim 2014 Çarşamba

MONOGRAM CİNAYETLERİ Sophie Hannah

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: Eylül 2014
Sayfa Sayısı: 398

Yeni bir Hercule Poirot macerası basılacak ve yazarı Agatha Christie olmayacaktı. Agatha Christie Vakfı'nın isteği ve torunu Matthew'in de beğenisiyle yayına hazırlanan kitabın Türkçe basımını beklemeye başlamıştım, iyi ya da kötü olması farketmez, alıp okuyacaktım.*

1920'lerin Londra'sında büyük bir otelde, üç ayrı odada aynı şekilde öldürülmüş, üç kişi bulunur. Kurbanların ağızlarında belli bir monogramı taşıyan birer kol düğmesi vardır. Olayı incelemekle görevlendirilen Scotland Yard dedektifi Edward Catchpool, şans eseri Hercule Poirot ile aynı pansiyonda kalmaktadır. Cinayetlerin işlendiği akşam bir kafede, öldürüleceğinden korktuğunu ama bunun adaleti yerine getireceğini söyleyen, telaşlı bir kadınla karşılaşması Belçikalı'nın olaya ilgisinin uyanmasına neden olur..

Sophie Hannah'ın daha önce herhangi bir kitabını okumadım ve nasıl bir yazar olduğunu bilmiyordum. Zaten kalın kalın, kanlı cinayet kitapları ilgimi cezbetmediği için Christie haricinde polisiye okursam, tercihim yine klasik yazarlardan yana oluyor. Kitaba yazarın kurgusunu ve hikaye etme yeteneğini de merak ederek başladım ve işin içine Poirot yakınlığımı karıştırmadan, sadece Agatha Christie'nin çizdiği karaktere ne kadar benzediğine dikkat ederek okudum kitabı.

Kitapta bahsedilen Poirot (gerçek Poirot'nun birkaç kuşak öteden kuzeni olabilir belki), 
Sürekli İngilizce kelime oyunları yapıyor. (Okuduğum 47 Poirot kitabında, Belçikalı dedektifin dil ile ilgili, bu tür şakalar yaptığını hatırlamıyorum.)
Hareket etmezse küçük gri hücrelerinin körelmesinden korkuyor. (Aksine o sadece oturur ve düşünür, beyninden hiç bir zaman şüphe etmez.)
İnsanları 'enayi' gibi sıfatlarla aşağılıyor. (Poirot insanları aşağılamaz, gerekirse onlara kibar bir şekilde 'hadlerini bildirir'.)
Edward'ın dilinden 'karşısındakinin başarısızlığından şeytanca bir zevk duyduğu' ve 'kibirden patlamak üzere olduğu' söyleniyor. (Bunlar da Sophie Hannah'ın talihsiz tanımlamaları, maalesef. Yazarın bu müstesna karakteri karikatürize etmekten öteye gidememiş olduğunu düşünüyorum.)
Agatha Christie, Sophie Hannah'ın  kendi kurgu karakteri üzerinden yazdığı bu kitabı okusaydı, onun zeki ama incelikten yoksun bir kadın ve yazar olduğunu düşünürdü gibime geliyor. 'İşte, her zaman görülen o gençlerden biri daha. Herşeyi bildiklerini sanıyorlar, hiç düşünmeden işlere girişiyorlar. Sonucu hep hüsran oluyor.'

Kitabı yüksek bir beklentiyle okumadım. Agatha Christie'nin yazdığı bir Hercule Poirot romanı güzelliğinde olamayacağı kesindi ama o havayı biraz anımsatması yeterli olacaktı. Christie romanlarının vahşet ve tiksindirici herhangi bir şey içermeyen, aile-ev sıcaklığını hissettiren, kendine has ruhunu pek severim. Monogram Cinayetleri'nin Christie kitapları gibi bir sıcaklığı yansıttığını söylemek mümkün değil, bu da belki zamanın genel ruhuyla alakalıdır, bilemiyorum. Mesela üç kurbanın çay içtikleri sahne ile ilgili kitabın sonunda açıklanan bir detay, cidden midemi bulandırdı. 

