31 Temmuz 2014 Perşembe

KAPLICADA BİR KONUK Hermann Hesse

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: 2011
Sayfa Sayısı: 134

Hermann Hesse Okumaları dahilinde okuduğum en boğucu kitap; Kaplıcada Bir Konuk'tu. Hesse, bu romanı için her ne kadar 'Yazdığım en iyi kitap!' dese de anlatıcının hastalıklı psikolojisi bir yana, galiba en çok mekan ve tedavi rutinleri rahatsız etti beni.

Roman, bir kaplıca köyünde kalan baş karakterin tedavi döneminde yaşadıkları, çevresindeki insanlar/olgular üzerine düşüncelerinden ibaret.

Bir yazarı sevince, ne yazmışsa okumak isteği duymak, körü körüne beğenmek anlamına gelmiyor.

Bir şeyi sevmenin bir yazar için anlamı şudur: O şeyi kendi hayalgücü içine aktarmak,burada onu ısıtıp bakımını yapmak, onunla oynamak, kendi ruhuyla onun içine sızmak, kendi nefesiyle onu uyandırmak. [sf 80]


26 Temmuz 2014 Cumartesi

BOZKIRKURDU Hermann Hesse


Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
Basım Yılı: 2013
Sayfa Sayısı: 209

Bozkırkurdu'nu ilk okuduğumda, Harry'nin Büyülü Tiyatro'yu farkettiği kısma gelince garip bir şekilde takılmıştım, devamını okuduğumdan emin değilim ama hatırlamadığım kesindi. Bu defa yine hızlı bir şekilde aynı bölüme geldim ve elim başka kitaplara gitti. Hesse okumalarımız bitti, aradan bir kaç ay geçti, ancak o zaman kitabı bitirebildim. Kitabın can alıcı noktasının başlangıcı beni ikinci defa zorladı, diyebilirim.

Harry Haller, olgunluk çağında, entellektüel bir adamdır. Kısa bir süre kalmak için geldiği şehirde, kiraladığı pansiyon odasına kitapları, kağıtları, resimleri ve bilumum ıvırzırıyla yerleşmiş, sokaklarda amaçsız dolaşarak, içine kapanıp derin düşüncelere daldığı bir zaman diliminde kafasındaki sorulara cevap aramaktadır. Bu başıboş gezintilerin birinde bir akşamüzeri, gri bir taş duvarda ışıklı tabelayı görür: Sihirli Tiyatro -herkes giremez, yalnızca kaçıklar için-. Tabelanın altındaki kapıyı zorlar ama kapı açılmaz. Aradan bir süre geçtikten sonra, yine bir akşam pansiyona dönerken, elinde Sihirli Tiyatro'ya ait gösteri pankartını taşıyan bir adamla karşılaşır, onunla konuşmaya çalışır. Adam, Harry'e küçük bir kitapçık verir ve oradan uzaklaşır. Harry'nin ruhunda beliren minik parçacıkları anlatan, bilimsel bir çalışmadır bu. Kitabı okuduğunda dehşetle sihirli tiyatroya dair bir iz bulmaya çalışır, sokaklarda dolaşarak ona kitapçığı veren adamı arar ve onu tesadüfen katıldığı bir cenaze alayında bulur. Adama akşama gösteri olup olmadığını sorduğunda, 'Gösteri istiyorsanız Kara Kartal'a gidin bayım!' diye bir yanıt alır. Kara Kartal meyhanesine gittiğinde, Hermine ile tanışacak ve kızın yardımıyla Harry Haller'ın altbenliklerine dair odaların ışıkları bir bir aydınlanmaya başlayacaktır..

'Okurlarıma romanımı nasıl anlamaları gerektiğini ne anlatabilirim ne de böyle bir şeye kalkışmak isterim. Yeter ki bu kitabı okuyan herkes, içinde kendinden bir şeyler bulsun ve bundan yararlansın.  Gene de, Bozkırkurdu'nun öyküsünün insanı kemiren bir hastalıktan ve bunalımdan söz ettiğini ama tüm bunların ölüme ve yok olmaya değil, tersine iyileşmeye yönelik olduğunu anlarsa kendimi mutlu hissedeceğim.' demiş Hesse. Bozkırkurdu, derinliği sebebiyle anlatılabilir bir roman değil gerçekten. Okuyucuyu kendi kendisiyle yüzleştiren, dehşetli bir kitap.

