Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: 1971
Sayfa Sayısı: 171
Cinayetler Limanı, Georges Simenon'dan okuduğum ikinci kitap ve onun meşhur dedektifi Maigret ile de tanıştım bu defa.
Quistreham Limanı şefi, eski kaptan Yves Joris, Paris bulvarlarında amaçsız bir şekilde dolaşırken bulunur. Başında bir yara izi vardır ve hafızasını, konuşma yeteneğini kaybetmiştir. Komiser Maigret, Joris'i almaya gelen yardımcısı Julie ile beraber, adamın yaşadığı küçük liman kasabasına gider. Joris ertesi sabah zehirlenmiş olarak bulunduğunda, Maigret katili bulmak için elinden geleni yapacaktır..
Bella'nın Ölümü'nü ne denli zevkle okuduysam, bu kitabı da aynı ölçüde sıkılarak bitirdim. Maigret'in sıradan maceralarından birine mi denk geldim bilemiyorum ama kendisi gayet vasıfsız ve alelâde bir portre çiziyordu. Belki şâşâlı Poirot'cuğuma alışkın olduğum için bu kadar yadırgamış da olabilirim. Her halukarda bir baş karakterin keskin hatları olması gerek diye düşünüyorum.
Kurguya ve konuya gelince bu açıdan da pek ahım şahım değildi Cinayetler Limanı. Cinayet sebebi zayıftı, arkasında yatan hikaye kullanılmaktan eprimişti.
Simenon okumaya ancak Bella'nın Ölümü gibi derinlikli başka kitaplarını bulursam devam edebilirim. Maigret serisi ise şansını kaybetmiş gibi görünüyor.
Not: Polisiye Okumalarımızın son kitabıydı bu, benim için. Sevgili arkadaşım Deniz'e ve bu okumada bize eşlik eden diğer arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Birlikte okumak çok hoştu.
31 Aralık 2012 Pazartesi
BELLA'NIN ÖLÜMÜ _ Georges Simenon
Yayın Evi: Metis Yayınları
Basım Yılı: 1993
Sayfa Sayısı: 132
Yağmurlu ama insanın içini dondurmayan bir Aralık akşamı, daha önce birkaç defa önünden geçip fotoğraflarını çekmekle yetindiğim sahaflara daha fazla karşı koyamayıp, Georges Simenon'un iki kitabını aldım. Metis Yayınlarının bu, ilk sayfası kapakta başlayan polisiyelerini çok şık buluyordum zaten. Roger Ackroyd Cinayeti'm de aynı seridendi.
Polisiye Okumaları'mız tam da bu kitapların üzerine denk geldi, onları da Christie'lere ekledim böylece.
Spencer Ashby, küçük bir Fransız kasabasında karısı Christine ile birlikte yaşayan bir öğretmendir. Bir süredir yanlarında kalan, bir aile dostlarının kızı Bella odasında öldürülmüş olarak bulunur. Bu olay Spencer ve Christine'in tüm ilişki dengelerini altüst eder..
Simenon'un psikolojiye önem verdiğini, kişisel ayrıntılar üzerinden bunu kitaplarına yansıttığını duymuştum. Bella'nın Ölümü'nün ilk birkaç sayfasını okur okumaz söylenenlerin doğru olduğunu görerek mutlu oldum. Spencer'ın bunalımları, Christine'in tozları halının altına süpüren hali hayli ilginçti. Karlı kır atmosferi de enteresan bir şekilde okumamızın ruhuna uygun düştü. Kitabı çok beğendim. Sadece Bella sığ bir karakter olarak kalmasaydı daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Bir çeşit kapalı kutu gibi. Ne hissettiği, ne düşündüğüne dair çok az done var romanın akışında. Spencer için ise bunun tam zıttı bir durum söz konusu. Her dakika ne yaşadığı anlatılıyor neredeyse.
Hafif muğlak bir son da bu kitaba gayet yakışmış. Gerçi son sayfayı okuyup bitirdiğinizde daha devamı varmış gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Bu kitabı okuyunca Metis Polisiye'lerin bir ortak noktası varmış gibi geldi bana. Diğerlerini okumadan emin olmak mümkün değil ama en azından Roger Ackroyd ve Bella'nın Ölümü açısından bir paralellik görülüyor.
Basım Yılı: 1993
Sayfa Sayısı: 132
Yağmurlu ama insanın içini dondurmayan bir Aralık akşamı, daha önce birkaç defa önünden geçip fotoğraflarını çekmekle yetindiğim sahaflara daha fazla karşı koyamayıp, Georges Simenon'un iki kitabını aldım. Metis Yayınlarının bu, ilk sayfası kapakta başlayan polisiyelerini çok şık buluyordum zaten. Roger Ackroyd Cinayeti'm de aynı seridendi.
Polisiye Okumaları'mız tam da bu kitapların üzerine denk geldi, onları da Christie'lere ekledim böylece.
