Basım Yılı: 1989
Sayfa Sayısı: 443
Apaçık imalarından sonra bile 'Anladınız değil mi, sevgili okuyucular?' diyen bir yazarı uzun zamandır okumamıştım. Bu kadar safiyane bir tutum olamaz. Zaten Ekmekçi Kadın'ın olay örgüsü, karakterleri de bu minvalde oluşturulmuş.
Kibar, namuslu, hanım hanımcık kadınlar ve iyi kalpli, yardımsever, vicdanlı adamlar, bir de kötüler var. Bu kişiler bulundukları tarafı ve karakterlerini genellikle inkar etmemekle birlikte, iyi birinden kötü bir söz, veya bir kötünün kalbinin sızlamasına da şahit olmuyor değiliz.
Jeanne Fortier, kocasının bir iş kazası sonucu öldüğü fabrikada gece bekçiliği yaparken kendisine verilen odada küçük oğluyla birlikte yaşamaktadır. Fabrikanın ustabaşı Jacques Garaud, ona evlenme teklif eder. Jacques, aynı zamanda fabrika sahibi Jules Labroue'nin planlarını ve paralarını çalıp kaçmayı planlamaktadır. Jeanne'nin teklifini reddetmesi üzerine bütün suçu onun üzerine yıkmaya karar verir. Bir gece fabrikada yangın çıkarır, fabrikatörü bıçaklayarak öldürür ve soygununu gerçekleştirdikten sonra oradan uzaklaşır. Yangını başlatan gazyağı Jeanne'ye ait olduğu için, korkarak kaçmaya çalışan genç kadını tutuklarlar. Müebbete mahkum olduğu hapishane ve tımarhanede geçen uzun yıllar sonunda Jeanne firar eder, Paris sokaklarında ekmekçilik yapmaya başlar. Bir yandan da sütnineye emanet ettiği kızı Lucie ve bir rahibin yanına bıraktığı oğlu Georges'ı aramaktadır.
Sahte bir kimlikle Amerika'ya kaçan Jacques Garaudise ise bir işadamının gözüne girmiş, ortağı ve damadı olmayı başarmıştır. Karısı, kızını doğurduktan kısa bir süre sonra ölür. Kızı Mary, 18 yaşına geldiğinde babasının ülkesi Fransa'ya dönmeleri için ısrar eder. Jacques, Jeanne ve fabrikatör Jules Labroue'nin çocuklarının yolları Paris'te kesiştiğinde gerçekler ortaya çıkacak mıdır?
Fazlasıyla duygusal bu romanın okuyucuyu sıkmasını engelleyen şey, olayların büyük bir hızla akıp geçmesi diyebilirim. Kitapta zaman çok hızlı akıyor ve üstüste atılan düğümlerin nasıl çözüleceği kolaylıkla anlaşılsa da Montepin'in o saf ve yumuşak anlatımı hikayeyi sonuna kadar okumanıza neden oluyor.
Birbirini seven iki gence Lucie-Lucien gibi uyumlu iki isim verilmesi, evladını-annesini tanımadan sadece hissederek sevmek, Jeanne ve Lucie'nin ayrı ayrı zamanlarda ölümden kılpayı kurtulmaları v.b. hayli romantik, bir parça inandırıcılıktan uzak ayrıntılar var kitapta. Bir de herhalde o dönemde daha baskın olan 'insanlar ne der?' kaygısı ki, Lucien'e gıcık etti beni okurken.
Fransız Edebiyatı'nın meşhur klasiklerinden Ekmekçi Kadın'ın acılı arabesk hikayesinden Yeşilçam da istifade etmiş. Kitaptaki hikayenin Fatma Girik ve Türkan Şoray'ın oynadığı iki ayrı filmi bulunuyor.
Aslında kitap için iyi ya da kötü, çok net bir şey söylemek istemiyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki, ne akılda kalacak, ne de dikkatle okuma hissi uyandıracak bir tarafı yok. Bizdeki Kerime Nadir romanları gibi. Hoş, acıklı, akıcı ama hepsi bu.