7 Ağustos 2017 Pazartesi

AY SARAYI Paul Auster

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: 2009
Sayfa Sayısı: 312

Nedense yazarın diğer romanlarının gölgesinde kalmış, hatta uzun zamandır basımı olmadığı için bulması bir parça güç olan Ay Sarayı, okuduğum beş Auster kitabı içinde en hoşuma giden oldu.

Kimsesi olmayan Marco Stanley Fogg'ı, dayısı Victor büyütmüştür. Genç adam, üniversiteye başladıktan kısa bir süre sonra Victor ölür ve yiğenine 1492 adet kitabını miras bırakır. Marco, önce kitaplarla evine çeşitli mobilyalar yapar, ardından onları okumaya başlar. Okuduğu kitapları da yavaş yavaş satmaktadır, kitaplar bittiğinde beş parasız kalır ve Central Park'da yaşamaya başlar. Bir süre sonra açlık ve sefaletten ölmek üzereyken üniversiteden arkadaşı David Zimmer* ve önceden tanıdığı Kitty adında bir kız onu bulurlar. Nekahat dönemini arkadaşlarının evinde geçirir, ardından yaşlı ve zengin bir adam olan Thomas Effing'in yanında asistan olarak işe girer. Görevi ona kitap okumak ve oyalamak gibi şeylerdir. Thomas'la tanıştıktan sonra Marco'nun hayatı giderek ilginçleşmeye başlar..

Kitabın ilk bölümleri biraz yavaş ilerlemesine rağmen, ortalarına doğru özellikle Effing'in gezgin hikayesini anlatmaya başladığı kısımdan itibaren güzelleşiyor.

Marco'nun yazarla birçok ortak yönü bulunmasına, inanılması güç tesadüflerine, belli belirsiz gerçeküstü öğelerine ve Auster'ın diğer kitaplarıyla bağlantılarına karşın Ay Sarayı, diğer romanlarına kıyasla daha kendine münhasır gibi geldi bana. Yazarla tanışmak için de iyi bir seçim olabilir diye düşünüyorum.

Zamanla iyi şeylerin ancak onları fazlasıyla istemekten vazgeçtiğimde olduğunu, gerçekleştiğini fark ettim. Bu doğruysa tersi de doğru demekti. Yani bir şeyi çok fazla istemek, onun olmasını engelleyecekti. Bu teorimin mantıki sonucuydu; dünyayı kendime çekebileceğimi de kanıtlamışsam, dünyayı kendimden uzaklaştırmam da doğaldı. Bir başka deyişle istediklerini ancak onları istemeyerek elde edebiliyordun. [sf 66]

Sanatın gerçek amacının, güzel nesneler meydana getirmek olmadığını kavradı. Sanat, dünyayı anlamanın, dünyanın özüne inmenin ve o dünyada kendi yerini bulmanın bir yöntemiydi ve bir tablodaki estetik değerler, nesnelerin özüne inme çabasının neredeyse rastlantısal bir yan ürünüydü. [sf 177]

Ne de olsa, kütüphaneler gerçek dünyanın içinde sayılmaz. Dünyanın dışında, salt düşüncenin barındığı yerlerdir. Böylece, ömrümün sonuna kadar ayda yaşamayı sürdürebilirim.  [sf 223]

*David Zimmer, daha sonra Auster'ın Yanılsamalar Kitabı'nın baş kişisi olacak.

2 yorum :

  1. Bunu da okuma listeme alayım Biblio'cum, eline sağlık, sevgiler:)

    YanıtlaSil

Burası sukûnetin hakim olduğu, tenha bir kütüphane. İçinden geçenleri fısılda ki orada olduğunu bileyim.