25 Mayıs 2012 Cuma

PUPPET SHOW: RETURN TO JOYVİLLE [Mayıs 2012]

Puppet Show serisi, Souls of the İnnocent, Mystery of Joyville ve Lost Town dan sonra 2012 yılında Return to Joyville ile devam ediyor. Souls of the İnnocent iyi bir ilk deneme, Mystery of Joyville ise serinin en iyi ve özenilmiş oyunuydu. Lost Town'da çizimler yine mükemmel, atmosfer etkileyici olmasına karşın hikaye hayli kısalmıştı ve bulmacalar yerinde sayıyordu.

Return to Joyville, kendini tekrar eden Puppet Show'a kurban gitmiş maalesef. Konu, mekan seçimleri açısından bir hayli yavan fakat eklediğim resimlerden de görebileceğiniz üzere çizimler son derece estetikti.

Bu açıdan yeni, değişik bir şeyler yapmaya çabalayan tek ve en iyi serinin Mystery Case Files olduğunu düşünüyorum. Örneğin Return to Ravenhearst veya Escape from Ravenhearst, her ne kadar Ravenhearst üzerinden ekmek yiyorsa da özgün ve teknik açıdan farklı bulmacaları, yeni fikirleri ile geliştiğini ispat ediyordu.

Her halukârda Puppet Show: Return to Joyville, harikulade kuklalarıyla ürpertici bir güzelliğe sahip, hoş bir oyun. Klasik ve basit saklı obje tarzıyla, zihninize değilse de gözünüze hitap ettiğini söyleyebilirim.







17 Mayıs 2012 Perşembe

SHAKESPEARE OKUMALARI [16-31 Mayıs 2012]


Agatha Christie, romanlarında dahi İngiliz yazar Shakespeare'ın söz, şiir ve motiflerinden bir hayli faydalanmıştır.  Hatta en iyi kitaplarından birini Iago kompleksi üzerine kurduğunu da söyleyebiliriz. Lady Macbeth ve üç cadısı, Fırtına'nın Ariel ve Prospero'su, Romeo'nun ilk aşkı Rosalind v.b. Shakespeare karakterleri kitapların içinde sıklıkla karşımıza çıkar. Shakespeare'a Christie yorumunu her zaman büyük bir zevkle okur, çeşitli şair ve yazarlardan gocunmadan ilham almasının ne kadar hoş bir şey olduğunu düşünürüm. 

Sevgili arkadaşım Deniz'le, birlikte okumaktan büyük mutluluk duyduğumuz Christie'lerin yanısıra başka yazarları da paylaşmaya karar verdik. Öncelikle yaklaşık iki hafta sürecek bir zaman zarfında  Shakespeare okuyacağız. 

William Shakespeare'ın on-oniki kadar oyununu ve sonelerini bir dönem okumuş, içlerinden bazılarına fena halde sarmıştım. Hamlet, Macbeth, Othello, Romeo ve Juliet gibi. Elbette daha çok zihnimde kalanlar da onlar. Bu okumamızda Hamlet ve Macbeth'i tekrar gözden geçirmek, Huysuz Kız, Onikinci Gece ve Fırtına'yı da yenilemek istiyorum. 

Deniz'le yine keyifli, güzel bir okuma serüvenine başlıyoruz. Daha nice Shakespeare kitaplarını da birlikte okuyacağımızı umuyorum.

Bize katılmak isterseniz kapımız açık her zamanki gibi. 
Yazı ve yorumlarınızla da okumalarımıza dahil olursanız mutluluk duyarız.


Önceki okumalarımıza göz atmak için: 

Agatha Christie Okumaları [Eylül 2011]
Agatha Christie Kış Okumaları [15-31 Aralık 2011]
Agatha Christie Haftası [23-30 Nisan 2012]



MAVİ TRENİN ESRÂRI_Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: Temmuz 2011
Sayfa Sayısı: 287

Mavi Trenin Esrârı orta karar bir Agatha Christie romanı. Sürükleyici ve hoş ama ne eksiği ne de fazlası var.

Agatha bu kitabı, ilk eşi Archibald Christie'den boşandıktan sonra maddi ve manevi büyük sıkıntılar çektiği bir dönemde yazmış. Hatta içinden gelmediği halde yazmak için kendini zorlamış dersek de doğru olur. Bu anlamda ilk profesyonel romanı Mavi Trenin Esrârı, yazılış dönemi itibariyle kendisinin hiç sevmediği ama okuyucularının gayet hoşnut kaldıkları bir kitap olarak biliniyor.

