29 Haziran 2012 Cuma

EKMEKÇİ KADIN _ Xavier de Montepin

Yayın Evi: Engin Yayıncılık
Basım Yılı: 1989
Sayfa Sayısı: 443

Apaçık imalarından sonra bile 'Anladınız değil mi, sevgili okuyucular?' diyen bir yazarı uzun zamandır okumamıştım. Bu kadar safiyane bir tutum olamaz. Zaten Ekmekçi Kadın'ın olay örgüsü, karakterleri de bu minvalde oluşturulmuş.

Kibar, namuslu, hanım hanımcık kadınlar ve iyi kalpli, yardımsever, vicdanlı adamlar, bir de kötüler var. Bu kişiler bulundukları tarafı ve karakterlerini genellikle inkar etmemekle birlikte, iyi birinden kötü bir söz, veya bir kötünün kalbinin sızlamasına da şahit olmuyor değiliz.

Jeanne Fortier, kocasının bir iş kazası sonucu öldüğü fabrikada gece bekçiliği yaparken kendisine verilen odada küçük oğluyla birlikte yaşamaktadır. Fabrikanın ustabaşı Jacques Garaud, ona evlenme teklif eder. Jacques, aynı zamanda fabrika sahibi Jules Labroue'nin planlarını ve paralarını çalıp kaçmayı planlamaktadır. Jeanne'nin teklifini reddetmesi üzerine bütün suçu onun üzerine yıkmaya karar verir. Bir gece fabrikada yangın çıkarır, fabrikatörü bıçaklayarak öldürür ve soygununu gerçekleştirdikten sonra oradan uzaklaşır. Yangını başlatan gazyağı Jeanne'ye ait olduğu için, korkarak kaçmaya çalışan genç kadını tutuklarlar. Müebbete mahkum olduğu hapishane ve tımarhanede geçen uzun yıllar sonunda Jeanne firar eder, Paris sokaklarında ekmekçilik yapmaya başlar. Bir yandan da sütnineye emanet ettiği kızı Lucie ve bir rahibin yanına bıraktığı oğlu Georges'ı aramaktadır.

Sahte bir kimlikle Amerika'ya kaçan Jacques Garaudise ise bir işadamının gözüne girmiş, ortağı ve damadı olmayı başarmıştır. Karısı, kızını doğurduktan kısa bir süre sonra ölür. Kızı Mary, 18 yaşına geldiğinde babasının ülkesi Fransa'ya dönmeleri için ısrar eder. Jacques, Jeanne ve fabrikatör Jules Labroue'nin çocuklarının yolları Paris'te kesiştiğinde gerçekler ortaya çıkacak mıdır?

Fazlasıyla duygusal bu romanın okuyucuyu sıkmasını engelleyen şey, olayların büyük bir hızla akıp geçmesi diyebilirim. Kitapta zaman çok hızlı akıyor ve üstüste atılan düğümlerin nasıl çözüleceği kolaylıkla anlaşılsa da Montepin'in o saf ve yumuşak anlatımı hikayeyi sonuna kadar okumanıza neden oluyor.

Birbirini seven iki gence Lucie-Lucien gibi uyumlu iki isim verilmesi, evladını-annesini tanımadan sadece hissederek sevmek, Jeanne ve Lucie'nin ayrı ayrı zamanlarda ölümden kılpayı kurtulmaları v.b. hayli romantik, bir parça inandırıcılıktan uzak ayrıntılar var kitapta. Bir de herhalde o dönemde daha baskın olan 'insanlar ne der?' kaygısı ki, Lucien'e gıcık etti beni okurken.

Fransız Edebiyatı'nın meşhur klasiklerinden Ekmekçi Kadın'ın acılı arabesk hikayesinden Yeşilçam da istifade etmiş. Kitaptaki hikayenin Fatma Girik ve Türkan Şoray'ın oynadığı iki ayrı filmi bulunuyor.

Aslında kitap için iyi ya da kötü, çok net bir şey söylemek istemiyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki, ne akılda kalacak, ne de dikkatle okuma hissi uyandıracak bir tarafı yok. Bizdeki Kerime Nadir romanları gibi. Hoş, acıklı, akıcı ama hepsi bu.

25 Haziran 2012 Pazartesi

ÖLÜMÜ HİSSEDEN KEDİ OSCAR _ David Dosa

Yayın Evi: Epsilon Yayınları
Basım Yılı: Haziran 2010
Sayfa Sayısı: 256

Amerika, Rhode Island eyaletinde, bir huzurevinde yaşayan Oscar isimli kedinin enteresan hikayesini, orada görevli geriatri uzmanı David Dosa kaleme almış.