Bu, bir Sophie Hannah kitabı, onun tarzında bir polisiye, kabul ediyorum ama işin içine sevgili Poirot'yu karıştırmakta ne vardı? (Sorunun cevabını hepimiz çok iyi biliyoruz, ne yazık ki. Polisiye romanlar kraliçesinin gerçekten büyük, şanını hakeden bir mirası var.) 

Son olarak şunu söyleyebilirim ki; Monogram Cinayetleri, içinden Poirot karakterini çıkardığımızda fena bir roman değil. Hatta Christie'nin Poirot'suna aşina olmayanlar için de yine keyifli bir roman olarak düşünülebilir. Sophie Hannah, her ne kadar beyninin 'gri hücreleri'ni ifşa etmek adına, olayı haddinden fazla dallandırıp budaklandırsa ve o kadar karıştırdıktan sonra işin içinden çıkmakta zorlanmış olsa da, merak uyandırıcı bir hikaye ve nisbeten tatmin edici bir son yazmış. 
 
*Önsipariş tarihini beklerken, Altın Kitaplar'dan bir mesaj aldım. Ardından telefonda görüştüğümüzde Sophie Hannah'ın yazdığı bu yeni Poirot kitabını hediye olarak göndermek istediklerini söylediler ve birkaç gün içinde kitap elimdeydi. Eylül ayında, doğumgünümden çok kısa süre önce gelen bu kitap benim için hoş bir sürpriz oldu. İnce düşünceleri için tekrar teşekkür ediyorum.

KÖRLÜK José Saramago

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: Haziran 2014
Sayfa Sayısı: 360

Saramago, konusu hayli ağır olan bu romanı çok rahat okunabilir bir dille yazmasaydı, bu kadar etkileyici olamazdı sanırım. Kitabı merak, tiksinti, dehşet gibi karışık duygularla okudum. Yazdığı sahneler gözümün önünde canlandı adeta ve romanı okuyan birçok kişi gibi, bir süre etkisinden çıkamadım.

Bir adam, arabasıyla kırmızı ışıkta durmuş, yeşil ışığın yanmasını beklerken aniden kör olur. Karanlık değil aksine bembeyaz bir ışık boşluğuna düşmüş gibi garip bir körlüktür bu. Etrafta bulunanlardan biri yardım maksadıyla adamı evine götürür ve arabasını çalar. Kör adam, doktora gider. Doktor ve o sırada muayenehanede bulunanlar da kısa bir süre sonra aynı beyaz körlüğe düşerler. Körlük salgını hızla insanlar arasında yayılır ve devlet bu bulaşıcı durumdan kurtulabilmek için, körleri ve körlerle temasta bulunanları eski, ıssız bir akıl hastanesinde karantinaya alır. Körler içinde sadece bir kişi, görmediğini söylediği için kocasıyla birlikte hastaneye getirilen doktorun karısı bu salgından etkilenmemiştir. Akıl hastanesinde kesif bir insanlık trajedisi başlar..

Distopik Roman Okumalarımız için seçtiğim kitaplar içinde en sarsıcı distopik dünya Körlük'e aitti, diyebilirim. Yazarın okumak istediğim birkaç kitabı daha var ama Körlük'te de bulunan birkaç karakterin yer aldığı Görmek'i okur muyum, bilmiyorum. José Saramago iyi, jilet gibi bir yazar ama kitaplarını peşpeşe okumak, çelik gibi sinirler isteyebilir. Bir bunaltıcı atmosferden diğerine koşmak, kolayca yapılabilecek bir şey değil. O sebeple biraz ara vermeli. 

Yapacağımız her hareketten önce ciddi olarak düşünmeye başlasak, vereceği sonuçları önceden kestirmeye çalışsak, önce kesin sonuçları, sonra olası sonuçları, sonra rastlantısal sonuçları, daha sonra da da ortaya çıkması düşünülebilecek sonuçları düşünmeye kalksak, aklımıza birşey geldiğinde, bulunduğumuz yere çakılır, hangi yöne olursa olsun bir adım bile atamazdık. Sözlerimizin, hareketlerimizin iyi ve kötü sonuçları, kuşkusuz, ileride yaşayacağımız günlere, hatta bizim bu sonuçları doğrulamak, kendimizi kutlamak ya da başkalarından özür dilemek için artık bu dünyada bulunmayacağımız günlere göreceli olarak düzgün ve dengeli biçimde dağılır, zaten kimi insanlar da bu durumun ölümsüzlük denen ve çok sözü edilen şeyin ta kendisi olduğunu ileri sürer. [sf 94]