Ciddilik, zamana aşırı değer verilmesinden kaynaklanır. Ben de bir vakit zamanın değerini gözümde fazla büyütmüştüm,yüz yıl yaşamak gibi bir isteğe yer vermiştim gönlümde. Yaşamda ise, biliyor musun, zaman diye bir şey aranmaz; sonsuzluk dediğimiz yalnızca bir an’dır, bir şakanın yer alacağı kadar uzun bir süre. [sf 93]

Paris'te ya da Berlin'deki bir müziğin Frankfurt'ta ya da Zürih'te işitilebilmesinde olduğu gibi, çevremizin yalnızca bugünkü görüntü ve olaylarla sarılıp kuşatılmadığını, geçmişte olup bitmiş ne varsa aynı şekilde kayda geçirilip varlığını sürdürdüğünü belirttim; kuşkusuz günün birinde telli ya da telsiz, parazitli ya da parazitsiz, Hz. Süleyman'ın ve Walther von der Vogelweide'nin konuşmasını işitebilecektik ve bütün bunlar günümüzde radyo alanında atılan ilk adımlar gibi insanları kendilerinden ve amaçlarından uzaklaştıracak, onları giderek yoğunluk kazanan oyalanmaların ve boş uğraşların ağı içine hapsedecekti. [sf 99]

Yüzü ne güzeldi bunları söylerken, ne ilahi bir yüzdü! Soğuk ve aydınlık gözleri bilinçli bir hüzün içinde yüzüp duruyordu; sanki bu gözler akla gelebilecek tüm acıları çekmekle kalmamış, bunları evet deyip bağrına basmıştı. [sf 105] 

Hermine adeta yaşamın kendisiydi:  Her zaman yalnızca yaşanılan an vardı onun için, gelecek diye bir şey bilmiyordu. [sf 107]



24 Temmuz 2014 Perşembe

KNULP Hermann Hesse


Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
Basım Yılı: 2013
Sayfa Sayısı: 104

Knulp, insanlara güveni sarsılarak yollara düşmüş, hiçbir yeri kendine ev edinmeyen ama gittiği her yerde kendini sevdiren genç bir adam, bir modern çağ filozofu da denebilir. Hesse, öyle bir karakter yazmış ki konakladığı yerlerdeki insanlar gibi, okuyucunun da ondan hoşlanmaması mümkün olmuyor.

Temmuz ayında peşpeşe okuduğum Hesse kitapları arasında en çok keyif aldığım, hatta bana yazarı neden sevdiğimi hatırlatan roman Knulp oldu. Ne kadar çok yeri çizmişim, ondan da belli zaten.

Başkalarının işine burnunu sokmaktan hoşlanmayan biriydi; insanları olduklarından daha iyi, daha akıllı kimselere dönüştürmek gibi bir gereksinim duyduğu yoktu. (...)
Bilmediği şey değildi, biri kalkıp mutluluğuyla ya da erdemliliğiyle böbürlenip büyüklendi mi, bunun arkasında bir bit yeniği olurdu hep. [sf 37]

'En güzel şey öyledir ki, bizde hazdan ayrı hüzün de, hatta korku da uyandırır.'
'Nasıl yani?'
'Bunu şöyle açıklayayım: Belli bir zaman sonra yaşlanıp kocayacağını ve sonunda ölüp gideceğini bilmesek, dünya güzeli bir kızı hiç de o kadar güzel bulmazdık belki. Güzel bir şey güzelliğini hiç yitirmese, hep güzel kalsa, bu kuşkusuz sevindirirdi beni; ama öte yandan ona soğuk bir şey gözüyle bakar, içimden şöyle geçirirdim: Bugün onu görmen şart mı, nasılsa bir yere kaçtığı yok. Oysa yıkılıp gidecek, her zaman aynı kalmayacak bir şeye baktım mı, haz duyduğum gibi acıma da hissederim.' [sf 47]

Diyelim, birbirinden hoşlanan iki kişi kalkıp evleniyor ya da iki kişi bir dostluk kuruyor. Bunda güzel bir taraf varsa, süreklilik taşıması, hemen yine son bulmamasıdır. (...)
İnsanlar arasındaki ilişkilerde saklı acıyı henüz tatmamış, kendilerini birbirine bağlayan bağ ne kadar sıkı olursa olsun iki insan arasında her zaman bir uçurumun var olduğunu, bunu ancak sevginin, o da zaman zaman oluşturacağı geçici bir köprüyle aşabileceğini henüz yaşamamıştım. [sf 48]

Her insanın kendine özgü bir ruhu var. Kimse ruhunu başka bir ruhla karıştıramaz. iki kişi buluşabilir, birbiriyle konuşabilir, birlikte olabilir; ama ruhları çiçekler gibidir, her biri kendi bulunduğu yere kök salmıştır, hiçbiri öbürüne varamaz; varmak isterse kökünden kopması gerekir. bunu da yapamaz. çiçekler kokularını ve tohumlarını çevreye saçarlar; çünkü birbirlerine ulaşmak isterler; ama bir tohumun konması gereken yere varması için çiçek bir şey yapamaz, bu rüzgârın işidir, o nasıl isterse, nereden isterse öylece gelir, eser, gider. [sf 54]