Çok dikkat çekici gri gözlere sahip Miss Grey, esasen bir dolandırıcı olan Kont de la Roche, ölüden gelen haber gibi Christie'ye ait klasik ayrıntılar hikayeyi biraz canlandırıyor diyebiliriz. Kitaba 'Poirot Flört Ediyor' ismi de konsa uygun düşecek kadar eğlenen Hercule Poirot ayrı bir konu tabii. Herhalde hiç bir macerasında, bu Fransız sayfiyesinde olduğu kadar çok kadınlarla ilgilenmemiş, neredeyse her birine ayrı ayrı kur yapmamıştır.

Özetle, Mavi Trenin Esrârı iyi vakit geçirmek için okunabilecek, doğru düzgün bir polisiye roman. Yine de bu kadarı, Agatha Christie'nin kuvvetli kalemini değerlendirmek için kâfî değil diye düşünüyorum.

Amerikalı milyoner Van Aldin'in kızı Ruth, Derek Kettering'le bir çeşit para-ünvan alışverişinden ibaret olan evliliğinde boşanmanın eşiğine gelmiştir. Leconbury lordunun iflas etmiş, beş parasız oğlu Derek karısını bir dansçıyla aldatmakta, Ruth ise kavuşamadığı gençlik aşkı Kont de la Roche'a geri dönmek istemektedir. Fransız Riviera'sına gitmek için Mavi Tren'de kendisine yer ayırtan Ruth, yola çıkarken babasının hediyesi, 'Ateşten Kalp' adı verilen dünyaca meşhur, büyük bir yakut mücevheri de yanına alır.

Mavi Tren Nice'a ulaştığında Ruth kompartımanında öldürülmüş olarak bulunur. Bütün şüpheler genç kadının mirasına konmak istediği düşünülen kocası Derek'in üzerine toplanır. Derek de  tesadüfen aynı trende seyahat etmektedir. Bir diğer yolcu Hercule Poirot, Van Aldin'in isteği üzerine olayı araştırmaya başlar..


ÖLÜM SESSİZ GELDİ_Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: Ağustos 2009
Sayfa Sayısı: 256

İlklerin kitabı. Agatha Christie'nin yazdığı ilk polisiye roman -asıl adıyla- Styles'taki Esrarengiz Va'ka, sevgili dedektifimiz Hercule Poirot, onun sadık arkadaşı Arthur Hastings ve Müfettiş Japp'ın ilk kez göründüğü kitap olma ayrıcalığını da taşıyor.

20'li yaşlarındayken 'Snow Upon the Desert' adında bir duygusal roman ve çeşitli öyküler yazmayı deneyip, yayınevleri tarafından reddedilen Agatha'ya, annesinin 'Niçin bir polisiye roman yazmıyorsun?' diye sorması ilham verir. Kendisinin de okumaktan çok hoşlandığı bu türde bir kitap yazar.

Essex kırsalında, Styles köşkünün sahibi Emily Cavendish adında yaşlı bir kadın, kendisinden yirmi yaş küçük sekreteri Alfred Inglethorp'la üvey oğulları ve çevresinin onaylamadığı bir evlilik yapar. Arthur Hastings, Emily'nin* üvey oğlu John'un çocukluk arkadaşıdır, savaşta yaralanıp İngiltere'ye geri gönderildiği sıralarda Styles köşküne davet edilir. Evde Emily'nin evlatlığı Cynthia adında genç bir kız, John'un karısı Mary, kardeşi Lawrence ve ailenin emektarı Evelyn Howard yaşamaktadır. Emily'nin dernek faaliyetleri, bahçede çay partileri derken Styles köşkünde Hastings'in misafirliğinin üzerinden on gün geçer. Genç adam civarda dolaşırken, Belçika'da polis memuru olarak tanıdığı eski bir dostuna rastlar, bu ufak tefek, neşeli ve heyecanlı adam hiç kuşkusuz sevgili dostumuz Hercule Poirot'dur. Emily Inglethorp, yaptığı hayır işlerinin yanısıra savaş dolayısıyla ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan göçmenlerle de ilgilenerek, onları Styles Köşkü yakınındaki bir eve yerleştirmiştir.