Genellikle Alzheimer ve ağır bunama hastalıklarıyla başetmeye çalışan hastaların bulunduğu bakımevinde, Oscar'ın ölmek üzere olan hastaları ayırdederek gidip onların yanında kaldığı farkedilmiş. Kedi, hastanın yatağının ucuna kıvrılıyor ve cenaze kalkıp oda boşalana kadar oradan ayrılmıyormuş. 

Doktor Dosa, onun normalde sokulgan bir kedi olmamasına rağmen refakat ettiği hastaların yakınlarının kendisini sevmelerine de izin verdiği ve böylelikle bir nev'i destek olarak rahatlamalarına yardımcı olduğunu  anlatıyor. Hiç yanılmadığı anlaşılan Oscar'ın, yatağına yerleşmek üzere seçtiği hastanın yakınları derhal çağırılıyor, sevdikleri ile vedalaşmaları da kabil oluyormuş.

Oscar'ın bu  sezgisel yeteneğine bilimsel bir açıklama da getiren Doktor, bu merhametli kediyle ilgili yazdığı bir makalenin çok ilgi görmesi üzerine, son anlarını Oscar'la birlikte geçiren hastaların yakınlarıyla konuşup bu kitabı yazdığını söylüyor.

Kişisel olarak kedilerle iletişimim gözlemden öteye gitmese de hayvanların hastalıklara karşı duyarlı olduklarına inanıyorum. Bu açıdan Oscar'ın hikayesini ilgiyle okudum. Fazlası, eksiği olmayan, gayet düzgün, anlatmak istediğini güzelce ifade eden bir kitap olduğunu söyleyebilirim.


24 Haziran 2012 Pazar

ORTANCALAR _ Felisberto Hernandez

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı:1984
Sayfa Sayısı: 223

'Hernandez'in dünyası, anlamsız kuklaların, yırtık pırtık kağıttan kentlerin, uyumsuz konuşmaların, gülünç acıların, hüzünlü maskaralıkların yer aldığı, inanılmazın kol gezdiği bir tiyatro gibi..'

Ne kadar hoş geliyor bu cümleyi okuyunca ve merak uyandırıyor, değil mi? Halbuki Hernandez'in hikayelerinden oluşan kitabın tek hoş tarafı bu arka kapaktaki sunuş cümlesi diyebilirim.

Batık Ev, Timsah, Ursule, Ortancalar, Yeşil Yürek, Yemek Odası, Balkon, Hani O Bana Benzeyen Kadın, İlk Konserim, Kimse Lambaları Yakmıyordu.

Önsözde büyülü gerçekçiliğe dahil olduğu iddia ediliyorsa da,  kitabı tutarsız saçmalıklar silsilesi diye tanımlarsak daha doğru olur. Evinin içinden bir dere dolaştıran orta yaşlı bir kadından başlayarak, ana hikaye Ortancalar'daki oyuncak bebeklere atfedilen anlamlara kadar kendi içinde bir bütünlük ve hayali de olsa bir 'gerçekçilik' barındırmıyor. Bu haliyle okurken hiçbir lezzet duymamanızın yanısıra fenalıklar geçiriyorsunuz. İyi edebiyata dair keşfedilecek çok fazla örnek varken böyle bir kitabı okumak vakit kaybı diye düşünüyorum.


YABANCI _ Albert Camus

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: Eylül 2010
Sayfa Sayısı: 111

İyi kitaplar hakkında söylenecek çok fazla şey olmuyor. Herşeye ve herkese kayıtsızlık, 'olsa da olmasa da bir' hali ancak bu kadar net anlatılabilirdi. 

Romanın konusu zaten basit; tesadüf sonucu birini öldüren Mersault, kendi ölümüne giden süreci uzaktan izliyor gibidir. Bu yabancılaşmanın ve anlamsızlığın felsefesi üzerine eleştirmenler tarafından hayli kafa yorulmuş ama burada kısaca bahsedersek kitaba haksızlık olur diye düşünüyorum.

Yabancı sakin, sessiz ve derin bir roman, adeta uzun bir öykü. Çarçabuk bitiveriyor. Veba'yı okuduğumda bunalmıştım ama anlatımdan değil, konunun vehametinden, o umutsuzluk halinin apaçık ortaya dökülüp okuru dehşete düşürmesindendi bu.

