Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
Basım Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 88
Kör Baykuş'u dilimize çeviren Behçet Necatigil, önsözde kitabı; 'afyon tiryakisi bir ruh hastasının, güzellik ve dürüstlüğü aradığı yolda yenik düşerek kendini şeytana teslim edişini anlatan bir eser' olarak tanımlıyor.
Sadık Hidayet'in bu kısa romanını okumak, zifiri karanlık bir koridorda, ürpertici sesler duyarak, kulağına buz gibi nefesler üflenerek, istemeden de olsa merak ederek ilerlemek gibi. O derece kasvetli bir havası var ki devam etmeye tahammül edebilmek için tek sığınma noktası edebi dilinin güzelliği oluyor. Anlattığı tekinsiz, korkunç hikayeyi öyle bir hale bürümüş, öylesine ahenkli bir şekilde kurgulamış ki bu kadar dile düşmesinin sebebini de anlıyorsunuz.
İçimde ilk görüşten kalma, âşinâ bir duygu: Ben onu tanıyorum. İki sevdalı hep aynı hisse kapılmazlar mı, birbirlerine önceden rastladıkları, aralarında esrarlı bağlar olduğu duygusuna kapılmazlar mı? [sf 20]
Son defa, her akşamki gibi dolaşmaya çıktığımda hava kapalıydı, yağmur yağıyordu, çevreyi yoğun bir sis kaplamıştı. Renklerin şiddetini, eşyalardaki kenar çizgilerinin şirretliğini hafifleten bu ıslak havada bir ferahlık, bir huzur hissettim. Yağmur, karanlık düşüncelerimi yıkamıştı sanki. [sf 22]
Parmak uçlarına basa basa çekilip gidiyordu gece. Sanki yorgunluk çıkarmıştı, kanaatkardı, bu kadarı yeterdi ona. Uzak, hafif sesler duyuluyordu. Bir göçmen kuş, rüya görüyordu belki, belki bitkiler büyüyordu. Solgun yıldızlar, bulut kümeleri gerisinde kayboluyorlardı. Yüzümde sabahın yumuşak soluğunu hissediyordum ve horoz sesleri yükseldi uzaktan. [sf 27]
Yolun çevresini yoğun sis kaplamıştı, cenaze arabası tepeleri, düzlükleri, dere yataklarını acayip bir sürat ve rahatlıkla geçiyordu. Çevremde ne rüyada, ne uyanık hiç görmediğim bir panorama açılıyor,
genişliyordu: Yolun iki yanında çentikli tepeler, acayip bodur ve ilençli ağaçlar; aralarından bakan kül rengi, üç köşe, küp, prizma biçimi evler; evlerde küçük, karanlık, camsız pencereler görüyordum. Bu pencereler hezeyan halinde bir insanın perişan gözlerine benziyorlardı. Duvarlarda ne vardı ki, ta kalbine kadar üşütüyor, ürpertiyordu insanı. Bu evlerde hiçbir zaman hiçbir canlı oturmamıştı âdeta. [sf 29]
Dünya, ıssız yaslı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum. [sf 51]
Ergenlik dönemimde ağır bir ruhsal çöküntü halindeyken sürekli varoluşsal metinler okuyor ve her şeye kapkara gözlüklerle bakıyordum. Bu dönemlerde adından haberdar olduğum bir yazardı Sadık Hidayet. Kitabı okumaya elim gitmedi hiç,cesaret edemedim. Bir gün olur da okursam naçizane yorumumu sizinle de paylaşacağım. :)
YanıtlaSilMaalesef mi desem iyi ki mi desem bilemedim ama Kör Baykuş ruhu depresif yönde etkiliyor. İyi, kuvvetli hissedildiği bir dönemde okumakta fayda var.
SilBazı kitaplar bazı zamanlarda ağır gelebiliyor, mesela Beyaz Geceler aslında çok nahif, güzel bir hikaye olmasına karşın duygu yoğunluğu o kadar fazlaydı ki bir dönem elimi sürememiştim.
Kör Baykuş’u okuyunca tekrar yazdığınızda memnun olurum. 💕
Madam Christine romanını hatırlattı bana, o da oldukça geriyordu insanı, bunu da çok merak ettim, okumak isterim :)
YanıtlaSilO kitap da çok ürkütücüydü gerçekten ama güzeldi ☺️ Kör Baykuş’un daha tekinsiz bir kasveti var, çok daha derin, anlamlı, korkunç 😳
SilBütün yorumların için çok teşekkür ederim Eren’cim 😍