Temmuz ayının 16'sını 17'sine bağlayan gece, Emily uykusunda bir kriz geçirir ve ölür. O esnada köşkün yakınlarından geçmekte olan aile dostu Dr. Bauerstein, yaşlı kadının zehirlenerek öldürüldüğünü açıklayınca, cinayetin failini bulmak meşhur dedektif Hercule Poirot ve ekürisi Hastings'e düşer. 

Savaş döneminde gönüllü olarak bir hastanenin eczanesinde çalışan Agatha Christie, orada zehirli kimyasallar üzerinde edindiği bilgileri ilk kitabının cinayet şekli olarak seçmiştir. Kakao ve kahve gibi çeşitli sıvılar, ilaç şişeleri ve bilimsel açıklamalar kurguda önemli bir rol oynamaktadır.

Ölüm Sessiz Geldi, bir ilk kitap olarak ardından gelecek tüm Christie'lerin özünü taşıyor içinde. O kadar çok ayrıntı barındırıyor ki insanın kafası biraz karışıyor okurken. Son basımda da yine bay ve bayan kelimelerinin birbiri yerine kullanılması ve vasiyetnameler tamamen içiçe geçmiş durumdaydı.

Esasen romanın orijinali de ağır bir dil ve birçok eski İngilizce sözcük içeriyor. Yeni basımının olmadığı dönemde, kitabı sahaflarda ararken bir yandan da tercümesini yapıyordum. Bazı uzun cümlelerin canımdan bezdirdiğini hatırlıyorum, bu anlamda tatlı bir hatırası da vardır :

'I shall never forget my first sight of Mary Cavendish. Her tall, slender form, outlined against the bright light; the vivid sense of slumbering fire that seemed to find expression only in those wonderful tawny eyes of hers, remarkable eyes, different from any other woman's that I have ever known; the intense power of stillness she possessed, which nevertheless conveyed the impression of a wild untamed spirit in an exquisitely civilised body all these things are burnt into my memory.'

Ölüm Sessiz Geldi'yi son okuduğumda yine Poirot çok keyiflendirdi beni. Düğümü çözecek ipucunu yakaladığında bahçede hoplayıp zıplaması, iskambilden ev kurarak düşüncelerini düzene sokması, 'Gardırobun üstünde.' ve 'Diğer fincanı bul.' şifreleri, cinayetin çözümünde önemli bir yer tutan simetri merakı ve diğer hoş ayrıntılarla bu küçük adamın doğuşunu adım adım izlemek harikulâde bir şey. Hele kitabın sonunda Hastings'e söylediği cümleler bana Dersimiz Cinayet'i ve Ve Perde İndi'yi hatırlattı, biraz hüzünlendim açıkçası.

Bu arada Hastings de bu kitapta saflık performansının doruk noktasında, genç, toy, heyecanlı :) Onun zavallı yaşlı Poirot dediği yerlerde, Christie'nin daha sonraları bu cümleleri yazmaktan ne kadar pişman olduğunu düşünerek gülümsedim. Poirot'yu (devamını geleceğini bilmediği) ilk macerasında, emekli olmuş bir polis memuru, yaşı ilerlemiş sayılan bir adam olarak okuyucularının karşısına çıkardığı için, ilerleyen yıllarla dedektifimiz yüzyılı aşkın süre yaşayacak, Christie kitaplarında hep o bilge haliyle arz-ı endam edecektir. Son derece zeki, ileri görüşlü, doğru çözümü daima küçük gri hücrelerini çalıştırarak bulan Belçikalı, meslek hayatı boyunca yaşadığı tek dedektiflik yanılgısını ise Çikolata Kutusu isimli hikayede, Hastings'e anlatmaktadır. Hercule Poirot İz Üzerinde kitabındaki bu anı, bir istisnadır.

Agatha Christie okumalarına başlangıç kitabı olarak da nitelendirebileceğimiz Ölüm Sessiz Geldi, gayet iyi ve başarılı bir ilk kitap. Altın Kitapların bu yeni basımında, orijinal romanda olduğu gibi Christie'nin zihninde tasarladığı Styles köşkünün birinci kat ve Bayan Inglethorp'un odasının planı, yaşlı kadının el yazısı gibi resimler de eklenmiş. Poirot ile hiç de kısa sayılmayacak bir serüvene niyetiniz varsa Styles'tan yola çıkmanızı öneriyorum. Sonunda da yine oraya döneceksiniz nasılsa..