Spencer Ashby, küçük bir Fransız kasabasında karısı Christine ile birlikte yaşayan bir öğretmendir. Bir süredir yanlarında kalan, bir aile dostlarının kızı Bella odasında öldürülmüş olarak bulunur. Bu olay Spencer ve Christine'in tüm ilişki dengelerini altüst eder..
Simenon'un psikolojiye önem verdiğini, kişisel ayrıntılar üzerinden bunu kitaplarına yansıttığını duymuştum. Bella'nın Ölümü'nün ilk birkaç sayfasını okur okumaz söylenenlerin doğru olduğunu görerek mutlu oldum. Spencer'ın bunalımları, Christine'in tozları halının altına süpüren hali hayli ilginçti. Karlı kır atmosferi de enteresan bir şekilde okumamızın ruhuna uygun düştü. Kitabı çok beğendim. Sadece Bella sığ bir karakter olarak kalmasaydı daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Bir çeşit kapalı kutu gibi. Ne hissettiği, ne düşündüğüne dair çok az done var romanın akışında. Spencer için ise bunun tam zıttı bir durum söz konusu. Her dakika ne yaşadığı anlatılıyor neredeyse.
Hafif muğlak bir son da bu kitaba gayet yakışmış. Gerçi son sayfayı okuyup bitirdiğinizde daha devamı varmış gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Bu kitabı okuyunca Metis Polisiye'lerin bir ortak noktası varmış gibi geldi bana. Diğerlerini okumadan emin olmak mümkün değil ama en azından Roger Ackroyd ve Bella'nın Ölümü açısından bir paralellik görülüyor.
NEDEN EVANS'A SORMADILAR? _ Agatha Christie
Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: 2011
Sayfa Sayısı: 301
Uçurumun kenarında, köy doktoru ile golf oynayan rahibin oğlu Bobby, bir çığlık duyar. Sesi duyduğu yöne doğru gidince bir adamın yol kenarındaki uçurumdan aşağı düşmüş olduğunu farkederler. Yanına indiklerinde ölmek üzere olan adam son bir cümle mırıldanır: 'Neden Evans'a sormadılar?'
Bobby birkaç gün sonra bir cinayet girişimiyle karşı karşıya kalır ve tanık olduğu ölümün bir kaza olup olmadığından şüphelenmeye başlar. Yakın arkadaşı Frankie ile o anlamsız gibi görünen cümlenin gizemi çözmeye karar verirler..
Neden Evans'a Sormadılar?, Christie'ler içinde fazlasıyla teknik olanlarından biri. Gayet düzenli, heyecanlı, tıkır tıkır ilerliyor. Tam bir macera-polisiye ancak en favorilerimden biri olduğunu söyleyemem. Agatha Christie'yi sadece iyi polisiye yazdığı için okuyor olsaydım, durum değişirdi tabii.
Esrarengiz Sanık'ta olduğu gibi yine yayın politikası sonucu birçok isme sahip bir Christie bu: Uçurumdan Aşağı, Evans Nerede, Esrarlı Kayalık, Evans'a Neden Sormadılar, Ceset Dedi ki.
Ceset Dedi ki, mantıki hatasına rağmen en ürpertici ve güzel ismiydi bence. Çok yakışıyordu. O haliyle birkaç defa okumuş ve sevmiş olduğumu hatırlıyorum.
Basım Yılı: 2011
Sayfa Sayısı: 301
Uçurumun kenarında, köy doktoru ile golf oynayan rahibin oğlu Bobby, bir çığlık duyar. Sesi duyduğu yöne doğru gidince bir adamın yol kenarındaki uçurumdan aşağı düşmüş olduğunu farkederler. Yanına indiklerinde ölmek üzere olan adam son bir cümle mırıldanır: 'Neden Evans'a sormadılar?'
Bobby birkaç gün sonra bir cinayet girişimiyle karşı karşıya kalır ve tanık olduğu ölümün bir kaza olup olmadığından şüphelenmeye başlar. Yakın arkadaşı Frankie ile o anlamsız gibi görünen cümlenin gizemi çözmeye karar verirler..
Neden Evans'a Sormadılar?, Christie'ler içinde fazlasıyla teknik olanlarından biri. Gayet düzenli, heyecanlı, tıkır tıkır ilerliyor. Tam bir macera-polisiye ancak en favorilerimden biri olduğunu söyleyemem. Agatha Christie'yi sadece iyi polisiye yazdığı için okuyor olsaydım, durum değişirdi tabii.
Esrarengiz Sanık'ta olduğu gibi yine yayın politikası sonucu birçok isme sahip bir Christie bu: Uçurumdan Aşağı, Evans Nerede, Esrarlı Kayalık, Evans'a Neden Sormadılar, Ceset Dedi ki.
Ceset Dedi ki, mantıki hatasına rağmen en ürpertici ve güzel ismiydi bence. Çok yakışıyordu. O haliyle birkaç defa okumuş ve sevmiş olduğumu hatırlıyorum.