16 Ekim 2014 Perşembe

DAMIZLIK KIZIN ÖYKÜSÜ Margaret Atwood

Yayın Evi: Afa Yayınları
Basım Yılı: Ekim 1992
Sayfa Sayısı: 352

Hayvanlar, körler ve erkekler üzerine peşpeşe okuduğum distopyalardan sonra Damızlık Kızın Öyküsü bir hayli değişik geldi. Margaret Atwood'un okuduğum ilk kitabıydı, biraz ilerledikten sonra anlatımı öyle sardı ki, diğer kitaplarını da okumaya karar verdim. Maalesef kitaplarının yeni basımı yapılmıyor, sadece sahaflardan bulmak mümkün. Abuk sabuk binlerle kitabı basarken, iyi külliyatları tazelemeyi niye es geçerler anlamak kabil değil.

Devlet aniden tüm doğurgan kadınlara el koyarak, tüm haklarını ellerinden alır ve onları eşleri kısır Komutanlara tahsis eder. Bu damızlık kızlardan biri olan Offred'in yaşadıklarını okuruz roman boyunca.

Margaret Atwood'un distopyasını diğerlerinden ayıran, olayların bir dehşet havası içinde değil, gayet normalmiş gibi anlatılması, sanırım. Offred geçmişi anlatırken donmuş gibi, şimdiki zamanın da onun için büyük bir önemi yok.

Son satırını okuyup kapağını kapattıktan sonra bir kaç gün daha benimle kalan, etkisi kolay silinmeyen böyle kitapları seviyorum. Distopyalar konusunda tek sevmediğim şey; okur okumaz (hatta çoğu zaman kulaktan dolma bilgilerle), derhal dine veya siyasete bağlayan, bak şuna benziyor, şu ülkeyi anlatmış, bunun karşılığı budur aslında diye maddeleştirmeye can atan insanlar. Evet, şu ya da bu duruma bir parça benzeyebilir de, o kadar heyecanlanmaya gerek yok, bence. Zihninde cılız bir fikir belirir belirmez, binlerce kez söylenmiş olmasına aldırmadan, kusar gibi ortalığa çıkarmak, yaşadığımız çağın hastalıklarından biri diye düşünüyorum.

Onları karıştırdıktan sonra atardım, çünkü son derece atılabilir şeylerdi ve bir iki gün sonra içlerinde ne olduğunu anımsayamazdım. Oysa şimdi anımsıyordum. İçlerinde olan şey vaatti. Dönüşümlerin
ticaretini yaparlardı; yüz yüze bakan iki aynadaki yansılar gibi genişleyen, kaybolma noktasına dek suret suret üstüne uzayıp giden, sonsuz bir olasılıklar dizisi önerirlerdi: Macera macera üstüne, gardrop gardrop üstüne, gelişme gelişme üstüne, erkek erkek üstüne. Yeniden gençleşme, üstesinden gelinip aşılan acı ve sonsuz aşktı önerdikleri. Sundukları gerçek vaat, ölümsüzlüktü. [sf 180]


İnsanoğlu herşeye alışır, derdi annem. Yerini dolduracak birkaç şey bulunduğu sürece, insanların nelere alışabildikleri gerçekten şaşırtıcı. [sf 308]


8 Ekim 2014 Çarşamba

1984 George Orwell

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: Nisan 2014
Sayfa Sayısı: 350

Söz konusu roman, bir çok esere ve kişiye ilham olmuş, kült bir kitap olunca hakkında yeni cümleler etmek zor.

