16 Nisan 2020 Perşembe

MÜREBBİYE Stefan Zweig

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Modern Klasikler
Basım Yılı: 2018
Sayfa Sayısı: 83

Stefan Zweig'in bu kitaptaki dört hikayesinden beni en çok etkileyen Geç Ödenen Borç oldu. Hatta bu hikayede Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’ndan çok ufak bir tını da hissediliyor sanki ama hangisinin daha önce yazıldığına dair bir iz bulamadım.

Kitaba adını veren hikaye; Mürebbiye, esâsen yine Zweig'in incelikli ve dokunaklı üslûbunu yansıtıyor. Fakat son derece yetkin ve etkileyici bir kalemi olan bu yazarın öykülerinden dünya edebiyatında -bizim edebiyatçı yahut acemilerimiz de dahil- kendinden sonraki nesiller tarafından o kadar çok esinlenilmiş, buna benzer kurgular öyle çok yazılmış ki okuyucunun gözünde asıl hikaye ister istemez bir klişeye dönüyor.

Yaz Novellası, yaşlı bir adamın genç bir kızın tatilini güzelleştirmek bahanesiyle ona yazdığı mektuplarda inşa ettiği bir aşk hikayesinin belli bir zamandan sonra tahmin etmediği bir yola girmesini anlatıyor.

Kadın ve Yeryüzü, kitaptaki en boğucu, en hezeyanlı hikaye denilebilir. Yine bir otel, ailesiyle birlikte orada kalan genç bir kız ve havanın alev alev yanıp yağmura susadığı bir günün akşamında bu kızı kendi odasında bulan bir adamın gözünden anlatılanlar..

Tam kapıya varmışken, sanki bu sessiz istekle geri çağrılmış gibi birden onlara doğru dönüyor. Gözlerinde nemli ve bulanık bir ışık var. [sf 14]

Hafiften bunaltan bir sıcaklık vardı, ama boğucu değildi, yumuşak bir kadın kolu gibi zarifçe gölgelere yaslanıp insanın nefesini görünmez çiçeklerin kokularıyla dolduruyordu. [sf 20]

Macera hayalleri kurduğu kesindi. Bir genç kızın maviliğin içinde amaçsızca süzülen beyaz, uçarı bulutlara benzeyen hayallerini ve sonra akşamları bulutlar gibi daha sıcak renklere bürünen, önce pembe, ardından yakıcı bir kızıllıkla ışıyan o hayalleri kim bilebilirdi ki? Ona burada herşey olası görünecekti. [sf 23]

Gece ilerlemişti, bulutların örttüğü ay tuhaf, titrek bir ışık yayıyordu. Ağaçların arasından gölün solgun yüzeyi görünüyordu, dallara kıvılcımlar ve yıldızlar asılmış gibiydi. [sf 26]


Bana inanınız ki, bu yaşlardaki genç kızlar için okudukları şiirle­rin iyi mi kötü mü, sahici mi yoksa uyduruk mu olduğunun hiç önemi yoktur. 
Dizeler onlar için susuzluklarını dindiren kadehlerdir, içindeki şaraba dikkat etmezler, çünkü daha içmeden sarhoşturlar. [sf 29]

Genç bedenlerimizde budala kalplerimiz gümbür gümbür atıyordu, tiyatrodan çıktığımızda değişmiştik, büyülenmiş gibiydik. (...) Hayatımızdaki en önemli şey oydu artık. [sf 42]


Bütün bunlar çoktandır öylesine uzaklarda kalmış, üzeri öylesine başka yaşantılar, başka duygularla örtülmüştü ki. (...) İnsan kalbi öylesine acayip ki, bir zamanlar tüm aklıma egemen olan ve tüm ruhumu dolduran bu insanı onca yıl boyunca bir kez olsun aklıma getirmemiştim. [sf 44-45]


Koltuğumda donmuş gibi oturuyordum, ama ağlamıyordum - ağlayamayacak kadar ümitsizdim. İçimde bir şeyler buz kesiyor, sonra aniden yine içim dağlanıyordu. [sf 47]


Ay kırmızımsı bir pus hâresinin içinde iltihaplı bir göz gibi sarımtırak ışığıyla parlıyor, tarlaların üzerinde hayaletler gibi solgun bir buğu yayılıyordu. [sf 68]


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Burası sukûnetin hakim olduğu, tenha bir kütüphane. İçinden geçenleri fısılda ki orada olduğunu bileyim.