ESRARENGİZ SANIK _ Agatha Christie
Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: 2010
Sayfa Sayısı: 288
Polisiye Okumaları'mız için seçtiğim iki yeni-tam basım Christie'den biri Esrarengiz Sanık'tı. Daha önce defalarca okuduğum ve çok sevdiğim bu kitap üzerine Poirot Haftası'nda uzun denilebilecek bir yazı yazmıştım.
Kitabın konusu ve ne düşündüğümle ilgili önceki yazıda yeterince ayrıntı var, fakat şunu ekleyebilirim ki, Esrarengiz Sanık'ı ilk okuduğumda, birkaç sayfanın ardından durup kitabı kapatmış ve bir süre heyecanımın geçmesini beklemiştim. Hani olağanüstü güzellikte bir şeyle karşılaştığınızda, kalbinizi sarsan o etkinin geçmesi için derin bir nefes almanız gerekir ya, öyle bir andı..
Agatha Christie'nin bu romanı çeviri ve isim açısından biraz şanssız diyebiliriz. Zehirli Miras, Ölüme Doğru, Koltuktaki Ölü, Morfin ve en nihayet Esrarengiz Sanık olarak yayınlanmış şimdiye kadar. Çeviri eksiklerine gelince Koltuktaki Ölü'nün 181 sayfa, Esrarengiz Sanık'ın ise 288 sayfa olduğunu söylersek sanırım durum daha net anlaşılır.
Koltuktaki Ölü, diğer yazıda da belirttiğim gibi benim en çok yakıştırdığım isim. Fakat Esrarengiz Sanık'ı da alıp okuduğuma çok memnunum, hem eksik sayfaları açısından, hem de orijinalinde bulunan elle yazılmış imzasız mektup, morfin etiketi parçası gibi yazı ve çizimleri bu basımda görmek çok hoşuma gitti. Ayrıca Onikinci Gece'den alınmış dizeler ilk sayfada aynen duruyordu. Çevirmen Çiğdem Öztekin'in de giderek Agatha Christie tarzına daha aşina olduğu görülüyor. İlk çevirilerindeki donuk ifadeler azalmaya başlamış ki Esrarengiz Sanık bu yönüyle de (önceki çeviriyi adeta ezberlemiş biri olan) beni hiç rahatsız etmedi.
Bu defa kitabı okuduktan sonra, daha fazla beklemeyip filmini de izledim. Elinor ve Peter, tam hayalimdeki gibiydi. Bilhassa Elizabeth Dermot Walsh'ın duygu geçişleri şahaneydi. Hunterbury Köşkü ve olayın geçtiği köyün tarihi dokusu, Poirot'nun soruşturmalarını gizlediği çay davetleri v.b. ayrıntılar da kitabın ruhuna uygun düşüyordu. Bazı Christie uyarlamalarında olduğu gibi büyük değişiklikler olmaması da mutluluk vericiydi bana göre. Kitabı okumamış birinin bile zevk alacağı, güzel, kaliteli bir filmdi diyebilirim.
Basım Yılı: 2010
Sayfa Sayısı: 288
Polisiye Okumaları'mız için seçtiğim iki yeni-tam basım Christie'den biri Esrarengiz Sanık'tı. Daha önce defalarca okuduğum ve çok sevdiğim bu kitap üzerine Poirot Haftası'nda uzun denilebilecek bir yazı yazmıştım.
Kitabın konusu ve ne düşündüğümle ilgili önceki yazıda yeterince ayrıntı var, fakat şunu ekleyebilirim ki, Esrarengiz Sanık'ı ilk okuduğumda, birkaç sayfanın ardından durup kitabı kapatmış ve bir süre heyecanımın geçmesini beklemiştim. Hani olağanüstü güzellikte bir şeyle karşılaştığınızda, kalbinizi sarsan o etkinin geçmesi için derin bir nefes almanız gerekir ya, öyle bir andı..
Agatha Christie'nin bu romanı çeviri ve isim açısından biraz şanssız diyebiliriz. Zehirli Miras, Ölüme Doğru, Koltuktaki Ölü, Morfin ve en nihayet Esrarengiz Sanık olarak yayınlanmış şimdiye kadar. Çeviri eksiklerine gelince Koltuktaki Ölü'nün 181 sayfa, Esrarengiz Sanık'ın ise 288 sayfa olduğunu söylersek sanırım durum daha net anlaşılır.
Koltuktaki Ölü, diğer yazıda da belirttiğim gibi benim en çok yakıştırdığım isim. Fakat Esrarengiz Sanık'ı da alıp okuduğuma çok memnunum, hem eksik sayfaları açısından, hem de orijinalinde bulunan elle yazılmış imzasız mektup, morfin etiketi parçası gibi yazı ve çizimleri bu basımda görmek çok hoşuma gitti. Ayrıca Onikinci Gece'den alınmış dizeler ilk sayfada aynen duruyordu. Çevirmen Çiğdem Öztekin'in de giderek Agatha Christie tarzına daha aşina olduğu görülüyor. İlk çevirilerindeki donuk ifadeler azalmaya başlamış ki Esrarengiz Sanık bu yönüyle de (önceki çeviriyi adeta ezberlemiş biri olan) beni hiç rahatsız etmedi.