1984 yılı İngilteresi'nde tek başına iktidarda olan Parti ve onun başındaki Ağabey'in amacı insanların tüm duygu ve düşüncelerini yönlendirerek etkisi altına almak, kendi isteklerine göre bir dünya kurmaktır. Mahremiyetin yokedilerek, evler dahil her tarafın kamera ve ekranlarla donatıldığı bu dünyada, geçmişte yaşanan olayların arşivini Parti'nin isteğine göre değiştiren bir Gerçek Bakanlığı bulunmaktadır. Winston'un bu tahrifat işinde çalışan onlarca kişiden farkı, içten içe bu robotik düzene isyan etmesi ve Ağabey'e duyduğu nefrettir..

1984'ün soğuk ve yalnız distopyası, özellikle sonlarına doğru insanın tüylerini ürpertiyor. Kitabı okuyup etkilenmemek, Orwell'in idrakine hayran olmamak mümkün değil. Ziyadesiyle beğendim.

Winston birden,çağdaş yaşamın asıl özelliğinin acımasızlığı ve güvensizliği değil,yavanlığı,donukluğu ve kayıtsızlığı olduğunu fark etti. [sf 98] 

Anımsadığı kadarıyla, annesinin olağanüstü bir kadın olduğunu sanmıyordu, hele zeki bir kadın olduğu hiç söylenemezdi; yine de, tümüyle kendine özgü davranışlarından kaynaklanan bir soyluluk, bir eldeğmemişlik vardı onda. Duyguları sahiciydi ve dış etkilerle değiştirilmesi olanaksızdı.  Onun gözünde, bir davranış sırf etkisiz olduğu için anlamını yitirmezdi. Birini seviyorsan gerçekten severdin, verecek başka hiçbir şeyin yoksa bile sevgin yeterdi.Verecek çikolata kalmadığında, annesi çocuğu sımsıkı göğsüne bastırmıştı. [sf 194]

Parti'nin yaptığı en korkunç şeylerden biri de, sizi içgüdülerin, duyguların hiçbir işe yaramayacağına inandırmak, ama aynı zamanda sizi maddi dünya karşısında tümden güçsüz kılmaktı. [sf 195]

Genellikle,kavrayış ne denli fazlaysa,yanılma da o ölçüde fazladır: Zekâ ne denli fazlaysa,akıl o ölçüde azdır. [sf 247]

Onları çekip çeviren,sorgulamayı akıllarından geçirmedikleri özel bağlılıklardı.Asıl önemli olan,kişisel ilişkilerdi; hiçbir işe yaramayacak bir hareketin,birini kollarına almanın,dökülen bir gözyaşının,ölmekte olan birine söylenen bir sözün bir değeri olabiliyordu. [sf 295]

Kimse devrimi korumak için diktatörlük kurmaz; diktatörlük kurmak için devrim yapar. [sf 298]

UFAK BİR KİTAP MİMİ [Book Challenge Tag]


































Gece Kütüphanesi'nde hiç mim yayınlamadım bugüne kadar. Sanırım, daha önce
sadece kişisel mimler gelmişti. İlk defa kitap üzerine bir mim olunca, kütüphane-
nin ruhuna uyacağını düşünerek cevaplamaya karar verdim.

Aslında yine kitap üzerine, kendi hazırladığım/topladığım 45-50 soruluk bir yazı
epeydir taslak olarak duruyor ama bir türlü tamamlamak kısmet olmadı, bazıları
da senelik sorular olduğu için cevaplarının zamanı geçti v.s. v.s. Kısacası bu ilk
mimim olacak. :)

Gece Kütüphanesi'ni mimleyen Part of the Book bloguna ve instagramdan
gönderen kitap_bagimlisi na teşekkür ederek, sorulara geçiyorum:

1. İlk hayran olduğum kitap?

Çalıkuşu, Reşat Nuri Güntekin. 

Bu kitap, 8-10 yaşlarındayken, ciddi anlamda okuduğum ilk romandı. O yaşta ne
anladım bilemiyorum ama sonrasında defalarca okuyarak ezber ettiğimi, hatta hâlen
bazı cümleleriyle hayatın içinde yüzyüze yaşadığımı söyleyebilirim. Çalıkuşu'nu
geçtiğimiz günlerde, Çocukluk Okumaları'mızda yeniden okudum, ona dair adamakıllı,
uzun bir yazı yazacağım bloga, inşallah.