Camus'nun diğer kitaplarını da okumam gerektiği anlaşılıyor. Yalın uslûbu ve ne anlatmak istediğini bilen tavrını bu defa çok beğendim.


23 Haziran 2012 Cumartesi

HUYSUZ KIZ _ William Shakespeare

Yayın Evi: Remzi Kitabevi
Basım Yılı: 1997
Sayfa Sayısı: 155

Shakespeare Okumalarımız için seçtiğim son kitap Huysuz Kız, yazarın erken dönem oyunlarından.

Zengin bir lord, yol kenarına sızıp kalmış ayyaş Christopher Sly'ı görünce, ona muziplik yapmaya karar verir. Uşaklarına adamı eve getirip güzelce giydirmelerini ve kendi yatağına yatırmalarını emreder. Sarhoş adam uyandığında, lord ve hizmetlileri ona bir asilmiş gibi davranırlar, hatta onuruna bir oyun düzenlenir:

Varlıklı bir adam olan Baptista'nın evlenme çağına gelmiş iki kızı vardır; aksiliği yüzünden herkesin bucak bucak kaçtığı Katherina ve uysal, tatlı kızkardeşi Bianca. Baptista birçok talibi olan Bianca'yı, ablası evlenmeden önce kimseye vermemeğe kararlıdır. Verona'dan gelen Petruchio, Katherina ile evlenmeye karar vererek, kızı babasından ister. Onu yola getirmeye ve uslandırmaya kararlıdır. Türlü oyun ve planlarla Katherina'nın tüm huysuzluklarını törpüler, onu kendisi için ideal bir eş kıvamına getirir.

Huysuz Kız, bir oturuşta okunabilecek, hoş, hafif bir Shakespeare eseri diyebilirim. Petruchio'nun 'deli deliyi görünce çomağını saklar.' mantığıyla hareket ederek Katherina'ya boyun eğdirmesi gayet komik bir dille anlatılıyor. Katherina'nın kendini savunmaktan öteye giden iğneli lafları da hayli eğlenceli.

Shakespeare'ın bu oyun için anafikrini ise Petruchio'nun şu sözleri özetliyor sanırım;

'İki şiddetli yangın karşılaşıp birleşince,
Onları alevlendiren şeyi de yakar tüketirler.
Hafif esintiler küçük ateşleri körükler ama,
Rüzgar fırtınaya dönünce ne ateş kalır ne başka bir şey.'

ONİKİNCİ GECE _ William Shakespeare

Yayın Evi: Remzi Kitabevi
Basım Yılı: 1992
Sayfa Sayısı: 168

Fırtına 'nın ardından hangi Shakespeare oyununu okusam o sadeliği ve büyüleyici anlatımı arayacaktım sanırım. Halbuki Onikinci Gece, şâşaalı ve klasik tarzda bir anlatım içeriyor. Böyle olması da çok normal zîrâ Noel şenliklerinin onikinci gecesi sarayda oynanması için yazılmış. Oyun -diğer adıyla- Siz Nasıl İsterseniz, ciddiyet ile komedinin harmanlandığı bir olay akışına sahip diyebiliriz.

Oyun, İtalya civarında varolduğu hayal edilen Illyria isimli yerin dükü Orsino'nun, babası ve erkek kardeşinin ölümü için yas tutan kontes Olivia'ya aşkının dizeleriyle başlıyor. Orsino, kendisiyle evlenmesi için Olivia'yı ikna etmek üzere Viola'yı görevlendirir. Orsino'nun hizmetlisi, erkek kılığındaki Viola, bir deniz kazasında ikizi Sebastian'ı kaybetmiş genç bir kızdır ve gizliden gizliye dükü sevmektedir. Buna rağmen Olivia'ya giderek Orsino'nun aşkını anlatır, aralarını bulmak için çaba gösterir. Olivia ise erkek kılığındaki Viola'ya aşık olur, ikiz kardeşi Sebastian'ın ortaya çıkmasıyla onu sevdiği adam zannederek evlenir. Herşey açığa çıktıktan sonra Dük Orsino, Olivia'dan umudu keserek Viola'nın sevgisine karşılık verir.

Tipik bir 'romantik komedya' olarak nitelendirilen eser, böyle çapraz ilişki ağlarıyla örülmüş. Ciddi aşk ilişkileri ve bir komik tuzak olmak üzere iki katmanı bulunan Onikinci Gece'den bahsederken Olivia'nın hizmetçisi Maria, amcası Sir Toby, kahyası Malvolio, uşağı Fabian ve soytarı Feste takımı arasında geçen bölümlerin oyunun komedi unsurunu oluşturduğunu da söylemek gerek. Kendini beğenmiş, kibirli kahya Malvolio'ya bir mektupla kurulan tuzak bir hayli eğlenceli.