Bu defa kitabı okuduktan sonra, daha fazla beklemeyip filmini de izledim. Elinor ve Peter, tam hayalimdeki gibiydi. Bilhassa Elizabeth Dermot Walsh'ın duygu geçişleri şahaneydi. Hunterbury Köşkü ve olayın geçtiği köyün tarihi dokusu, Poirot'nun soruşturmalarını gizlediği çay davetleri v.b. ayrıntılar da kitabın ruhuna uygun düşüyordu. Bazı Christie uyarlamalarında olduğu gibi büyük değişiklikler olmaması da mutluluk vericiydi bana göre. Kitabı okumamış birinin bile zevk alacağı, güzel, kaliteli bir filmdi diyebilirim.
22 Aralık 2012 Cumartesi
POLİSİYE OKUMALARI [22-31 Aralık 2012]
okuma yapmayı çok önceden planlamıştık. Vakit geldiğinde listemde Christie harici
polisiye romanlar da olduğundan bu defa daha genel okuyalım diye rica ettim,
kendisi de beni kırmadı :)
Etkinliğimizden haberdar olarak bize katılmayı arzu eden
KitapDelisiGizem ve İrem hanım da dahil oldular okumamıza.
Dört kişilik grubumuzla önümüzdeki hafta boyunca (istediğimiz kitapları seçerek)
sadece polisiye okuyoruz.
Benim kitaplarım:
Esrarengiz Sanık AGATHA CHRİSTİE
Neden Evans'a Sormadılar? AGATHA CHRİSTİE
Bella'nın Ölümü GEORGES SİMENON
Cinayetler Limanı GEORGES SİMENON
Not: Elinizde okunacak polisiye kitaplarınız varsa, bize katılmak isterseniz, blogunuzda
şu an okuduğunuza benzer bir başlangıç yazısı yayınlayabilir, kitaplar bittiğinde
yorumlarınızı paylaşabilirsiniz. Kapımız herkese açık.
***
Önceki okumalarımıza göz atmak için:
21 Aralık 2012 Cuma
KABUK ADAM _ Aslı Erdoğan
Yayın Evi: Adam Yayınları
Basım Yılı:1998
Sayfa Sayısı: 143
Bazı kitapları okuyup bitirdikten sonra hakkında hiç bir şey söylemek gelmiyor içimden. Aşırı beğeniden nutkun tutulmasının aksine bir anlam ifade etmediğinde de söylenecek çok fazla şey olmuyor.
Karayiplere'e seminer-tatil amaçlı giden bir bilim-kadını, bir yerliye, hayatını deniz kabukları satarak kazanan Tony'e aşık olur.
Aslı Erdoğan'ın bu uzun hikayesinin verdiği his Şebnem İşigüzel için düşündüğümle aynıydı benim için. Çok hevesli, fazla 'bilgili' bir yazarın sıradışı olmaya çalışırken ütopik hale düşürdüğü olay örgüsü ve fantazyalar.. Öylesine yapay ki ne heyecanlandırıyor ne de lezzet veriyor okurken. Yine de Sarmaşık, Kabuk Adam'a kıyasla çok daha ilginç bir kitaptı.
Böyle kitaplarda gördüğüm yazma cesareti beni hayrete düşürüyor. Sonra etrafında yaygaralar koparmalar filan.. Çok enteresan.
Basım Yılı:1998
Sayfa Sayısı: 143
Bazı kitapları okuyup bitirdikten sonra hakkında hiç bir şey söylemek gelmiyor içimden. Aşırı beğeniden nutkun tutulmasının aksine bir anlam ifade etmediğinde de söylenecek çok fazla şey olmuyor.
Karayiplere'e seminer-tatil amaçlı giden bir bilim-kadını, bir yerliye, hayatını deniz kabukları satarak kazanan Tony'e aşık olur.
Aslı Erdoğan'ın bu uzun hikayesinin verdiği his Şebnem İşigüzel için düşündüğümle aynıydı benim için. Çok hevesli, fazla 'bilgili' bir yazarın sıradışı olmaya çalışırken ütopik hale düşürdüğü olay örgüsü ve fantazyalar.. Öylesine yapay ki ne heyecanlandırıyor ne de lezzet veriyor okurken. Yine de Sarmaşık, Kabuk Adam'a kıyasla çok daha ilginç bir kitaptı.
Böyle kitaplarda gördüğüm yazma cesareti beni hayrete düşürüyor. Sonra etrafında yaygaralar koparmalar filan.. Çok enteresan.
9 Aralık 2012 Pazar
GÜLÜŞÜN VE UNUTUŞUN KİTABI _ Milan Kundera
Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: 2010
Sayfa Sayısı: 264
Yaşayan yazarlarla aramın pek iyi olduğunu söyleyemem ama Kundera'yı merak ediyordum ve bu kitabın ismi beni fena halde etkiliyordu. Okudum.