8 Temmuz 2014 Salı

KLİNGSOR'UN SON YAZI Hermann Hesse

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
Basım Yılı: 2011
Sayfa Sayısı: 60

Kendisi de bir ressam olan Hesse'in, resimle uğraşan bir adamın hayatının son yaz mevsimini anlattığı kitap hoş olsa gerek diye düşünmüştüm. Rosshalde kadar hüzünlü olmasını beklemesem de Klingsor'un Son Yazı'nı merak ediyordum.

Kitapla ilgili pek fazla yazmak istemiyorum çünkü hakettiği ilgiyi vererek okuyamadım nedense. Fakat onu ruhuna uygun şekilde tanımlayan bir yazı var, Hesse seviyorsanız mutlaka göz atmanız gerek: Klingsor'un Son Yazı, Nebilay Erdoğan (okuryatar).

Ve göğsünün içindeki bu duygu ne kadar güzel ve yakıcı ve anlaşılmazdı, hayatın en ufak parçasına, her rengarenk şeridine duyduğu bu sevgi ve açgözlülük, bakmak ve çizmek için duyduğu bu tatlı, vahşi dürtü, ama bir yandan da gizlice, incecik örtülerin altında, bütün bu yaptıklarının boşunalığını ve çocuksuluğunu içten içe bilmek! [sf 12]


7 Temmuz 2014 Pazartesi

DOĞU YOLCULUĞU Hermann Hesse

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: 2012
Sayfa Sayısı:77

Bazen bir kitabın ismi derinlemesine düşünüldüğünde içinde yazanları çok iyi bir şekilde anlatıyor. Hermann Hesse Okumaları ayımızda ilk kitabım Doğu Yolculuğu da böylesi kitaplardan biriydi.

Hesse, derdi olan bir adam. Dert derken gündelik sıkıntılardan bahsetmiyorum tabii. Varoluş sıkıntıları, kendini aramak, dünyayı anlamaya çalışmak gibi dertler. Yazmasının en ciddi etkenleri bu tür kaygılar olduğu için onu anlamaya çalışırken okumak, zihninizde minik minik ışıkların yanmasına sebep olduğu için güzel geliyor.

Doğu Yolculuğu'nda H.H. nin üyesi olduğu bir Cemiyet ve Cemiyet'in üyelerinin her biri farklı bir amaçla çıktığı toplu bir yolculuk söz konusu. Bu yolculukta H.'nin amacı güzel bir doğu prensesi olan Fatıma'yı bulmakken, yol esnasında yaşananlardan sonra, kafileden firar ediyor. Yıllar sonra bu ayrılık için pişman olacak, yaşadıkları sürecin hikayesini yazmak isteyecektir ama bu, Cemiyet kurallarına göre büyük bir suçtur ve ona sunulan ağır cezalardan birini seçmesi gerekecektir..

Belki Doğu Yolculuğu favori kitabım değil ama Hesse'in dilini, kavrayış ve anlatış uslûbunu okumaktan büyük keyif alıyorum. Umarım yakın zamanda geriye kalan külliyatını da bitirebilirim..

Çok değerli, bir daha geri gelmeyecek bir şeyi yitirdiğimizde, bir düşten uyandığımız duygusuna kapılırız. [sf 26]

Aslında en güzel yaşantılar, onların ruhundan bizzat etkilenmiş olanlara anlatılabilir. [sf 27]

Hizmetkâr Leo'ya, sanatçıların ortaya koyduğu imgelerin kesinlikle çok canlı olmasına rağmen, kendilerinin neden bazen yarım insan gibi göründüğünü sordum. Leo bana baktı, soruma şaşırmıştı. Sonra dedi ki; 'Anneler de böyledir. Çocuklarını doğurup onlara sütlerini ve güzelliklerini ve güçlerini verdikten sonra kendileri görünmez olurlar, artık kimse onları arayıp sormaz.' [sf 29]

Asla hesap kitap yapmayacak, mantıksal nedenlerin beni yanıltmasına asla izin vermeyeceğim, inancın sözümona gerçeklikten hep daha güçlü olduğunu bileceğim. [sf 39]

Ah, bütün bu mesele beni umutsuzluğa sürüklerken, bir yandan da mutlu ediyor, daha doğrusu heyecanlandırıyor, meraklandırıyor, yaşamımı yeniden değerli kılıyor ki, ben tam da bunun eksikliğini çekiyordum. [sf 43]