*ki soyadı yazının bundan sonraki kısmında 'Inglethorp' olarak anılacaktır. :)






15 Mayıs 2012 Salı

ÖLÜM DALGALARI_Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: Kasım 2011
Sayfa Sayısı: 280

Şeytan Dönemeci, Poirot Söylerse, Şantaj ve nihayet Ölüm Dalgaları.. Anlayacağınız bu biçare Christie kitabı Türkçeleşirken başına gelmedik isim kalmamış. Şeytan Dönemeci kitaba en uygun ve en güzel olanı. Zira hikayenin başlangıcında yaşanan olay, roman karakterleri için bir nev'i imtihan niteliğinde. Ve bu duruma dair Poirot'nun fevkalade güzel sözleri var kitapta:

“Her insanın hayatında bir dönemeç vardır. Doğru yola saparsan servete erişirsin… Ama bazen insan yanlış yola da sapar."

'Taken at the Flood' kelimeleriyle kitaba orijinal ismini veren bu sözler esasen William Shakespeare'ın Julius Caesar oyununda, Brutus'ün bir repliğinden alıntı:

"There is a tide in the affairs of men, which taken at the flood leads on to fortune..." 
(Her insanın hayatında bir med-cezir zamanı vardır, hangi sele kapıldığı onun kaderini belirler.)

Yaşlı ve zengin bir adam, Gordon Cloade, bir gemi seyahati sırasında tanıştığı genç ve güzel dul Rosaleen'le evlenir. Kısa bir süre New York'ta yaşadıktan sonra İngiltere'ye dönerler. Savaş dönemidir ve gökten bombalar yağan Londra'da, Gordon'un evi de nasibini alır. Üzerlerine çöken enkazdan Rosaleen ve ağabeyi David sağ olarak kurtulur. Gordon Cloade ve evdeki hizmetçiler ölür. 

Gordon'un beklenmedik evliliğinin ardından gelen bu ani ölümüyle, yaşlı adamın kendilerine sağladığı maddi desteği bir anda kaybeden bir düzine akrabası vardır; Cloade'ler.. Mirasın sahibi olan Rosaleen, Gordon'un para sıkıntısı çeken ve ondan yardım bekleyen yakınlarıyla karşı karşıya kalır. Ağabeyi David, Rosaleen'i onlara karşı korur ve para vermesine engel olur. Bu esnada genç kadının öldüğüne inanılan eski kocasının hâlen hayatta olabileceğine dair söylentiler çıkmaya başlar. Eğer Robert Underhay sağ ise, Rosaleen'in Gordon'la yaptığı evlilik de geçersiz sayılacak, miras aileye geri dönecektir..

Şeytan Dönemeci, yine uzun zaman önce okuyup çok sevdiğim, bende farklı bir hatırası olan bir kitaptı.  Moralimin çok bozuk olduğu dönemlerde bazı bölümlerini açıp tekrar tekrar okumuşluğum vardır. Kendine dair gerçekleri yüzleşerek farketme açısından kitabın enteresan bir huzur verdiğini söyleyebilirim.

Trenin dumanıyla gökyüzüne soru işaretleri çizerek vadiden geçmesi*, Rowley'in çiftliğindeki danalar, Mavi Küçük Çocuk v.b.. Kitabın böyle güzel ve anlamlı ayrıntılarının haricinde Christie'nin İngiliz kırlarını resmetmesine de meftunum.

Koltuktaki Ölü'nün Elinor'u ve Nil Nehrinde Cinayet'in Jacqueline'i gibi yine bu romanda Agatha Christie kitapları içindeki, en sevdiğim kadın karakterlerden biri de hayat buluyor ; Lynn Marchmont.. Gordon Cloade'nin tek kızkardeşi Adele'nin kızı Lynn, elimdeki Şeytan Dönemeci'nde sadece çalışmak için evden birkaç seneliğine uzaklaşmıştı diye hatırlıyorum. Ölüm Dalgaları isimli yeni, tam basımda ise Christie'nin yazdığı gibi gönüllü olarak orduya katılmış ve görevini tamamlayıp dönmüş. Bu manada eski basımların çevirmeni Gönül Suveren'in okuyucuya tanıttığı Lynn'le, Christie'nin çizdiği karakterin cesaretinin kanıtlandığı nokta biraz değişmiş. Her halukarda, roman boyunca seyreden ruh halleriyle ondaki med-cezire şahit olmak, kitabı bir kat daha çekici kılıyor.