Yedi bölümden oluşan kitapta, yedi ayrı hikaye var. Aralarında bir bağ olduğu söyleniyor ama komünizm dışında bunun ne olduğu pek açık değil.
Kaçtığı ülkesine giderek ölmüş kocasına yazdığı mektupları alması için yeni bir sevgili edinen Tamina, paylaşımda sınır tanımayan evli bir çift, sevdiği kadın ve şiir toplantısı arasında kalan bir öğrenci, tiyatro ödevlerini yapmaya çalışan kızlar v.s..
Ya yazara olmadık bir kitabından başladım ya da hangisini okuduğum farketmezdi, bilmiyorum. Anlatım tarzını da, anlattıklarını da pek sevmedim.
İsimleri dillerden düşmeyen Gabriel Garcia Marquez ve Paul Auster'ı da aynen böyle bir hayalkırıklığına uğramaktan korktuğum için okumamıştım bugüne kadar. Milan Kundera'nın diğer kitapları için de 'ancak denk gelirsem göz atarım' diyebiliyorum bundan sonra.
Bu yazıyı okuyan, yazarı çok benimsemiş birileri varsa, onda ne gördüğünü, hangi yönüyle sevdiğini bana yazarsa çok sevinirim. Dediğim gibi belki de ilk okuma için bu, yanlış bir kitaptı.
Not: Arka kapakta Çek yazarın bu kitabı yazdıktan sonra vatandaşlıktan çıkarıldığı, iç tanıtım sayfasında ise bu kitabı yazmasıyla vatandaşlık haklarının geri verildiği yazıyor. Sanırım Can Yayınları'nın kafası karışmış.
Basım Yılı: 2010
Sayfa Sayısı: 264
Yaşayan yazarlarla aramın pek iyi olduğunu söyleyemem ama Kundera'yı merak ediyordum ve bu kitabın ismi beni fena halde etkiliyordu. Okudum.
Yedi bölümden oluşan kitapta, yedi ayrı hikaye var. Aralarında bir bağ olduğu söyleniyor ama komünizm dışında bunun ne olduğu pek açık değil.
Kaçtığı ülkesine giderek ölmüş kocasına yazdığı mektupları alması için yeni bir sevgili edinen Tamina, paylaşımda sınır tanımayan evli bir çift, sevdiği kadın ve şiir toplantısı arasında kalan bir öğrenci, tiyatro ödevlerini yapmaya çalışan kızlar v.s..
Ya yazara olmadık bir kitabından başladım ya da hangisini okuduğum farketmezdi, bilmiyorum. Anlatım tarzını da, anlattıklarını da pek sevmedim.
İsimleri dillerden düşmeyen Gabriel Garcia Marquez ve Paul Auster'ı da aynen böyle bir hayalkırıklığına uğramaktan korktuğum için okumamıştım bugüne kadar. Milan Kundera'nın diğer kitapları için de 'ancak denk gelirsem göz atarım' diyebiliyorum bundan sonra.
Bu yazıyı okuyan, yazarı çok benimsemiş birileri varsa, onda ne gördüğünü, hangi yönüyle sevdiğini bana yazarsa çok sevinirim. Dediğim gibi belki de ilk okuma için bu, yanlış bir kitaptı.
Not: Arka kapakta Çek yazarın bu kitabı yazdıktan sonra vatandaşlıktan çıkarıldığı, iç tanıtım sayfasında ise bu kitabı yazmasıyla vatandaşlık haklarının geri verildiği yazıyor. Sanırım Can Yayınları'nın kafası karışmış.
LANGELOT CASUSLARA KARŞI _ Teğmen X
Yayın Evi: Başkan Yayınları
Basım Yılı: ?
Sayfa Sayısı: 283
Çocukken bir kitabı sevdiğimde onu 5-6 defa okuyup ezber etmeden elimden bırakmazdım. Evimizin yakınındaki kütüphanede böyle (mecâzen) haşatını çıkardığım Fransız çocuk kitapları serisi vardı. Gece Gelen Ziyaretçi, Milyonluk Çanta, Portbagajdaki Kedi..
Langelot Casuslara Karşı yine böyle çok okuduğum, çizimlerini ve hikayesini sevdiğim kitaplardandı. Langelot'un 40 küsur kitaplık serisinin ilki olduğunu daha sonra öğrendiğim bu kitabı birkaç sene evvel sahaflarda görünce dayanamayıp almış, yiğenime hediye etmiştim. Geçenlerde yeniden okuyasım geldi, hoş birkaç saat geçirdik beraber. :)
Bir Fransız profesörü'nün hazırladığı füze planlarını İngiliz ve İtalyan devletleri ele geçirmek istemektedir. Polis ve Fransız Casus Teşkilatı profesörü korumak amacıyla adamlarını gönderir. Polisten pek hoşlanmayan profesör, FCT'nın genç ajanı Langelot'la birlikte güvenli bir bölgeye gitmeye razı olur, yanlarında kızı Choupette de vardır. Fransa'nın güneyine giderek ıssız bir villaya yerleşirler. Langelot, meslek hayatındaki ilk olayını sorunsuz atlatabilecek midir?
