Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 107
Márquez okumaya bu kitapla başlasaydım, daha kısa sürede hayran
kalır ve diğer yazdıklarını okumak için meraklanırdım. Fakat ilk olarak
Yüzyıllık Yalnızlık'ı okumuştum, şüphesiz bir başyapıt ama yazarın
zengin hayal dünyasına uyum sağlayabilmek, onun kıymetini bilebilmek için bir alışma evresi gerekiyor. Bu giriş için çok uygun olan Kırmızı Pazartesi hem yazarın diğerlerinden bağımsız romanlarından, hem de incecik hacmine edebiyat okuruna acı bir zevk veren, kısa ve derin hikayesini sığdırıyor.
Kolombiya'da, Gabriel García Márquez'in çocukluğunun geçtiği köyde, çok eskilerde yaşanmış bir cinayet öyküsünü anlatan Kırmızı Pazartesi, bir düğünün ertesi sabahında başlıyor. Gelinin iki kardeşi, Santiago Nasar adında bir gencin peşine düşüyor ve tüm kasabada öldürmek niyetiyle onu arıyorlar. Roman ilerledikçe yavaş yavaş cinayet anına nasıl gelindiği ve aslında neler olduğunu öğreniyoruz.
Kitabın başında (ve arka kapağında) katil ve kurbanın kim olduğunun açıkça yazmasının okuma heyecanı ve zevkine hiçbir zararı olmayacağını şahane bir şekilde anlatan, sürprizbozan fobiklere cevap niteliğinde bir roman bu. Márquez gizem ve gerilimi öyle bir seviyede tutuyor, hikayeyi son derece acı bir şekilde öyle bir tasvir ediyor ki, son sayfaya kadar merak ediyor ve 'çok yazık!' demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Hikayenin verdiği duygu; biraz 'kesinlikle bir gün öleceğini bilerek yaşamak' durumuna benziyor. Santiago'nun öleceğini, hatta barbarca öldürüleceğini biliyoruz en başından, fakat onun yaşadığı anları, yaptıklarını, düşündüklerini, aynı bu durumu başından beri bildiği halde elini kolunu kıpırdatmayan kasaba halkı gibi izliyoruz. Bu da mayhoş bir tad bırakıyor okuyucunun dimağında.
İyi edebiyat böyle bir şey. Bir roman ya da hikaye, okuma esnasında zorlayabilir, bu kitapta olduğu gibi o beyhudelik duygusuyla can yakabilir ama çok güzel olduğu gerçeğini değiştirmez bu. Hatta böylesi, mutlu hikayelerin aksine düşüncede daha derin bir iz bırakır.