2. Favori kitap serim?

Gece Kütüphanesi'ne şöyle bir göz attıktan sonra bunu tahmin etmek hiç zor değil,
sanırım: Agatha Christie, Hercule Poirot Serisi. Bu çok afilli, biraz gülünç ama hayli
güvenilir küçük adamın hikayelerini okumaya bayılıyorum.

3. Favori kitabım?

Kitap okumayı gerçekten seviyorsanız, bu soruya cevap vermek elbette çok zor, bir favori
listesi oluşuyor okudukça ama bu defa içlerinden en sevdiğim bir tane seçtim:

Şarkı Söyleme Dersi, Katherine Mansfield. 

Şimdiye kadar okuduğum en güzel hikayeler. Öğretmenlik yaptığım kısa bir dönemde
yeniden okumuştum. Bu kitabı düşündüğümde, o günlere dair hissettiklerimi hatırlıyorum,
o açıdan da çok özel bir yeri var bende.

4. Favori erkek karakterim?

Bu sorunun yanıtı için çok düşündüm, hatta kütüphaneye gidip kitaplara tek tek baktım,
tabii baş karakteri erkek olan ve sevdiğim çok kitap var ama favori karakterim diyebileceğim
gibi değildi hiç biri. En sonunda içindeki ateş motiflerini çok beğendiğim klasik bir
hikayede karar kıldım.

Aslı'nın sevdasıyla âh ettiğinde, ağzından çıkan alevle tutuşarak yanıp kül olan Kerem, favorim.

5. Favori kadın karakterim?

Bir önceki sorunun aksine seçmekte zorlandım bu kategoride. Ama tercihim, terkedildiği
düğün sabahından beri çıkarmadığı gelinliğiyle, sofradaki ziyafet pastalarını bile
kaldırmadan yıllarca oturan Miss Havisham (Büyük Umutlar-Charles Dickens). Evet,
gerçekte böyle bir durumu düşünmek bile iğrenç ama o yoğun keder hali ancak bu kadar
şahane ve fantastik tasvir edilebilirdi diye düşünüyorum.

6. Favori okuma saatim?

Bazı sabahlar uyanır uyanmaz, uzun süre okurum. İkindi vakti, genelde çay içerek okurum.
Yatmadan hemen önce okumayı, oku-uyu bağlantısını kurduğu için pek sevmiyorum ama
onun öncesinde gece, tüm seslerin hafiflediği saatlerde okumak, en favori zaman dilimim
diyebilirim.

♥♥♥

Mimin gereği olarak, eğer soruları cevaplamayı arzu ederlerse ve daha önce yapmadılarsa,
ben de bu mimi sevgili kitap blogları Ne Okudum ve Renkli Kitap'a gönderiyorum. Uzun süredir
varolan bir mim olduğu için çoğu blog cevaplamıştır ama bu yazıyı okuyup, cevaplarını yazmak
isteyen herkesi de mimliyorum, maksat kitap üzerine konuşmak, yazmak olsun. (Yorum olarak da bırakabilirsiniz.)

Sevgiler.

BİBLİO

4 Ekim 2014 Cumartesi

HAYVAN ÇİFTLİĞİ George Orwell

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: Haziran 2014
Sayfa Sayısı: 152

Hayvan Çiftliği'ni çok küçükken radyo tiyatrosu olarak dinlemiştim, evde kaseti vardı. Bir başkaldırı, bir de çok gürültü hatırlıyordum. Distopik Roman Okumalarımızın fikri belirince, uzun zamandır okumak istediğim için ilk düşündüklerim Orwell'in kitapları oldu.

Kötü yaşam koşullarından rahatsız oldukları için bulundukları çiftlikte isyan çıkaran ve çiftçiyi kovarak kendi başlarına bir rejim kuran hayvanların hem şaşırtıcı, hem de trajikomik masalı.

Bu kitap hakkında ne yazsam basit bir tanımdan öteye gitmeyecekmiş gibi geliyor. Sadece, insanı düşüncelere sevkederek, ustaca eleştirmek istediklerini hicveden, çok iyi bir yazarın en iyi kitaplarından biri diyebilirim. Ertelemeden muhakkak okunması gereken kitaplardan.