Açıkçası bir çok ayrıntısı (camdan gelen adam, havluyla kurulanan ayakkabılar, Villa Zakkum v.b.) aklımda yer etmiş olduğu için, onlarla karşılaşmak hoşuma gitti ama Langelot'u yeniden okumasam da olurdu. Çocuk kitapları okumaktan zevk alan biri olarak bu defa sıkıldım diyebilirim. Farklı ülkelerin casusları arasındaki kovalamacalar ve etik de biraz tuhaf geldi tabii. Çocuk kitabı da olsa bir yetişkin yazmıyor mu nihayetinde?
Okunacak bunca kitap varken, bazılarını geçmişte bırakmakta fayda var diye düşünüyorum. Tabii casus hikayelerini çok seviyorsanız, o zaman başka..
BEYAZ GEMİ _ Cengiz Aytmatov
Basım Yılı: 2007
Sayfa Sayısı: 144
Nesri de şairane yazan kalemleri seviyorum. Cengiz Aytmatov'un daha önce okuduğum kitapları gibi Beyaz Gemi'de de isminden itibaren başlayan saf, duru ve etkileyici bir anlatım var. Bir avuç insandan yola çıkarak öyle çok şey söylüyor ki..
Ormanlarla kaplı dağların çevrelediği San-Taş vadisinin üç haneli korucu yerleşkesinde dedesi Mümin ve üvey ninesiyle yaşayan bir çocuk vardır. Annesi ve babasının çok küçükken terk edip gittikleri çocuğu seven tek kişi dedesidir. Teyzesine çocukları olmadığı için hayatı zindan eden eniştesi Urazkul ile orman işçisi Seyit Ahmet'in ailesi komşu iki evde otururlar.
Henüz okula başlamamış olan çocuk kendi dünyasında mutluluk veren küçük şeylerle avunur: dedesinin anlattığı masallar, şekillerinden dolayı Deve, Kurt, Eyer ve Tank adını verdiği kayalarıyla oynamak, dedesinin onun için minik bir havuz gibi çevirdiği dere kenarında yüzmek ve dağa çıkarak dürbünle uzaklara bakmak.. Dağdan baktığında kasabayı ve Issık Gölü görmektedir. Göl üzerinde bazen bir beyaz gemi görünüp kaybolur. Çocuk bu gemide babasının olduğunu ve bir gün yüzerek yanına gideceğini hayal eder. Fakat hayat, safiyâne hayallerinin çok uzağında cereyan etmektedir..
Kısa bir özetle anlatılamayacak kadar güzel bir kitap Beyaz Gemi. Yüzlerce incelikli ayrıntıdan örülmüş bir halk masalı gibi. Dedesinin acziyeti ve çocuğun inançlarını çerçeveleyen Urazkul'un zulmü, aydınlık bir düş gibi beliren gemi v.b. Aytmatov, tanıdık metaforları ustalıkla kullanırken, yapışkan bir duygu sömürüsüne girmeden, sade cümleleriyle okuyucusunu etkisi altına alıyor. Bu ince hacimli romanın okuruna sunduğu derin edebi nefesten mahrum kalmamanızı diliyorum.
8 Aralık 2012 Cumartesi
PALYAÇO _ Heinrich Böll
Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: ?
Sayfa Sayısı: 261
Okurken merak uyandırıran bazı kitaplar var ki bittiği anda hayatınızdan çıkıp gidiyor. Ne bir cümle ne de bir olay anımsıyorsunuz sayfalarından. Palyaço böyle bir kitap, Gece Kütüphanesi'ne yazmak için elime alana kadar varlığını unuttuğum bir romandı benim için.
İlk bölüm 'Bonn'a vardığımda hava kararmıştı.' diye başlıyor. Bu cümle, edebiyat tarihinin en iyi 100 giriş cümlesinden biri seçilmiş. Daha sonra okuyacaklarımıza dair bir ipucu vermesine rağmen basitçe yazılmış bir ödev cümlesi gibi görünüyor. Bu tarz ayrıntılarda anlam bulmağa yol açan şeyin okuyucunun romanla kurduğu bağ olduğunu düşünüyorum. Tam tersi, içinizde bir yere dokunmamışsa, ne söylese boş.
Palyaço, sahneye çıkıp gösteri yaparak ekmeğini kazanan ve böyle bir meslek seçtiği için ailesi tarafından saygın olmamakla suçlanan bir adamın hikayesi. Sevdiği kadını, işini, dostlarını kendisinden bir bir uzaklaştırmasının, tüm yenilgilerinin toplamı.
Alman Edebiyatı'nın Nobel ödüllü yazarlarından Heinrich Böll, Goethe'nin edebi dehası ya da Herman Hesse'in derinliğinin yanına yaklaşamıyor. Diğer kitaplarını okumadan karar vermek doğru değilse de ismi etrafında oluşan halenin gerçeği yansıtmadığı kesin.