Onikinci Gece, her ne kadar havai ve neşeli bir metin olsa da, içinde yer alan bir şarkı Agatha Christie'ye nefis bir kitap olan Koltuktaki Ölü'nün ilhamını vermiş.

Dük Orsino, 'Neredeysen ey ölüm gel yaklaş / Hüzünlü bir selvi tabuta koyun beni..' 
dizeleriyle başlayan şarkıyı,
'Güneşte yün eğiren ve örenler, dantel işleyen tasasız kızlar,
Hep bu şarkıyı söylerler.
Bu melodi yalın gerçekleri dile getirir,
Eski günlerdeki saf sevgiden söz eder.' diye tanımlar.   (sf 79)

Viola ise, efendisini sürekli reddeden Olivia'ya, 'Eğer size aşık olan ben olsaydım, salkım söğütten* bir kulübe kurar kapınızın önüne, evinizde dolaşır, durmadan ruhumu(sizi) isterdim (...) öyle ki rahat edemez olur, acırdınız bana.' der. *Salkım söğüt, İngiliz edebiyatında umutsuz aşkı simgelemektedir. (sf 59) 

Sebastian, öldüğü sandığı kızkardeşi için, 'Onun anısını tuzlu suda boğmaktayım. ' diyerek ağlamasını kasteder. (sf 61)

Yine Sebastian'ın ağzından
'Ya delirdim, ya düş görüyorum.
Hayal bilincimi hep bu unutkanlık ırmağında* tutsun!
Eğer bu bir düşse, bitmesin uykum.' cümlelerini okuruz.
*Lethe, Cehennemde olduğu varsayılan efsanevi bir ırmak, suyunu içen kişinin bütün geçmişini unuttuğuna inanılıyor. (sf 138)

Shakespeare oyunları içinde birçok tanımlama, mitolojik öğe ve göndermeler geçtiği için, editörlerin tercihine göre bu açıklamalar ya kitabın sonunda toplu olarak yahut bulundukları sayfanın altına yerleştirilmiş. Fırtına'yı okurken, açıklamalar için son sayfalara sürekli bakmak çok sıkıntı vermişti ama Onikinci Gece'de bu bölümlerin sayfa altlarına eklenmiş olması çok kolaylık sağlıyor. Oyunları alırken bu hususa dikkat etmekte fayda var diye düşünüyorum.



6 Haziran 2012 Çarşamba

FIRTINA _ William Shakespeare

Yayın Evi: Remzi Kitabevi
Basım Yılı: 94
Sayfa Sayısı: 124

William Shakespeare'ın yazdığı son oyun olarak bilinen Fırtına, bir olgunluk eserine yakışır biçimde yalın ve etkileyici. Hamlet, Romeo ve Juliet, Othello gibi meşhur metinlerine aşina olanların bildiği üzere lafı ballandırmayı, uzatmayı, eğip bükmeyi çok seven yazarın bu denli sade ve güzel bir oyunu kaleme almış olması, dehasına duyulan hayranlığı bir kat daha perçinliyor.

Milano Dükü Prospero, gözünü taht hırsı bürümüş kardeşi Antonio ve ona yardım eden Napoli Kralı Alonso tarafından tuzağa düşürülerek kaçırılır. Hainler, Prospero ve kızı Miranda'yı bir gemiye bindirerek ülkeden uzaklaştırır. Issız denizin ortasında eski püskü bir takaya bıraktıkları Prospero'ya yardım etmeye çalışan namuslu Lord Gonzalo, ona bir takım elbiseler ve kitaplarını verir.
Prospero, doğaüstü ilimler üzerindeki çalışmalarında ona yol gösteren kitaplarının da yardımıyla kızı ve kendisini bir adaya çıkarmayı başarır, orada kendilerine bir hayat kurarlar. Adada kötü bir büyücünün öksüz oğlu Caliban ve Prospero'nun emrindeki perilerden başka kimse yoktur. Prospero, Caliban'ı itaati altına alır ve bir ağaç kovuğundan kurtardığı peri Ariel kumandasında adaya hükmetmeye başlar.

