23 Ağustos 2018 Perşembe

KALP AĞRISI Halide Edip Adıvar

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 300

İtiraf etmeli ki daha önce Halide Edib Adıvar'ın sadece Handan romanını okumuştum. Edebiyat derslerinden kitap isimlerini, konularını genel olarak bilsem de Handan'ı okuduğum ilk gençlik çağında biraz sıkıcı bulduğum için diğerlerine heves etmemiştim sanırım. Geçen sene tesadüfen Ateşten Gömlek geçti elime, birkaç sayfasına göz attım, okuduğum kadarını çok beğendim ama kitap sahibine geri verileceği için devam etme fırsatım olmadı. Sonra radyo tiyatrosu olarak Handan'ı dinledim, hatırladım, ardından da Kalp Ağrısı'na dair birkaç alıntı ile karşılaşınca önce bu kitabı okumalıyım dedim.

Görmüş geçirmiş, varlıklı bir doktorun kızı; güzel, güçlü bir karaktere sahip Zeyno, kendinden birkaç yaş küçük, narin arkadaşı Azize, Zeyno'nun nişanlısı doktor Saffet ve Azize'nin kuzeni zabit Hasan romanın dört başkişisini oluşturuyor. 

Kalp Ağrısı, tam bir klasik Türk romanı. Zeyno'nun kırmızı odadan çıktığı sabaha kadar olan kısım son derece dokunaklı ve güzeldi. Sonrasında ise yine aynı güzel Türkçe ile devam ediyor olsa da olaylar biraz çığrından çıkarak ilerlediği için bir okuyucu olarak ortasından itibaren aynı keyfi aldığımı söyleyemiyorum.

Şahane olan şeylerden biri de elbette romanın geçtiği döneme ait İstanbul tasvirleriydi. Bir sayfiye yeri olarak birkaç saatlik seyahatle gidilen ve boş ovalar, avlık araziler olarak tasvir edilen Yeşilköy, Erenköy gibi bugün çok farklı gördüğümüz semtler, Boğaziçi'ne dair cümleler de yine okurken insanı mest ediyor.

Halide Edib Adıvar'ın tüm kitaplarını okumak niyetindeyim ama bilmiyorum ne zaman nasip olur.   



Yeşil, büyük abajurun altında eşya tatlı, koyu bir sükûn içinde dinleniyor gibi görünüyor;
hattâ köşede sobaya yüzünü çevirmiş, geniş koltuğuna uzanmış olan baş da biraz uzun
beyaz saçlarıyla uyuyor hissini veriyordu. [sf 13]   


Boğaziçi’nin eflâtunlaşan, nazikleşen pembe, mavi, ince sis renklerine bakıyordum [sf 30]

Yalnız kendi ruhumda kilitleyeceğim bu gece, bir ateş damlası gibi kalbime damladı. Oradan yalnız damarlarımı, vücudumu değil, dimağımı, canımı, maddî ve manevî bütün zerrelerimi saracak, için için yakacak. Yavaş yavaş perdenin ucunu kaldırdım, azgın suların karanlıkta beyaz köpükleriyle pencerelere kadar püsküren, vuran muazzam dalgalarına bakıyorum. [sf 139]

Ben rıhtımdan giderken akşamki çılgın deniz uyumuştu, başımı kaldırdım. Azize’nin odasına baktım. Yeşil abajurun altında ölmüş gibi yemyeşil küçük yüzüyle uyuduğu geceyi düşündüm. Artık bir iki saat sonra o çürümüş, ölüm maskesini giymiş olan küçük kız yüzü hayatın nefesiyle dirilecek, pembeleşecek, yaşayacaktı. Ben ona hayat hissemi vermiştim. [sf 146]

Şimdi yirmi dört saat oluyor. Ben gelince yatağa girdim, Saffet’e beni yalnız bırakmasını rica ettim. Yirmi dört saat gözlerim ölü gibi kapalı, yanaklarımdan yaşlar durmadan aktı. Artık kalbimi ağladım, aşkımı ağladım. Demek hepsi, bunlar bir avuç tuzlu sudan ibaretmiş. Gözyaşlarını eskiler niçin şişelere koyup ebediyen sevgililerinin mezarında saklarlarmış, anladım. [sf 155]

'Belki, Zeyno. Kalbin bir köşesinde biraz gölge yahut güneşe, gündelik ziyanın dışında bir şeye insanın ihtiyacı var, Zeyno. İnsan gençliğinde kalbine ne kadar çok his ve hatıra biriktirirse o kadar geç ihtiyar olur. İnsana ekmekten, sudan fazla his lâzım, yavrum.
'Nasıl, hatıralarının acılığı erimiş olduğu belli, baba. Ben bu kadar pahalı hatıra, bu kadar acı duygu istemiyorum.'
Zeyno’nun kirpiklerinin arasında babasının görmezliğe geldiği yaş parıltıları vardı, yanakları daha ince, çenesi daha sivri, ince kıvrıntılı dudakları, kalbi acıtan bir kuruluk, bir acılıkla kısılmış görünüyordu. Zeyno’nun biraz alaycı, biraz tatlı güzelliği üzerinde bir yas havası esmiş, vaktinden evvel kurutmuş, soldurmuştu. [sf 194] 


Erenköy ovasının sahilde uzanan boş büyüklüğünde garip bir sis, ayın ve yıldızların aksiyle titriyor gibiydi. Akşam günün muhteşem renklerini tutmuştu, bu yarı aydınlık gecede, siyahımtrak bir mavinin bütün değişik şekilleri kucakladığı bu bahçede insanın içini bayıltan hanımeli, gül ve salkım kokuları bin bir ot kokusuna karışıyordu.
Yavaş yavaş gözlerimi kapadım, tabiatı kokluyor, uzak suları, sakin yaprakların seslerini, esmer ve mavi renklerle koyulaşan havadaki garip ve gizli titreyişleri dinliyordum. [sf 211]

2 yorum :

  1. Alıntılar muhteşem, mutlaka okumalıyım dedim Biblio’cum, eline sağlık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Eren’cim, baya güzel kitap 😍

      Sil

Burası sukûnetin hakim olduğu, tenha bir kütüphane. İçinden geçenleri fısılda ki orada olduğunu bileyim.