Not: Sahaflardan aldığım kitabın ilk sayfasında 27 Aralık 1973 yılında yazılmış bir not ve içinde kurutulmuş onlarca çiçek vardı. Hatta uzanarak okurken yüzüme düşerek ödümü koparttıklarını da söylemeliyim :)
Daha ben dünyaya gelmeden yıllar önce biri bu kitabı kendinden küçük birine hediye etmiş, o almış okumuş, içinde çiçekler saklamış filan. Garip şey.
Basım Yılı: ?
Sayfa Sayısı: 261
Okurken merak uyandırıran bazı kitaplar var ki bittiği anda hayatınızdan çıkıp gidiyor. Ne bir cümle ne de bir olay anımsıyorsunuz sayfalarından. Palyaço böyle bir kitap, Gece Kütüphanesi'ne yazmak için elime alana kadar varlığını unuttuğum bir romandı benim için.
İlk bölüm 'Bonn'a vardığımda hava kararmıştı.' diye başlıyor. Bu cümle, edebiyat tarihinin en iyi 100 giriş cümlesinden biri seçilmiş. Daha sonra okuyacaklarımıza dair bir ipucu vermesine rağmen basitçe yazılmış bir ödev cümlesi gibi görünüyor. Bu tarz ayrıntılarda anlam bulmağa yol açan şeyin okuyucunun romanla kurduğu bağ olduğunu düşünüyorum. Tam tersi, içinizde bir yere dokunmamışsa, ne söylese boş.
Palyaço, sahneye çıkıp gösteri yaparak ekmeğini kazanan ve böyle bir meslek seçtiği için ailesi tarafından saygın olmamakla suçlanan bir adamın hikayesi. Sevdiği kadını, işini, dostlarını kendisinden bir bir uzaklaştırmasının, tüm yenilgilerinin toplamı.
Alman Edebiyatı'nın Nobel ödüllü yazarlarından Heinrich Böll, Goethe'nin edebi dehası ya da Herman Hesse'in derinliğinin yanına yaklaşamıyor. Diğer kitaplarını okumadan karar vermek doğru değilse de ismi etrafında oluşan halenin gerçeği yansıtmadığı kesin.
Not: Sahaflardan aldığım kitabın ilk sayfasında 27 Aralık 1973 yılında yazılmış bir not ve içinde kurutulmuş onlarca çiçek vardı. Hatta uzanarak okurken yüzüme düşerek ödümü koparttıklarını da söylemeliyim :)
Daha ben dünyaya gelmeden yıllar önce biri bu kitabı kendinden küçük birine hediye etmiş, o almış okumuş, içinde çiçekler saklamış filan. Garip şey.
HAYALETLİ KONAK _ Paul Gallico
Yayın Evi: Telos
Basım Yılı: 1999
Sayfa Sayısı: 257
Bayan Bu Çiçekler Size'yi o kadar sevdim ki, Paul Gallico'nun diğer kitaplarını da okumak istemiştim. Hayaletli Konak'a böyle bir hevesle başladım fakat benzer bir tadı yoktu maalesef.
Lord Paradine ve ailesine ait eski bir İngiliz konağında bir takım tuhaf hadiseler meydana gelmektedir. Geceleri uzun koridorlarda dolaşan hayaletler, yemek masasında beliren tavşanlar, kendi kendine çalan müzik aletleri v.b. Anlam veremediği bu olaylardan bunalan Lord, çareyi ruh bilimci Alexander Hero'yu evine davet etmekte bulur. Alexander için, kendi yöntemleriyle olayları çözmek, konaktaki kadınların ilgisiyle kuşatılmaktan çok daha kolay olacaktır..
Kitabı okurken aynı isimde iki ayrı yazar varmış hissine kapıldım. Kırkı aşkın romanı bulunan Paul Gallico'nun Mrs. Harris üzerinden yansıttığı inceliğinden Hayaletli Konak nasibini alamamış. Arka kapak yazısını okuduğunuzda vadettiği dünyaya hemen girme isteği uyandırsa da anlattıkları sığ bir kurgu-hayalet hikayesinden öteye gitmiyor.
Konakta kurulan hayali atmosferi yazarın elleriyle mahvettiğini söylemek yerinde olur. Mantığa ve bilime dayanma çabaları bu kitaba yakışmıyor. Eğer esrarengiz bir kitap yazıyorsan, bırakmalısın öyle kalsın. Ruhani veya mantıki açıklamaya ne gerek var ki?
Hayaletli Konak, ne ürpertici ne de merak uyandırıyor ama bu kitabın uğrattığı hayalkırıklığı Paul Gallico'ya devam etmemi engellemeyecek elbette. Sırada Thomasina ve İtilmişler var.