Sevgili Poirot'muza gelince Deniz'in de dediği gibi çok aktif değil, hatta ilk yarıdan sonra ortaya çıkıyor. Şeytan Dönemeci tam bir Hercule Poirot kitabı gibi görünmese de, Belçikalı her zamanki kendini beğenmişliği, eşsiz idrak kapasitesi ve şefkatiyle romanı güzelleştiriyor. 

 “Karakter olduğu yerde durmaz, mon cher. Güçlenir ya da zayıflar. Bir insanın gerçek karakteri, kişiliği önemli bir deneme sonunda ortaya çıkar. Bu insan ya o zaman iki ayağının üzerinde durur, ya da yere yıkılır.”

*Bu tema Ölümün Tam Zamanı isimli harikulade öykü kitabındaki Mr. Quin hikayelerinden birinde, Gökyüzündeki İşaret ismiyle bir defa daha kullanılıyor. 

12 Mayıs 2012 Cumartesi

KANLI ODA_Angela Carter


Yayınevi: Everest Yayınları
Basım Yılı: Aralık 2001
Sayfa Sayısı: 192

Angela Carter'ın harikulâde kitabı Büyülü Oyuncakçı Dükkanı'nından çok etkilenince, ardından yazarın hikayelerinden oluşan Kanlı Oda'sını da görmek istedim. Kırmızı Başlıklı Kız, İğneli Fıçı, Güzel ve Çirkin gibi bilindik masalları yazarın kendi diline uyarladığı kitap, 10 esrârengiz hikayeden oluşuyor:

Kanlı Oda, 
Kar Çocuk
Kurtadam
Bay Aslan Gönül Avında
Kurtlar Arasında
Kurt Alice
Orman Cinlerinin Kralı
Kaplanın Gelini
Çizmeli Kedi
Aşk Yuvasının Hanımı

 'Yol, saten bir gelinliğin dökülen etekleri gibi bembeyaz ve lekesizdi..'  Angela Carter'ın kadınsı ve güzel anlatımı bu kitapta da kendini gösteriyor. Masal ve efsanelerini süsleyen prensesler, karanlığın içinden gelen cadılar, büyücü, vampir, kurtadam ve canavarlarla, kurduğu fantastik dünya içinde dolaşılması heyecan verici bir yer halini alıyor.

İşin enteresan tarafı kitaba adını vermesine rağmen, beğenmediğim tek hikaye Kanlı Oda'ydı. İçerdiği yüksek dozdaki vahşeti çiğ bir şekilde yansıttığı için okumaktan rahatsız oldum. Diğer hikayelerde bu doz daha iyi dengelenmişti diye düşünüyorum.

Kanlı Oda, yazarın belki en iyi referansı değil ama okuması zevkli ve merak uyandırıcı bir kitap. Çocukluk masallarını bir de Angela Carter'dan dinlemek hiç fena fikir değil diye düşünüyorum.


GÜL VE PORSUK AĞACI_Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: Mart 2012
Sayfa Sayısı: 302

Söz konusu en benimsediğim yazar ve onun tarzıma göre kitapları olunca üzerine kelâm etmek çok güçleşiyor benim için. Agatha Christie'nin Mary Westmacott nâm-ı müstârıyla yazdığı, duygu ve düşünce yoğunluğundaki altı kitabından biri olan Sensiz Bir İlkbahar yayınlandığında hemen okumuş ve çok beğenmiştim. Bu serinin Türkçe'ye çevrilen ikinci kitabı Gül ve Porsukağacı da benzeri bir mutluluk yaşattı bana.

Kitabın ismi İngiliz şair Thomas Stearns Eliot'un Dört Dörtlüler isimli şiirlerinden birinde geçen 'Gül ve porsuk ağacının ânı aynıdır uzunlukta..' dizesinden alıyor. Romanın sonlarına doğru Christie ilk bakışta anlamsız görünen bu cümleyi güzelce açıklıyor tabii.