Oyunun başlangıcında büyücülük güçlerini kullanarak bir fırtınaya yol açan Prospero, Napoli Kralı, kardeşi Sebastian, Antonio ve Kralın oğlu Ferdinand ve bir grup soylunun içinde bulunduğu tekneyi parçalayarak karaya vurmasını sağlamıştır. Geminin içindekiler peri Ariel'in hünerleriyle elbiseleri bile ıslanmadan kıyıya çıkarlar. Ariel, Ferdinand'ı efendisinin yaşadığı mağaraya getirince delikanlı, Miranda'ya aşık olur. Prospero, onu çeşitli imtihanlardan geçirir ve kızıyla nişanlanmasına razı olur. Öte taraftan dükalığını elinden alan eski yoldaşları için çeşitli ürkütücü oyunlar hazırlar ve pişman olduklarında onları affeder.

Perilerini azad edip, büyücü asasını kıran, kitaplarını suya atarak doğaüstü güçlerinden vazgeçen Prospero, kızı ve damadıyla birlikte ülkesine geri döner. 

İntikamını çok şiddetli bir şekilde alabilecekken, ruhundaki öç duygusuna dur diyebilen Prospero, oyunda seçilmiş, hakedilmiş bilgeliğin sembolü, kötülük nedir bilmeyen Miranda ise saflığın, temizliğin timsali olarak yer alıyor. Ferdinand'ın da yine, babası gibi dünyevi hırslara kendini kaptırmadığını görüyoruz. Elinden geldiğince Prospero'ya yardım eden Lord Gonzalo'nun haricindeki tüm karakterler için (Ariel de dahil) öğrenilmesi gereken dersler var metin boyunca. Prospero gücü elinde tutan, iyi bir öğretmen disipliniyle tek tek uyguluyor bunları. Shakespeare'ın büyülü kalemi sayesinde sıkıcı olmaktan kurtulan bu öğretiler, Fırtına'yı eşsiz bir hayat okulu kisvesine yerleştiriyor.

Çeviri bir metin dahi olsa, Shakespeare okurken manadaki estetik zerafeti derinden hissetmemeniz mümkün değil. Önsözde söylenildiği gibi 'anlaşılmazı anlatmaya çalışan sanatçı, anlaşılmazı anlamaya çalışan okuyucu'suna öyle etkileyici anahtarlar sunuyor ki.

Bu bâbda, birşeyleri çözümler ya da çözümlemez dikkate almadan, sadece edebî sanat adına büyük haz veren bölümlerden biraz bahsetmek yerinde olur sanıyorum:

-Prospero, kızına başlarından geçenleri anlatırken, harap bir teknede denizin ortasına bırakıldıklarında, "Bize acıyıp âh ederken derdimize dert katacak sadece rüzgârlar vardı." diyor. (sf 25) Âh edelim derken daha sert eserek tekneyi zor durumda bırakacakları için. 

-Miranda sevgili babasına 'Sizi dinleyen sağır olsa iyileşirdi efendim.' diyerek iltifatta bulunuyor. (sf 23)

-Miranda, Ferdinand için: "Bunun gibi birmabette kötü şey barınamaz. Kötü ruhun böyle barınağı olsa, iyi şeyler de orada kalmaya can atardı." (sf 41)

-Prospero, "Kendi ayağım hoca mı kesildi başıma?" Miranda'ya. (sf 42)

- "Kapımıza vuran her derdi alırsak öteki dünya köşesini döneriz." (sf 46) Gonzalo.

- "Uyku hazır gelmişken, bence karşı koymayın. Hüznün ziyaretine kolay kolay gitmez çünkü, ama gittiğinde huzur verir." (sf 56) Sebastian.

- "Övgüler toplanıp ardına düşse, biri bile ulaşamaz eteğine." (sf 93) Miranda için. 

- Prospero Miranda'ya el sürmeyeceğine dair sözler veren Ferdinand'a "En şiddetli yeminler bile kanında dolaşan ateşte saman çöpüdür."(sf 95)

- "Rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız biz ve uykuyla çevrilidir küçücük hayatımız." (sf 100)

Fırtına'dan alıntıladığım cümleler içinde uyku ve rüyâ üzerine söyledikleri ayrıca etkiliyor beni. Salt onlar için bile, bu kitap külliyatın baş köşesinde olmayı hakediyor. Oyunun son cümlelerinde Prospero'nun dilinden vedâ eden Shakespeare'ın kısa ve vurucu metni için ne söylense az. Duru bir su gibi akıp gidiyor ve büyülüyor.. Bu edebi güzellikten mahrum kalmak büyük bir kayıp olur diye düşünüyorum.