ÇAVDAR TARLASINDA ÇOCUKLAR _ Jerome David Salinger
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
Basım Yılı: 2011
Sayfa Sayısı: 198
Bazı kitaplardan o kadar çok bahsediliyor ki, okumazsanız çok şey kaçırıyormuş gibi hissediyorsunuz. Çavdar Tarlasında Çocuklar, diğer adıyla Gönülçelen benim için öyle bir kitaptı. Almadan önce ismi de kafa karıştırıcı bir unsur olarak karşıma çıkıyordu. Bu çevirisindeki adının hikaye içerisinde güzel bir açıklaması var ama Gönülçelen, kelime olarak çok hoş durmasına rağmen kitapla hiç bir bağlantı içermiyor.
Holden Caulfield, lise çağında yatılı okuyan bir delikanlıyken, okuldan atıldığını haber veren mektup ailesinin eline ulaşmadan önce etrafta biraz dolaşmaya karar verir.
Çavdar Tarlasında Çocuklar, Holden'ın bu birkaç günlük yalnızlığında yaşadıklarını anlatıyor. Kısa süreli bir kaçış öyküsü de diyebiliriz.
Kitapla alakalı en beğenilen taraflardan biri samimiyetsiz bir dünyada içtenlikle kendini ifade eden genç bir erkek karaktere sahip olması. Yani dolaysız ve dürüstçe davrandığını söylüyorlar.
Bu son çeviride hafifletilmiş bir sokak jargonuyla konuşan Holden'ın başından geçenler açıkçası hiç ilgimi çekmedi. Baş karakterle kendini özdeşleştirebileceği bir konumda olan okuyucu için farklı bir değere sahip olabileceğini kabul ediyorum ancak kolay ilerleyen bir kitap olmasına karşın yeterli derinliğe sahip değildi. Sadece 'uçurumun kenarında durup çavdar tarlasında koşan çocukları düşmeden yakalama' fikrini sevdim. Hepsi bu.
Basım Yılı: 2011
Sayfa Sayısı: 198
Bazı kitaplardan o kadar çok bahsediliyor ki, okumazsanız çok şey kaçırıyormuş gibi hissediyorsunuz. Çavdar Tarlasında Çocuklar, diğer adıyla Gönülçelen benim için öyle bir kitaptı. Almadan önce ismi de kafa karıştırıcı bir unsur olarak karşıma çıkıyordu. Bu çevirisindeki adının hikaye içerisinde güzel bir açıklaması var ama Gönülçelen, kelime olarak çok hoş durmasına rağmen kitapla hiç bir bağlantı içermiyor.
Holden Caulfield, lise çağında yatılı okuyan bir delikanlıyken, okuldan atıldığını haber veren mektup ailesinin eline ulaşmadan önce etrafta biraz dolaşmaya karar verir.
Çavdar Tarlasında Çocuklar, Holden'ın bu birkaç günlük yalnızlığında yaşadıklarını anlatıyor. Kısa süreli bir kaçış öyküsü de diyebiliriz.
Kitapla alakalı en beğenilen taraflardan biri samimiyetsiz bir dünyada içtenlikle kendini ifade eden genç bir erkek karaktere sahip olması. Yani dolaysız ve dürüstçe davrandığını söylüyorlar.
Bu son çeviride hafifletilmiş bir sokak jargonuyla konuşan Holden'ın başından geçenler açıkçası hiç ilgimi çekmedi. Baş karakterle kendini özdeşleştirebileceği bir konumda olan okuyucu için farklı bir değere sahip olabileceğini kabul ediyorum ancak kolay ilerleyen bir kitap olmasına karşın yeterli derinliğe sahip değildi. Sadece 'uçurumun kenarında durup çavdar tarlasında koşan çocukları düşmeden yakalama' fikrini sevdim. Hepsi bu.
1 Aralık 2012 Cumartesi
İNTİHAR DÜKKANI _ Jean Teule
Basım Yılı: 2011
Sayfa Sayısı: 140
Fransız karikatürist Jean Teule'ın ince bir mizah anlayışıyla oluşturduğu İntihar Dükkanı, hayatından vazgeçmeye hazırlanan umutsuz insanlara yardımcı malzemeler sunan garip bir aile dükkanını tasvir ediyor.
Pesimist Madam ve Mösyü Tuvache'ın, çocukları Vincent ve Marilyn'le birlikte işlettikleri dükkanda, yağlı urgan, öldürücü zehirler v.b. envai çeşit intihar aletleri satılmakta. Ailenin küçük oğlu Alan ise dünyaya ilk gözlerini açtığı anda gülümseyerek onlardan ayrılıyor. Neşeli ve hayat dolu bir tavırlarıyla ailesini şaşkına çeviriyor, dükkanın ürünlerinde minik değişiklikler yaparak tüm kaygıları başarısız intiharları engellemek olan anne ve babasına oyunlar oynuyor.
Çocuksu bir neşeyle yazılmış hissini veren İntihar Dükkanı, su gibi okunup giden, her ayrıntısı ayrı eğlenceli, çok hoş bir kitap. Hikayenin 2012 yapımı bir de animasyon filmi mevcut.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)