Bir trafik kazasında kötürüm kalan Hugh Norreys, erkek kardeşinin St. Loo kasabasında bulunan evine taşınır. Kasabaya yakın bir şatoda yaşayan üç yaşlı kadın ve güzel yiğenleri İsabella, civarın diğer sakinleri gibi onu ziyarete gelirler. İsabella, savaştan dönecek olan kuzeni Rupert'ı beklemektedir. Rupert geldiğinde sahibi olduğu şatonun idaresini eline alacak ve İsabella ile evlenecektir. Herşey peri masallarındaki gibi kusursuz görünmektedir fakat.. Kasabaya seçimler için aday olmak üzere gelen savaş kahramanı John Gabriel, genç kızın hayatını altüst eder. İsabella tüm geleceğini değiştirecek bir kararın eşiğindedir..

İsabella bir baş karakter olarak hayli doyurucu ve etkileyici, Christie onu büyük bir zevk ve acıyla betimlemiş ama Hugh'ın yengesi Teresa'nın da bir o kadar önemli olduğunu düşünüyorum kitapta. Yani İsabella düşse, Teresa bir o kadar gerçek. Hugh ne kadar iyi ve anlayışlıysa, Gabriel bir o denli şeytani bir adam. Agatha Christie, karakter dengesini mükemmelen kurmuş diyebilirim.

Gül ve Porsukağacı, hem çok gerçek, hem de masalsı bir kitap. Kraliçenin usta kalemi, bu ikisinin bir arada nasıl örülebildiğine dair çok iyi bir örnek çıkarmış.

Kitabın tek olumsuz yanı var benim için. Salt kişisel tercih olarak, böyle bir kitabın içinde uzun politik konuşmalar geçmeseydi daha memnun olurdum. Ama her halukârda, bu konuda da Christie'nin cümleleri bir başka yazarda olabileceği kadar sıkıcı değil diye düşünüyorum.

Şimdi heyecanla diğer Mary Westmacott romanlarını (A Giant's Bread, A Doughter is a Doughter, The Burden, Unfinished Portrait) beklediğimi söylemem lazım. Agatha Christie polisiyelerini defalarca yeniden okumaktan bıkmasam da onun elinden hiç okumadığım bir romanla tanışmak apayrı bir duygu. Altın Kitaplar seriye devam konusunda umarım çok gecikmez..



9 Mayıs 2012 Çarşamba

SARMAŞIK_Şebnem İşigüzel

Yayın Evi: Everest Yayınları
Basım Yılı: Eylül 2002
Sayfa Sayısı: 391

Sarmaşık'tan sonra, olgunlaşmamış kitapların okuyucuda  kalıcı bir iz bırakamadığı düşüncesi yeniden belirdi zihnimde. Evet, merakla okunuyor, akıcı bir roman ama sanki derinlik boyutu eksikti. Marifetmiş gibi romanın 4,5 ayda yazıldığını da eklemişler arka kapak yazısına. Öylesine hızlı yazarım, ona rağmen çok güzel olur diye bir şey yok. Bu cesarette ısrar edince, hayli önemli ayrıntıları atlanmış, tam demlenmemiş, böyle bir şey çıkıyor ortaya.

Karakterler hakkındaki fikirlerin heyecanla geldiği kesin ama sadece bu yeterli olmuyor maalesef. Renk körü bir ressam (Ali Ferah), harfleri tanıyamama hastalığına yakalanmış nobel ödüllü bir yazar (Salim Abidin) v.s. Yine benzeri bir heyecanla gelen "sarmaşık" metaforu da romanın çeşitli konular ve sayıca hayli fazla ana karakterle karmakarışık bir hal almasına yol açıyor.

Kitapla alakalı uzun uzun yazmayacağım, zira söylemek istediğim bir çok şeyi incelikle, titizlenerek bir araya getirmiş bir yazı mevcut Sabit Fikir dergisinde. Hayati Roman, Sarmaşık'daki tutarsızlıkları çok iyi analiz etmiş diye düşünüyorum.

Sarmaşık üzerinden baktığımda, Şebnem İşigüzel'in kalemi maalesef takip edilesi bir anlam ifade etmiyor benim için. Kafamı dağıtmak için bir şeyler okumam gereken bir dönemde sıkılmadan bitirmiştim. Diğer kitapları bir yerlerde karşıma çıkarsa belki bir göz atarım, hepsi bu.